Odadan odaya yaratılan dünyalar yetmemiş gibi Rolin’in arkadaşlarının odaları da işin içine girince benzer odalar, aynı karakterler, farklı hikâyeler çıkmış ortaya. Rolin belki de farklı bir örgütün devreye girerek arkadaşlarına metinler yazdırdığını söylüyor, Semprun ve Toussaint ayak uydurmuşlar, bazı arkadaşlar farklı bir şeyler deniyorlar, bazıları Rolin’in metnini değerlendirerek kendi odasında bir obje haline getiriyor, Rolin’in metnini oluşturan onca metinden türeyen onca metinden türeyen onca metinden. Fikir Semprun’den çıkıyor, herkes bir otel odasını yazsa ya? Echenoz nasıl yazardı acaba? Hangi örgütten kaçar, Rolin’le nasıl bir ilişki kurardı? Bir devletin ajanıdır, Rolin’i öldürmek için tutulmuştur, odalar yan yanadır, aynı anda yapılan tasvirler odaların aynılığını farklı biçimlere sokar, neler neler olur da öyküleşir. Dünya birdir, odalar da aslında birdir ama onca bakış açısı manzaraları çoğaltır, gözler başka başka görür. Öyle olmasa da olur, hangi odanın kime ait olduğunu üsluptan mı ayırırız, Rolin’in anlatılara dâhil olup olmamasından mı? Öykünme üsluba da sirayet etmiştir, Rolin kendini yazar arkadaşlarının metinlerine ekler bir şekilde, hemen her öyküde en azından hayaletini bırakır. Önce Sırça Otel’de Bir Oda‘yı okumalı, bir dünya gönderme, karakterlerin özellikleri kaçırılır yoksa, metnin tadı çıkmaz. Sıra bu kitaba gelince Rolin’in sıralamasına dikkat etmemeli, orada bir şey yok, Perec’in dizgesini kullanmamış, alfabetik düzeni yeğlemiş. Perec’in hayata geçiremediği planı uyguladığı için yeterince Perec var metinde zaten, hatta şehir yaratma bağlamında Calvino da var, daha da birçok isim var, yazarlar karakterleştirdikleri benliklerini istedikleri yazarlarla besliyorlar, birinin şiiri, birinin öyküsü, kitaplar, sayısız gönderge, takip edilirse başka metinlerle sıkı bağlar kurulabilir. Çehov’dan bir metin örneğin, ilk öyküde. Işığa gömülmüş karakter çalan telefonlara bakmıyor, Crook’u bekleyerek eyleme geçmeye hazırlanıyor, kim bilir neyi nereden kaçıracaklar veya kimi öldürüp kayıplara karışacaklar bilmiyoruz, sadece durmadan çalan telefonlar, geride bırakılan bir bavul ve karakterin yanına aldığı kitap kalıyor elde. Şehir hayali, karakter yanına hiçbir eşyasını almak zorunda değil ama her an okumaya vakit ayırabilir, kitabını her koşulda yanına alacaktı zaten. Yana alma hikâyesi sonuçta, telefon çoktan açılmış. Çehov anlatıyor, duymuyoruz. Jean-Christophe Bailly’nin öyküsü. Çoğu yazarı hiç okuyamayacağız belki, metinleri Türkçeye çevrilmeyecek, burada karşılaştıklarımızla yetinmek zorundayız.
“Marsilya’daki o otel odası üstüne”, Auteil Sokağı rolü yapan otel üzerinedir, anlatıcı Rolin’in metnini okumuşsa da aynı listeleri yapmak istemez. Çalar saatler, duvar kâğıtları, sandalyeler ona oldukça uzaktır, odanın ölçülerine bile yer vermez. Rolin’in dışında odalara hastalıklı bir biçimde bağlanan bir tek Rolling Stones’un davulcusu Charlie Watts’ı tanıdığını söyler. 1970’ten itibaren kaldığı her odanın resmini çizer Watts, üç kalem kullanır, diğerleri partilerde takılırken odasına çıkıp çizimiyle uğraşır. Rolin’in sözcüklerle yaptığını o çizgilerle yapar, çalışmalarının çoğu yayımlanmıştır ve hepsi gerçeğe uygundur, Rolin gibi üfürme işlere girmez, ne gördüyse onu çizer. Rolin de ne gördüyse onu anlatır, zihnindeki görüntüler algıyla elde edilmemişse de sorun değil, odaların varlığını sorgulamak metnin, okurun veya yazarın işi değildir. Her neyse, anlatıcının Marsilya’da geçirdiği iki geceden hatırladığı hiçbir şey yoktur, Rolin’in Sırça Otel’i hatırlayamamasıyla aynı. İlk kitabını yeni yayımlamış bir yazar olarak oradan oraya gidip etkinliklere katılmayı sever, kitabıyla ilgili etkinliklerde boy gösterir, sayısız odada kalır ve hepsini hatırlar, Marsilya’daki hariç. “O oteli bütün bir yıl boyunca aradım, aklımda kaldığı kadarıyla. Uzun zaman aradım, yemin ederim, sokaklarda dolaştım, bina cephelerini inceledim, doğru yolda olduğumu gösteren hiçbir ipucuna rastlamadım, hiç kanıt bulamadım, aman canım neyse işte.” (s. 25) Küçük bir gökyüzü parçasını hatırlar bir, bulutların konumlarından bir şeyler çıkarmaya yeltenmez zira bulutlar, odalar ve oteller hareket halindedir, durdukları yerde durmazlar, şehirler gibi yer değiştirirler. Anlatıcı kurmacayla gerçeklik arasındaki ilişkiye değinerek akıl almaz öykülerin gerçeklik yanılsaması yarattığı müddetçe