Çınar’ın ilk kitabı. Kitap-lık ve Sözcükler‘de yayımlanan birkaç öykü başlarda, bu öykülerden sonra kalite düşüyor. Çınar’ın aynı tekniği defalarca kullandığını da görüyoruz, tekrarlarla karşılaşmanın okurda yol açtığı dayanılmaz bir şey, ney, sıkıntı. “Mikro Öyküler” ilk, arka arkaya sıralanacak karakterlerin, karakterlerin birkaç cümlelik özetinin öncesinde kısa bir bölüm yer alıyor, uyanmaya başlayanların güneşe “başarısız bir aktörü seyreder gibi” bakmaları toplumsal rollerini, kurmacadaki unsurluklarını göstermek açısından hoş. Sevim’in şemsiyesi açık, yağmurun durduğunu fark etmemiş, aklında önceki gece ve babasız büyüyecek bir çocuk, işyerinde kendisine asılan bir herifi reddedecek. Kısa paragraflar, durum. Matrak şeyler var, Selim köşedeki büfede yemek yiyor, yanında aktardan aldığı zencefil, adamı yanlış anladığı için zencefili kaynatıp içmeyecek de kıçına sürecek. Sabriye işe gidenleri pencereden izliyor, gözlerinden ve çocuklarından birini kaybetmiş, ölmek istiyor artık. Kamil az önce doğdu, Kerim ofiste kendisini reddedecek kadına bakıyor ki bu kadın Sevim’dir herhalde, bu kişilerin hikâyeleri bitişebilir, birleşebilir, bir şeyler olur. “Benimse anlattıklarım tek tek gerçek olmayabilir, ama hepsi birden büyük bir gerçektir…” (s. 12) Öykünün ikinci bölümünde yine birileri sayıp dökülür, anlatıcı bu kez sözcükleri eğirdiğini, bütün çıkrıkların kendisine hasta olduğunu söyler, üçüncü bölümde insanlar ama hikâyeleri daha uzun bu kez, diyaloglu, Çınar’ın öykülerinde sıklıkla göreceğimiz üzere seslerin tipografik temsilleri yer alıyor metinde.
“Bütün Mesailere…” imza niteliğinde bir öykü, Çınar’ın en derli toplu ve başarılı öykülerinden biri. Sezgin’e, “Merhaba,” diyerek başlar anlatıcı, öykü boyunca Sezgin’in berbat hayatını biçimler. Mesela geçen gece gittiği şişman kadın yüzünden sırtı ağrır Sezgin’in hayat hem kadına hem kendisine şefkatle yaklaşmamıştır belli ki. Orospuluk Sezgin gibi yarım kalmış adamlar sayesinde var olabiliyor. Okulu bırakmış mesela adam, gençken anarşist olduğunu, okuyamayacağını söylemişler, baskı yapmışlar, siktiri çekip çıkmış oradan. Annesi en azından okulu tamamlamasını istemiş, belki markette çalışmaktan daha fazlasını yapabilirmiş o zaman, olmamış. Sebepler Market her türlü amacı ciddiye aldığını motto yapmış, Fırsatlar Nakliyat seçimleri başka bir hayata taşırmış, işten çıkıp eve doğru yollanan Sezgin’in yolda gördükleri. Dizeler çıkıyor bazen karşımıza, Sezgin’in cebindeki konyağın çabuk bittiğini, afili mataraların Sezgin’in yaşamında hiç yer almadığını kat kat görüyoruz, yağmur yağarken dizelerde bir yağmur çağrışımı. Duvar yazısı yüzünden bir anlık duraksama, insan seçmeye ve zaman geçmeye mahkummuş, tam koğuşlardaki ranzalara kazımalık. Yenilginin sebebi fahişeler veya intihardan vazgeçmektir belki, her gün raflara dizilen ürünlerin bitmesi, tekrar dizilmesi, onca şey olurken hiçbir şeyin değişmemesidir ve o nasıl bir dirayettir, market çalışanları bir gün hiç gelmeyecek, hiç uğraşmayacakları bir ürünü düşlerler mi? Pavyonları seyir, ressamlar ve konservatuvar öğrencileri gelirler, “bir-kaç-kıç” görmek için uğrayan kart horozlar üürüler, ne bileyim, çeşit çeşit sefillik vardır orada. Bir çeşit tanrı kompleksi vardır belki Sezgin’de, gördüğü her insana bir yenilgi biçer, hikâyelerini aklına kazır ki bir şey olsun ondan, kazıntılar bir işe yarasın, boşa dönen yaşamdan işe yarar bir şey olsun. Kadınları ıskalamasın Sezgin, metroya nasıl gideceğini soran kadından başka yana çevirmesin başını da başkası cevap vermesin, fırsatları kaçırmasın. Kaçırmadığında da başka türlü kaçırıyor bu kez, Zeynep’le yaşadığı bir ayrılık hikâyesi giriyor bu kez, çok da yumuşak giriyor, dağıtmıyor mevzuyu. Nedir, Zeynep çok içiyor, Sezgin’le tanışmadan önce de çok içiyor, kavga ediyorlar, Sezgin’in bir arkadaşı birbirlerinin vicdanı oldukları sürece ilişkinin yürümeyeceğini söylemiş. Kıçını kurtarmak için kendi yoluna gitmiş Sezgin, başkasını da bulamamış. Sokakta bunlar var aklında, eve gitmek istemediği için sokaklarda dolanıyor ve kalabalıktan duyduklarını arka arkaya sıralıyor: Gökhan Bey’i getireceklermiş de yüzleşecekmiş biri, ömür boyu mutlu olurlarmış inşallah, “Karar!” diye ünlüyor biri ki başka bir öyküde de aynı şekilde ünlüyor biri, Çınar’ın birbirine seslenen öykülerini fark etmek için üç kitabını da arka arkaya okumak lazım. Neyse, biri, “Kestiik!” diye bağırıyor ki ilk öyküye gönderme bu da, rol bahsi. Televizyondan gelen bir ses, yaşamın kaosu kısacası. En son okul anıları, gülümseyerek dayak atan bir öğretmen, sıra dayağından geçiren başka bir öğretmen, duyarsız, kaba öğretmenler, öğretmenlerimiz. Uyku tabii, Sezgin ertesi güne uyanınca anlatıcı yanında olacak, hatırlatıyor ve noktayı koyuyor. Kitap-lık‘ta yayımlanmış bu öykü, yayımlanır.
