The Last Duel‘ın üzerine denk geldi, Mahfuz başı sonu belli bir zaman aralığındaki olayları dört farklı bakış açısıyla aktarırken farklı sınıflardan gelen, siyasi görüşleri farklı karakterleri Miramar Pansiyon’da tokuşturarak toplumunun bölünmüşlüğünü gösteriyor. Karakterler yeni bir başlangıç yapabilmek için gönüllü veya zorunlu sürgünlükleriyle başa çıkmak zorunda, birbirleriyle de tabii. Önce Emir Vecdi’nin gözünden göreceğiz, İskenderiye’ye yıllar sonra döner dönmez sevgili Mariana’sını görmek istiyor, Miramar’ın sahibini. Geçmişten bir parça tutku karışıyor sözcüklere ama ikisi de yaşlanmış, Vecdi zaten ömrünün sonbaharında. Kirayı konuşuyorlar, dört karakter de kirayı konuşacak çünkü Mariana’nın eli sıkı, en ufak bir tartışmada ortaya çıkıp tarafları sakinleştirmeye çalışıyor ve gerekirse kovuyor, kimsenin gözünün yaşına bakmayan bu kadının köyden kaçıp özgürlüğünü elde etmeye çalışan Zühre’ye kol kanat germesi anlaşılır, bedel ödemiş çünkü ve ödemeye niyetlilerin yaşamını kolaylaştırmaya çalışıyor. Bunun yanında genç kadını her an harcayabilir, Vecdi’ye göre Mariana çıkarı uğruna hemen her şeyi yapabilir. Erkek müşterilerine genelde kötü odaları vermesi de anlaşılır, intikam konusunda o kadarını yapabiliyor ancak. Vecdi odasında anılarına dalıyor, Dava ve bağımsızlık için yaptıklarını ve gazeteciliğini, herkesin kendisine saygı duyduğunu hatırlıyor. Zaman geçmiş, yazı işleri müdürü “jet çağı yolcusu”nun okuyabileceği bir şeyler istiyor adamdan, mümkün değil. Vecdi’nin çekildiği son köşe Miramar, huzur dolu günler geçirmek istiyor ama Zühre’nin ortaya çıkışı, ardından üç adamın pansiyona teker teker damlaması türlü olayın arasında kalmasına yol açacak. İki eski dostun muhabbetlerinden Mariana’nın acılarına şahit oluyoruz, ilk devrim kocasını öldürmüş, ikinci devrim de parasını alıp halkını kovmuş. Yunan Mariana orada doğmuş, Atina’yı hiç görmemiş, sürgüne gitmek gibi olacağından Yunanistan’a gitmeyi istemiyor. Devrimlere karşı mesafeli, hayatındaki ilk ve tek aşkı olan ilk kocasını öğrencilerin öldürmesinden yıllar sonra pansiyonunda öğrencilere de yer vermesi ironik. Anılarını yazacak kadar yaşamış, Vecdi de kendi anılarını düşününce kitap gözlerinin önüne geliyor ama çok geç, gazete yazılarında değindiği Halk Partisi, Vafd Partisi ve diğer siyasi yapılanmalar üzerinde duruyor ara ara. “Hoşuma gitmeyen Müslüman Kardeşler, anlamadığım Komünistler. Bütün siyasi akımları üstlenen Temmuz Devrimi ve anlamı. Aşk hayatım ve Muhammed Ali Caddesi. Evliliğe karşı kararlılıkla duruşum.” (s. 16) Birkaç cümleyle özetlenen yaşamın siyasi boyutunu bilmek için araştırma yapmak gerekiyor biraz, devrimler ve partiler hakkında dipnot düşülmemiş. Vecdi’nin anlattığınca bileceğiz, bir de adamın sık sık Kuran okuduğunu göreceğiz ki her karakterin ayrı bir sesi olmasa da özgün bir anlatım tekniği var, örneğin Vecdi kutsal kitaptan alıntılara sıklıkla yer veriyor, başka bir karakter anı parçalarından çıkardığı diyalogları pansiyondaki yaşamı sırasında sık sık duyuyor, bu yöntemle anlatıcılar ayrıştırılmış. Tolba Bey Marzuk’la Vecdi’nin çekişmesi bir başka çatışma kaynağı, Marzuk kral yardakçısı olduğu dönemlerde Vafd Partisi’nin düşmanlarından biri olduğu için siyasi mücadeleyi kaybedince mal varlığına kısa süre önce el konmuş, haliyle Vafd destekçisi Vecdi’yle atışıyor. İkisi de yaşlı, eski düşmanlığı sürdürecek güçleri yok ama bu durum siyasi tartışmaların başlamasına engel değil. Her şeyin kötüye gitmeye başlamasını Saad Zaglul’a bağlıyor Marzuk, Vecdi bu iddianın saçmalığına gülünce Marzuk cevap veriyor: “‘Bütün dertler onun başının altından çıktı. Şu sınıf meselesi. Ondaki o arsızlık, kralla küstahça tartışıp halka yaltaklanması sadece bir başlangıçtı. Şer tohumları ekti, Şimdi de o tohumlar kanser gibi her birimizin sonunu getirecek.’” (s. 22) Zaglul halk arasında kahraman olarak bilinen milliyetçi bir lider, iktidardaki Vefd’in zayıflamasından önce partinin başı. Temmuz Devrimi’yle birlikte genç subaylar eski yönetimin kalıntılarını ortadan kaldırırken parti kapatılıyor, kodamanların malları ellerinden alınıyor, devrim gibi devrim. Vecdi’den devam, Zühre pansiyonda çalışmaya başladığı zaman belki de çocuğu olmadığından Zühre’yi kendi kızı gibi görmeye başlıyor ve elinden gelen yardımı esirgemiyor. Pansiyona taşınan Hüsnü Allam ve Serhan el-Beheri kadın için baş ağrısına dönüştüklerinde Vecdi akıl hocası olacak bu kez, Zühre eğitim görmeye başlayıp köyden gelen akrabalarına geri dönmeyeceğini söylediğinde yanında olacak. İki adam arasındaki kavgaların sebebini anlıyor, Serhan el-Beheri’nin öldürülmesini soğukkanlılıkla karşılıyor, böylece anlatı çizgisinin sonuna varıyoruz. Başa dönüp Hüsnü Allam’ın bakış açısıyla her şeyi baştan göreceğiz.