inanılır olduğunu söyler. “Kafa davula dönmüş, kendi öykünüz yankılanıyor içinde, sizi oraya getiren şeyler.” (s. 26) François Bon öyküsü. Karakterler farklı sebeplerle oradalar, biri nereye gittiğini bilmediğini, olup biten şeylerden başka bir şey yazmayı bilmediğini söyler ve kısa bir süreçte başına gelen olayları sıralar. Kaldığı odaları arkadaşının isteğiyle yazmaya başlayan da vardır, Rolin’in zamansız ölümü -metindeki Rolin’in tabii, metnin dışında zaten yaşadığını varsayabiliriz, çok istersek bilebiliriz bile- çoğu isteğini son istek haline getirince anlatıcı arkadaşını anar, kaçığın teki olduğunu düşünür, bir yandan da çok sever hergeleyi. Muzip bir sıyırma: Flaubert okumalarından ötürü betimlemelere karşı korku geliştirmiştir anlatıcı, bu yüzden odaları yaratmaz da bir parçası olduğu koşturmalara değinir. Bassam’la birlikte aynı odada kalmaktadır, devrik diktatör terörizmden siyasete geçtikten sonra bir süre krallar gibi yaşamışsa da -kraldır aslında, makul- bir süre sonra devrilir, anlatıcının yardımına ihtiyaç duyar. Raporlar arka arkaya sıralanırken Bassam’ın davetiyle ortadan kaybolurlar. Norveç’te balık avcılığı. Somon avlamak çok ciddi bir iş, iki insanın ortadan kaybolmasından, sahte raporlardan ve yaşamaktan daha ciddi. Patrick Deville’in öyküsü aralarında en iyisi belki, kitapları Can’dan çıktı üstelik, göz atılmalı. Saraybosna, 2004. Şampiyona maçları oynanıyor, Sırbistan-Bosna Hersek maçı faciaya gebe. Ticari bir ajan saf dışı edilecek, futbolu da seviyorsa maç sırasında bulunabilir. Stada gidemez, maç izlenecek izbe noktalar aranmalı. Bir yıl sonra Brezilya-Hırvatistan maçı sırasında bulunuyor adam, saklandığı depoda birkaç televizyon açık, her ekran farklı bir maçı gösteriyor. İnfaz için yola çıktıklarında müstakbel ölü hâlâ maçın sonucunu merak ediyor, elleri ve ağzı bağlanmış haldeyken sürücünün radyoyu açmasıyla muradına eriyor. Mutsuz gibi son. Echenoz’un ayrıntılardan yırtması da kurgusal bir katakulliye dayalı, güç kullanarak yere yatırılıp bağlandıktan sonra odanın durumuna bakamayacak kadar derdi olduğunu söylüyor, öykünün geri kalanında çocukken huzur bulduğu şeyleri o otel odasına taşıyarak rahatlamaya çalışıyor. Uzak bir zamana yerleştirilen öyküde at arabalarının seslerinin duvarlarda yankılandığını işitiyoruz, odanın tasviri yapılıyor ama çıkıntılık da var işin içinde: “Dikdörtgen oda altı metreye dört metre. Açıklama aptalca çünkü o dönemde kimse böyle ölçüm yapmazdı.” (s. 88) Yazarlar oyun oynadıklarını sezdiriyorlar, kurguya zarar vermeden yapıyorlar bunu, çok eğlenceli.
Hartog’un öyküsüyle bitireyim, kurmacanın içinden eleştirinin sesi geliyor. Rolin’in bölüm sonlarında yer verdiği malzemeler, örneğin kitaplar, kartpostallar, metinler neyin üzerine yazılmışsa onlar bu öyküde kullanılmış, en başta. Bellekle ilgili bir iki düşünce, anlatıcının buluştuğu adam tarihle ilgilenmediğini ama her şeyin de yazılamayacağını söylüyor, örneğin toplama kamplarının var olmadığını söylemek öylesi bir varlığa hakaret, var çünkü, varlığı iddia konusu olamayacak ölçüde var, o halde var oldukları söylenebilecek var olmayanlara yönelmeli. Anlatıcı odasına dönüyor ve Rolin’in kitabını açıyor ve göstergeleri incelemeye başlıyor. Eleştirmenler tatlı tatlı iğneleniyor kitapta, bütün karakterler yazarın/anlatıcının yaşamının kurgusunu zenginleştirsinler diye oradalar sanki, yardımcı roldeler. Arka kapakta kitabın roman olduğu iddia ediliyor, belki. Bilgiç bir tarz, yazar ne yaptığını iyi biliyor, anlatım teknikleriyle hikâyeye taklalar attırıyor, hoş. Teknikleri ilk o bulmadı tabii. “Kuşkusuz, peki ama bu açıdan Batı yazını Homeros’tan beri çok daha iyi bir şey yaptı mı? Onun Odysseus’u zaten eksiksiz bir kurgu ustasıydı, sınırları altüst ediyordu (gerçeğe yakın olan uydurmanın ya da yutturmacanın tarafındaydı, olağanüstü ya da mucizevi olansa -gemisinin son batışından sonra, kendisini hayran hayran dinleyen Phaiaklara yolculuklarını anlatırken doğruluğun tarafında: Hatta doğruyu söylediğini bildiğimiz tek an budur).” (s. 115) Yazarın Homeros’tan farkı bütün o yolculukları bir şekilde otel odalarından geçirmesi, odaların anlatımını başlı başına bir serüven haline getirmesidir. Bunları yaptığı yetmiyormuş gibi arkadaşlarını da oyununa alet etmiş, herkes ya ölüyor ya da kaçıyor, garip garip işler.
Önce ilk kitap, sonra bu. Kurmacayla uğraşan herkes okumalı.
Cevap yaz