“Nazmi ve Üşüyen Battaniye” Nazmi’nin ve battaniyenin neden kayışı kopardıklarını anlatır, sokakları da anlatır yine, anlatıcı diğer öykülerden bildiğimiz anlatıcı, üslubu da biliyoruz, Çınar’ın aynılığa yaslanma noktası bu öykü. Nazmi durakta uyur, esnafın hayrıyla yaşar, evi üç yıldır battaniye. Mahallenin serserileri bazen sırf eğlencesine bağlarlar Nazmi’yi, sabaha kadar ayakta dikildiği olur. Manav Remzi sabah dükkânına gelir, bağlayanlara küfürler ederek Nazmi’yi direkten çözer, elma verir. Ne bulduysa hepsini yer Nazmi, bir hafta korkarak uyur artık. Eşini ve üç oğlunu bir depremde kaybeder, altı günlük oğlunun adını “Samet” yazmaları için bağırır göçükten çıkarıldığı sırada. Aklını böyle yitirmiştir, sevdiklerini kaybetmeyi kaldıramaz. Mahalleli hepten iyi değildir, Hüseyin gibi gebeşler canları sıkılınca döverler adamı, evde yedikleri azarların acısını bu zararsız adamdan çıkarırlar. Hüseyin’i mahalleli hacamat eder tabii, Nazmi’ye eziyet edilmesine dayanamazlar. Sonra bir gece dört kişi gelir, Nazmi’yi yine bağlarlar, bu kez köpekler vardır yanlarında. Nazmi soğuktan değil, ölmek istediği için ölür.
“Dım!-Tıs!” sonundan kaybediyor. Anlatıcı otobüs yolculuğunda, yanındaki gerzeğin kulaklığından gelen dım tıslara katlanamayınca hır çıkarır ve otobüsten şutlanır. Bomboş bir yol, yürü anlatıcı, metruk bir benzin istasyonuna gel. Babanı ara, Gazhane diye bir yerde olduğunu söyle, baban polislere haber versin. O sırada bir araba yanaşsın mekâna, birkaç kadın ve erkek dım tıslar eşliğinde insinler arabadan, o lanet sesten kurtulamadığına yan. Boş bir odaya süzül, karanlığa sığın, yanda seksler ve muhabbetler dönsün, hatta havaya sıksınlar birkaç tane. Kafası güzel biri gelsin de üzerine işesin, fark etmesin seni. Sabah olsun, gitsinler, onların olduğu odaya geçince yerde kanlar içinde bir ölü gör. Meğer bütün kurşunları havaya sıkmadıklarını anla ve koşmaya başla ama çok yavan bir sona vardığını da düşün, öykünün kusursuz çemberini tamamlarsan çok daha iyi olabilir.
Son olarak “Kırk Adım”ı anlatayım, anlatmaya değer. “Metronun girişindeki merdiven kırk basamaktı. Haftanın üç günü bunu kontrol ederdim. Otuz sekiz, otuz dokuz, kırk ve karşımda evsizler kralı Cengiz.” (s. 51) Üç ceket giyer, şarap içmeyi sever, sigaraya bayılır bir Cengiz’dir o, anlatıcıyla muhabbeti vardır. Anlatıcımız at ve eşek eti satılan bir yerde garsonluk yapar, müşterilerin tabaklarına tükürmek heyecan vermemeye başlayınca Cengiz’le münasebet ilerler, sohbetler uzar, nihayet bir başkasını bulur Cengiz’in yerinde. Kıyafetler aynı, Cengiz farklı. Cengizlik bir rütbedir, yaşama tepik atmaktır, kadere nanik yapmaktır. Anlatıcımız da Cengiz olur bir gün, Sinop Cezaevi’ne girdiği zaman anlar bunu. Hayatı anlamsızdır ama Cengizlik iyidir herhalde, halinden şikayet ettiğini görmeyiz. Bunun başı sonu tutmuştur mesela, hikâye de iyidir, hasılı iyidir öykü.
Çınar’ın öykülerini okumaya başlamak için doğru tercih sanıyorum, iyi öykülerle kötüleri birlikte görebiliyoruz ayrıca. Tavsiye ederim, okunsun.
Cevap yaz