Mailer homofobinin ve kadın düşmanlığının tavan yaptığı bu anlatısında Bukowskicilik oynamak istemiştir, kapkaranlık bir atmosferde bol viskiyle oynarken silahları patlatmış, kafaları kopartmış, eşcinsellerle kadınlara acımamıştır. Eleştiriler bu yöndedir, zaten verdiği röportajlardan ötürü de eleştirilmiştir Mailer, yine de sağlam bir metin koymuş ortaya. Klişelerden beslenmiş, polisiyeye yanlamış, gizemi anlatının sonuna kadar koruyabildiğini söyleyemesek de anlatıcı Tim Madden’ın başına getirdikleriyle okurunun soluğunu kesmiştir. Kesebilir, ben bunu okuyalı bir ayı geçti ama bir iki yerde nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum. Şöyle: “Hii!” İki kanalın çakıştığı noktalar tempoyu düşürür, kurguyu delik deşik eder, örneğin kaybeden tribindeki yazarımız arabasını kanlar içinde bulduktan sonra dahi dehşete düşmez, neler olup bittiğini anlamak için oradan oraya sürüklenirken soğukkanlılığını korur ama nasıl korur, orası muamma. Yazar bu adam, terk edilmiş, eşini özlüyor ve etrafı kan gölüne dönse de sülalesi rahatmış gibi oturup içiyor, sokaklarda dolanıyor, sorgulandığı sırada damla ter dökmüyor. İşkilleniyoruz tabii, onca cinayeti kendisi mi işledi? Hedef şaşırtmaca olabilir, adamımız uyuşturucunun etkisindeyken hiçbir şeyi umursamıyor ama esrardı, kokaindir, bunlara bulaştığını da pek görmüyoruz. İzliyoruz öyle, heyecanlı bir hikâye. Klişeden kasıt şafak sökerken uyandığında hissettikleri, havanın durumu, yıkıklık. Karısının toparlanıp gidişinden sonraki yirmi dördüncü sabah başlıyor mevzu, Madden korkunç bir halde uyanıp bir sigara içmek istiyor ama bırakmış sigarayı, Zeno’dan sonra sigarayı bırakmakta en çok zorlanan karakter Madden olabilir mi diye düşünüyor insan. Böyle bir dünya kişisel sorunlar karakteri inşa ediyor ve Madeleine meselesi karşımıza ilk kez çıkıyor, detaylar yavaş yavaş oturacak yerine sonradan. Âşıklar ama usanmışlar, daha doğrusu Madden usanmış ve eş değiştirmeye sıcak bakıp bakmadığını sormuş Madeleine’e, uygun bir çift bulup yola çıkmışlar, değişmişler, dönüş yolunda Madden kaza yapmış ve sonrasında kendileri de onmayıp ayrılmışlar. Değiştikleri eşlerle birlikte olmuşlar bir süre, Madeleine biraz takılıp yoluna bakmışsa da Madden kendini kaptırmış ve Patty Lareine’le evlenmiş, aşağı yukarı on yıl boyunca evli kalmışlar ve kadın basıp gitmiş sonunda, yalnız adamın hezeyanlarından ve yazarlık tıkanmalarından bıkmış olabilir, belki de sadece karanlık atmosferden kurtulmak için romanın dışına çıkmak istemiştir. Pek de uzaklaşamamış, Madden’ın kenevir yetiştirdiği tarlasına gömüldüğü anlaşılacak bir süre sonra, üstelik Madden’ın takıldığı barda tanıştığı ve birlikte kafayı bulduğu çiftten kadın olanı da öldürülmüş ve tarlaya gömülmüş. Adamımız sabah kendine geldiğinde kafasında fillerin tepişmesinin yanında arabası kan içinde. Gece neler döndüğünü hatırlamıyor, okuru bilinmeyenin orta yerine konumlandırdığını açıklıyor üstüne: “Belleğimin hiç güvenilir gibi olmadığını tekrarlamak isterim. Hatırladıklarımı açık seçik gözümde canlandırabilirim… bazen tabii! Ama bir gece boyunca neler olup bittiğini hiç hatırlayamadığım da çok olur.” (s. 29) Bildiklerimizden bazıları: Gece gelen çiftin amacı yakınlardaki bir malikâneyi satın almak, koca yapının sahibi Madden’ın Exeter’de okuduğu yıllardan arkadaşı Meeks Wardley Hilby III. Suça bulaştıkları için okuldan şutlanıyor ikisi de, sonraları Madden yazarlıkla yolunu bulmaya çalışıyor ama yıllardır yeni bir şey yazamadığı için çürümeye başlamış çoktan, Wardley de tepedeki evde karısını öldürdüğü için hapse atılmış, çıktıktan sonra pek görüşmemişler. Neyse, sabah olur, Madden’ın bedeninde ne zaman yaptırdığını hatırlamadığı bir dövme, arabasında kan, komşuların garip bakışlarından kurtulamıyor tabii, en sonunda Polis Müdürü Alvin Luther Regency’nin sorularına cevap vermek zorunda kalıyor. Müdür pek eşelemiyor durumu, önceki gece neler olduğunu öğrendikten sonra Madden’dan tarlaya bir şey gömdüyse yok etmesi gerektiğini söylüyor. Burada uyanmalıyız, Madden gidip kontrol ettiğinde poşetler içindeki kafaları bulduğu zaman Regency’nin iş çevirebilme ihtimalini denkleme dahil etmeliyiz. Ayyaşın teki o da, üstelik geçmişinde pek çok suça karıştığı için doğrudan tehdit. Madden’la aralarında ne gibi bir husumet olduğunu Madeleine tekrar ortaya çıktığında anlıyoruz.
