Ömer Polat bam güm yazmış, bu bam gümlükten şahane bir panorama ve korkunç derecede kötü bir roman çıkmış. Öncelikle Ömer Polat’ın bir sözünü anmalıyım, bir röportajında uçakların Batı’da çocuklar için eğlencelik bir seyir sunduğunu, Doğu’daysa dehşet kusan makineler olarak görüldüğünü söylüyordu, köylerde tepelerindeki motor gürültüsünü duyar duymaz kaçışırmış insanlar. Saragöl‘de uçakları değil de ağaların emrindeki hukuk sistemini ve askeri göreceğiz, küçücük bir Kürt köyünün zulme karşı direnişi destansı bir şekilde karşımıza çıkacak. Aşırı destansı, didaktik ton hiçbir zaman kaybolmuyor, köylüler Shakespeare’in metinlerini okurmuş gibi konuşuyorlar, sevdiği kızı gelinlik içinde önünden geçerken gören köylülerden biri kızın evlendirildiği ağanın kahkahalarını duyunca boynunu büküp pıt pıt ağlıyor, köylüler ellerinden alınan topraklarda tarım yapmayı akıl ederek hayvanlarını satıp traktör alıyorlar, halay çekiyorlar, tapusu ağanın birinde olan topraklarda defalarca saldırıya uğramalarına rağmen er geç oradan çıkartılacaklarını düşünemiyorlar, bir dünya sakatlık var romanda. Yine de okunmalı, çok cesur bir roman olmasının yanında köylülerin yaşamına dair ayrıntılar, yerel dilin görece başarılı bir şekilde kullanılması, toprak kavgalarının ortasında kalan yarı göçebelerin halleri ve Ermeni-Kürt ilişkilerine dair bilgiler metni okunur kılıyor bence. Polat’tan bahsedeyim az, 1943 Ağrı doğumlu, Erzurum’da Alman Dili ve Edebiyatı okuduktan sonra öğretmen olarak çalışmaya başlıyor, 12 Mart zamanı görevden uzaklaştırılıyor ama bir süre sonra dönmesine izin veriliyor. Almanya yılları geliyor sonra, Aldağlı Mıho adlı tiyatro oyunuyla İsmet Küntay Tiyatro Ödülü’nü, Dilan adlı romanıyla Madaralı Roman Ödülü’nü kazanıyor. Saragöl ikinci romanı, “bağımsız yaşama uğruna savaş veren bütün hulamlara” ithaf edilmiş, 1974’te yayımlanmış. “Hulam” aslında “gulam”dır belki, bildiğimiz maraba, gerçi marabaların ürünlerden haklarını aldıklarını düşünürsek hakları elinden alınmış köle demek daha doğru. Anlatının merkezinde yer alan köye saldıranlar, traktör alındığı zaman yakmaya çalışanlar ve köylülere saldıranlar ağaların hulamları.
Polat hemen her bölümde ayrı bir mesaj verme gayretinde olduğu için Doğu’nun çeşitli çarpıklıklarına yer veriyor, ilk bölümde Dılo’nun Seyro’ya karşı davranışlarını ağaların kadınlara karşı ne kadar kıyıcı olabildiklerini göstermek için anlata anlata bitirememiş. Dılo bir bey, haliyle toprağı var, üçüncü eşinden bıkmak üzere. Uzunca bir uyanış müsameresi, gündelik hayata dair çok değerli detaylar, ardından Seyro’nun çektiği işkence. Dılo parayı bastırıp aldığı yeni eşinden de bıkmak üzeredir, komşu ağa Cımşid’in kızı Dılan’a vurulmuştur çünkü, altına onu aldıktan sonra Seyro’yu da diğer iki eşinin yanına, toprak ve hayvanla boğuşmak üzere güneşin altında yanmaya, karın altında donmaya gönderecektir. Misafirlerinin yardımıyla Dılan’ı almayı düşünmektedir çünkü, Kemalettin ve Macit yerel yönetimin önemli insanları olarak ağaların işlerini yürütmekte, cukkaya bakmakta ve ne bulurlarsa yemektedirler. Macit yeni kazandığı bir davayı anlatır, Saragöl’ün topraklarının Cımşid’e ait olduğunu ispatlamıştır, böylece Dılo’nun Dilan’a dair isteğinde kilit role sahip olmuştur. Toprak mevzusu tipik, zamanında Saragöl’ün köylüleri Cımşid’in paşa babasına iki yüz altın verip o toprakları alırlar ama Cımşid efendi elde tapu mapu olmadığı için o topraklara konmak istemektedir, kendi topraklarını makinelerle ne kadar delik deşik etse de istediği kadar ürün elde edememektedir çünkü. Üç karakterin muhabbetinden bu kadarını öğreniriz, Ermenilerin dahil olduğu bölümleri Saragöllülerin meclisinde öğreneceğiz.