Eğitimsiz, arazi zengini Allam öfkeyle dolu, artık eğitimler güruhunun sözü geçtiği için gücünü yitirmiş. Ferikiko diye hitap ettiği biriyle konuşuyor sık sık, kendisiyle konuştuğunu da düşünebiliriz, bu da onun özgünlüğü. Zamanında evlenmek istemiş ama reddedilmiş, âşık olabileceğini hiç sanmıyormuş kadın, üstelik toprağın artık değersiz olduğunu söylemiş. Hayallerinden koparılan bir adam Allam, kaotik, kaybedeceği bir şey yok. “Sınıfım batan gemide beni dalgalara terk ettiyse ne olmuş? Hiçbir şeye sadık olmamak; özgür, tamamen özgür, sınıfının, ülkenin veya herhangi bir görevin üstünde hak iddia etmesinden muaf olmak ne harika.” (s. 69) Pansiyona taşındığında Devrim’e övgüler düzenlere sesini çıkarmıyor, muhbirlerden korkuyor. Topraklarını satıp İskenderiye’ye yerleşme niyetinde, Zühre’ye sahip olmaya da çalışıyor arada ama kızın gönlü Serhan’da olduğu için başarılı olamıyor, birbirlerine giriyorlar iki kez. Bir kezinde Serhan’ı pansiyona kadar takip eden bir kadının çıkardığı tantanaya şahit oluyor, belli ki onun da metresi veya terk ettiği öfkeli bir kadın var, kimse suçsuz değil, dolayısıyla Serhan’ın öldürülmesine üzülmüyor. Geçmişine üzülüyor bir, abisinin zorlamasıyla hiç istemediği bir yaşam çizgisinde yürüdüğüne, Devrim’e üzülüyor.
“Mansur Bahi”. Abisi emniyet müdürü, kendisi İskenderiye Radyosu’nda çalışıyor. Geçmişinden kaçıyor o da, üniversiteden arkadaşı Fevzi hapse girdikten sonra Düriye’yi uzun süre görmemiş, hızlı davranmadığı için âşık olduğu kadının Fevzi’yle evlenmesini izlemek zorunda kalmış. Daha da kötüsü abisinin baskısıyla davadan kopmuş ve casus olarak tekrar ortaya çıktığı düşünülüyor, Düriye’ye böyle bir şeyin olmadığını inandırmak için akla karayı seçtikten sonra kadını eşinden ayrılmaya ikna etse de son adımı atamıyor, Zühre’ye tutulduğu için Düriye’yi yarı yolda bırakıyor. Sadece Mansur’un bölümünde görülebilen güzel geçişlerden birinden bahsetmeliyim bu noktada, sohbet sırasında Emir Vecdi’nin ihanetle ilgili söyledikleri Mansur’un hemen anılarına dönmesine yol açıyor ve Fevzi’ye ihanet edip edemeyeceğini düşündüğü parçayı tekrar yaşayıp kendi zamanına geri dönüyor, güzel oyun. Mansur’un Serhan’ı takip edip öldürmesinden sonra Serhan el-Beheri’ye geliyoruz nihayet, aralarındaki en bencil, narsisist adam olan Serhan memurlukla bir yere gelemeyeceğini anlayınca kaçakçılık yapabileceklerini söyleyen arkadaşına uyuyor ve parasını bu işe yatırıyor. Yaşamı gibi bu iş de fiyaskoyla sonuçlanmadan önce Zühre’nin kalbini çalacak, sonra Zühre’nin öğretmeniyle sözlenecek ve iki kadınla ilişkisini bir arada götürmeye çalışacak ama patlayacak mevzu, acı son. Çıkarcı, yırtmak isteyen tayfayı temsil ediyor Serhan, siyasetle ilgisi pek yok. Anlatıcı görevini üstlenen üç adamın geçmişi ve zıt fikirlilerle çatışmaları 1950’li yılların Mısır’ını özetlemeye yeterli, arka kapakta yazdığına göre John Fowles bu romanın gazetelerdeki binlerce yazının ya da televizyondaki belgesellerin yapamadığını başararak bir ulusun psikolojisini yakından tanıma ayrıcalığını bahşettiğini söylemiş.
Konu olarak tipik bir Mahfuz romanı, anlatım biçimiyle parlıyor daha çok. Okunası.
Cevap yaz