Madden’ın babası Dougy bodoslamadan dalar, bir arkadaşının cenazesine katıldıktan sonra yakınlardaki oğlunu görmeye gelir. Kendi çapında yazardır o da, oğluna pek iyi bir model olamamıştır ama en azından iki şeyi öğretmiştir: INTER FAECES ET URINAM NASCIMUR, “Bokla sidik arasında geliriz bu dünyaya.” İkinci düsturu sert erkeklerin dans etmeyeceğidir, ayakları yere sağlam basan adam kendini piste atıp göz önüne çıkmaz, erkekliğine halel getirmez, serttir, vurdu mu oturtur. İkisinin de bu niteliğe sahip olmamaları ilginç, Madden’ın sık sık anımsadığı çocukluk yıllarından görüntülere bakarsak Dougy’nin sık sık dalgaya alındığını görürüz, arkadaşları adamı bir türlü rahat bırakmazlar. Madden babası gibi değilse sebebi insanlarla yakın ilişkiler kurmaması herhalde, doğrudan alınmış bir yaşam dersi. Dayanıklılığı da babadan, zamanında birkaç kurşun yemesine rağmen kendisini vuran adamı uzun süre kovalayan Dougy’nin hikâyesi dilden dile yayılmış, Madden gençliğinde tekrar tekrar dinlediğini hatırlıyor. Hatırlamak istediği şeyler değil, zamanı gelince bağlarını olabildiğince koparıp Provincetown’a kapatıyor kendini ve pek kimseyle görüşmeden yaşayıp gidiyor. “Zamanla Provincetown’ın neden tam bana göre bir yer olduğunu anladım. Kimse, yaptığım şeylerin çılgınlık, kaçıklık veya gariplik olduğu kanısında değildi burada. Hepimizin içimizden çıkarmaya çalıştığımız birtakım olağanüstü duyguları vardı, o kadar. Herkes bunu yapabildiği biçimde yapmaya çalışıyordu.” (s. 99) Dövme hariç, dövme tam bir kaçıklık, Madden dövmenin izini sürerken mekânın tekinsiz adamlarıyla konuşmak zorunda kalıyor, Örümcek ve arkadaşlarının işi genellikle bahis işlerini yürütmek olsa da uyuşturucu kaçakçılığı dahil pek çok işi çeviriyorlar. Sonuçta Madden dövmecinin kim olduğunu öğreniyor, adamla konuşmaya gittiğinde önceki gece fırtına gibi geldiğini, silah zoruyla dövme yaptırdığını ve aşağıda bekleyen arabasındakilere bağırdığını öğreniyor. Ağır ağır ortaya çıkan bir hikâye işte, bir süre sonra Madeleine hikâyeye dahil olacak, Madden kadına hâlâ âşık olduğunu anlayacak ama Madeleine’in Regency’yle evlendiğini öğrenecek, kötü şans. Bu durdurmayacak onları tabii, dayanabildikleri kadar görüşmeyecekler, sonra görüşecekler ve Madden kendini tehlikeden tehlikeye attığını anlayacak, Regency’nin kurşunlarıyla ölmesi işten değil. Son karşılaşma sırasında gizem ortaya çıkacak tabii, Madden kurtulacak, babasıyla son kez görüştüğü zaman geçmiş günleri anacaklar ve Dougy cinayetleri işleme ihtimali yüksek olan Madden’a güvenmeye devam edecek, en azından babasıyla arasındaki buzları eritecek Madden. Canını kurtaracak, serseri tayfadan da yakayı sıyıracak, esrarengiz hava ansızın dağılacak ve geriye ince bir tatminsizlik kalacak. Garip bir atmosfer, ne tam suç anlatısı ne de kişisel bunalımların hoşa giden güzellemesi, ortaya karışık bir duygu çorbası. Mailer kurgularını şahane çatıyor tabii, anlatı çizgilerindeki farklı noktaları aydınlattıktan sonra onca olayı, geçmişini boşluk kalmayacak şekilde açığa çıkarıyor, tempoyu düşürmüyor hiç. Madden’ın üfürdüğü onca akıl tutulması, geçmişi hatırlayamama nanesinin bir anda silinip üç gece öncesini hatırlaması kurgunun eksi hanesine yazılmak zorunda, anlık bilinç açılmasının izahı yok. Madeleine’in de alavereye dahil olup olmadığını bilmeyen Madden’ın aşka gelip koşulsuz güvenmesi, zamanında terk ettiği kadına tekrar tutulması orta noktada yer alıyor sanırım, mevzu aşksa insanın irrasyonelliğini eleştirmek gevezelik.
Yeni baskısı yok, zamanında İnkılâp basmış, Belkıs Çorakçı çevirmiş. Sahaflarda denk gelen alsın, bir Çıplak ve Ölü değil ama Mailer işte.
Cevap yaz