İlk bölümün haricinde Polat manzaralar çizer ama ne manzaralar, tasvir dersi adeta. Lirizmle dolu bu birkaç paragraflık kısımlardan sonra anlatının akışı sürer, Nuro ve Kazo nam iki yiğidin dere tepe gidip köye dönüşlerini takip ederiz. Mahkemeden çıkan olumsuz haberi köye ulaştırmak için hızlıca yürürler, mutsuzlukları dağı taşı inletir adeta, kara haberi nasıl vereceklerini düşünürler. Vardıkları zaman durum yüzlerinden okunur, hemen o gece Apo Mıkko’nun, köyün en yaşlısının evinde toplantı tertiplenir. Bu toplantıda yaşlılarla gençler iki cepheye ayrılırlar, yaşlılar göçmekten hulam olmaya pek çok ihtimale açık olduklarını dile getirirlerken gençler ölmek pahasına mücadele etmekten bahsederler. Atışmalardan sonra sözü Mıkko alır, Saragöl’ün II. Abdülhamid’e varan geçmişinden bahsederek tek bir ders verir herkese. Hikâyedeki aşklara hiç değinmeyeceğim, dram katmak için anlatıya katık edildiği besbelli. Zamanında malum padişah Doğu’nun ağalarını toplar, Ermenilerin bir işler peşinde olduğunu, çok dikkatli olmaları gerektiğini söyler, toprakları aralarında pay ederek geri gönderir. Ağalardan biri Cımşid’in babasıdır, başlarda ortalıkta görülmez pek. Saragöl’ün insanlarının o topraklara nasıl geldiklerini görürüz, her yerden kovula kovula nihayet rahat edecekleri toprakları bulurlar, Cımşid’in haracını da ödeyecek kadar gelir sağlarlar, bir süre mutlu mesut yaşarlar. Yakınlardaki Ermeni köyünden sakınırlar başta, görürler ki Ermeniler çok cana yakın insanlar, kaynaşırlar hemen. Ermeniler gelip Kürt köyünü inşa ederler, küçük Mıkko’nun ailesiyle Ermeni ailelerden biri dost olur, mal alıp verirler, tarım aletlerini paylaşırlar, pek sevişirler de. Sonra Ermeni ailenin evine Rusya’dan bir adam gelir, Mıkko’ya ters ters bakar, ailedekiler de soğuk davranınca Mıkko kös kös evine döner. Aralarındaki bağ zayıflamıştır, birbirlerine düşman olurlar resmen. Kürt tarafını da başkaları fiştekler ve savaş başlar, önce Mıkko’nun köyü basılır. Katliam. Kesilen kafalar, ikiye bölünen vücutlar, tam bir kıyım. Bir koşu Cımşid’in babasına haber uçurulur, hulamlar toplanır ve Ermeni köyünü basarlar, bu kez orada taş üstünde taş kalmaz. Ermenilerden bir daha bahsedilmeyecektir anlatıda, Kürt ağaların Türk yöneticilerle bir olup Kürt köylerini ortadan kaldırma çabalarını göreceğiz. Cımşid’in adamları köyü basarlar, sonra köylüler kadınlarını Cımşid’in mekânına gönderirler, evde dayak yiyen kadınların onca bağırışından sonra ağanın adamlarından yedikleri sopaya rağmen gıklarının çıkmamasını överler. Sonrasında hayvanları suvarmayı engelleyen Cımşid’den Dılo’ya sığınırlar, Dılo zaten Cımşid’e kin güttüğü için komşu köylülerin isteklerini yerine getirir, evlerini korudukları için onlara türlü ihsanda bulunur. Eh, ağalar hemen anlaşır, Cımşid aslında töreye uyduğunu ve Kemalettin’le Macit’i ilk ziyaretlerinde evliliğe izin vermediğini, ikinci ziyarette izin vermeye niyetli olduğunu söyler, tabii Dılo’nun düşmanlık güdeceğini tahmin etmemiştir. Neyse, anlaşırlar, Cımşid kızını Dılo’ya verir ve Dılo hemen taraf değiştirerek Saragöl’ü sırtından bıçaklar. Köy tekrar toplanır, tarım yapmaya karar verirler. Son hayvanları da satarak aldıkları traktörü yakmaya gelen adamları savuşturduktan sonra nöbet tutmaya başlarlar, anlatı sonlanır. Alelacele bir son, üstelik Cımşid’in edecekleri daha bitmemiş ama halay çekmeye başlıyor köylüler falan, tuhaf işler.
Olaylar 1970’lerin başında geçiyor muhtemelen, yakın zamanda yaşanan isyanlara dair de bilgiler var ama Polat isimleri doğrudan vermemiş, noktaları biz dolduruyoruz. İlk boşluklar muhtemelen Üçüncü Ağrı Ayaklanması’nı işaret ediyor, o dönem bölgede çok sayıda ayaklanma yaşanmış gerçi. Bir de Türk askerine kurşun sıkma meselesi var, Mıkko’nun anlattığı hikâyeye göre “Urus” askeri bölgeyi bastığı zaman köyden çok sayıda erkek savaşmaya gitmiş ve şehit olmuş, ikinci seferde gelenlerin yine Ruslar olduğu düşünülmüş ama Gazi Kemal’in askerleriymiş, sıktıkları kurşunlara karşılık tepelerine bombalar yağmış ve mahvolmuşlar. Bu mücadelelere dair satır aralarında bilgiler var, ben mevzuya tam vakıf olmadığım için araştıramadım ama bilenler Polat’ın gölgede bıraktıklarıyla tarihi gerçekleri eşleştirebilirler.
Roman tekniği açısında basbayağı kötü bir roman bu, yine de okuması keyif veriyor, o topraklarda doğup büyüyen Polat’ın içeriden bir gözle anlattıklarını da düşününce şans verilmeli bence.
Ek: İki yüz altın meselesini unuttum, Saragöl tayfası satın aldıkları toprakları o dost Ermenilerin yakılan evlerinden yürütüyorlar. Evet.
Cevap yaz