Mahfuz’un karakterleri konuşurlarken sıradan cümleler kurmazlar çoğunlukla, diyaloglar imgeler ve benzetmelerle doludur. Bu mevzu iyidir, kurguyu da besler. Dilenci‘deki diyalog kopukluğu biraz çeviriden kaynaklanıyor sanırım, anlamı zorlukla izleyebildiğimiz konuşmalar Alova’nın tercihleri sonucu iyice kopuyor anlatıdan, veciz sözlerin sıralanması haline geliyor. Metnin hangi dilden çevrildiği belirtilmemiş, eksiklik. Mahfuz’un dili, üslubunun özgünlüğü yine duyuluyor ama aksıyor diğer yandan, Kırmızı Kedi’den çıkan metinlerde böyle bir şey yok. Ömer’in gidip gelen zihninin kaosu iyi yansıyor diyaloğa gerçi, o başka. İlginç bir karakter Ömer, Camus veya Sartre’ın herhangi bir metninde yer alsa sırıtmaz. Hoş bir oyunla başlıyor anlatı, ineklerin otladığı ve mavi sonsuzlukta bulutların yüzdüğü doğa tasviri bir anda Ömer’in baktığı resme dönüşüyor, böylece adamın imgeleminin derinliğini en başta görüyoruz. Bu önemli, Ömer’in yıllar önce yazdığı şiirleri ve yaşamını geride bırakma isteğini öğrendiğimizde detaylı tasvir de yerine oturacak. O zamana kadar çekilmesi gereken sıkıntılar var, Ömer yirmi beş yıllık arkadaşının muayenehanesinde bekliyor, zihni bulanmaya başladığı için rahatsız. Kırk beş yaşın ağırlığını, kazandığı davaları düşününce çıkış yolu arıyor, doktor arkadaşına durumdan bahsettiği zaman sıkı bir kontrolden geçiyor ve hiçbir sağlık probleminin olmadığı ortaya çıkıyor, problem psikolojik. Yaşlılık da etkisini gösterdiği için yediğine içtiğine dikkat etmek zorunda Ömer, öğrencilik yıllarındaki kilosunu hayli aştığı için sıkı bir perhize girmesi gerekiyor. Araya dereye siyasî problemleri iyi sıkıştırıyor Mahfuz, düşmanın pusuda olduğunu söyleyen doktora hemen İsrail benzetmesini söylüyor Ömer, vatanperverliği geçmişte kaldıysa da o günlerin olayları sık sık karşısına çıkıyor. Üç yakın arkadaş: Osman, Ömer ve Muzaffer üniversite zamanlarında devrim için uğraşırlarken bombalama eylemini haber alan güvenlik kuvvetleri Osman’ı yakalayarak hapse atıyorlar, Osman diğerlerini ele vermediği için Ömer ve Muzaffer kurtularak yaşamlarını sürdürüyorlar. Sosyalist hükümet başa geçtiği zaman davanın kazanıldığını düşünerek devrimciliği bırakıyorlar, Muzaffer gazetecilik yaparak ünlü oluyor, Ömer her iyi avukat gibi zengin oluyor ve kaygısız, rahat bir hayata balıklama atlıyor. Eşi Zeynep’i Kıpti ailesinden kopararak Müslüman olmasını sağladıktan sonra mutlu aslında, yirmi yıla yakın birlikteliklerinden iki kızı var, büyük olanı da kendisi gibi şair olacak belli ki. “Hastalık” diye andığı huzursuzluk giderek büyüyor oysa, uzun zamandır şiir yazmadığı ve pek bir şey okumadığı için sönmeye yüz tutmuş tutkusu ağır ağır yüzeye çıkınca Ömer yaşamında bazı değişiklikler yapmak istediğini fark ediyor, böylece ailesinden kopmaya başlıyor yavaş yavaş. Arkadaşı Muzaffer huzursuzluğun farkında, arkadaşının ne istediğini anlamaya çalışsa da var oluş bunalımlarıyla boğuşan Ömer’in dünyasına göz atması olanaksız, arkadaşının sözcüklerinin karşılığı Muzaffer’de yok, anlayış göstermekten başka bir şey yapamıyor. Ömer eve daha geç gelmeye başlıyor, en sonunda eşinin gözyaşlarıyla karşılaşmak istemediğini anlıyor ve gece takıldığı mekânlardan birinde tanıştığı bir kadın için dayayıp döşediği evde yaşamaya başlıyor. Öncesinde başka bir kadına tutulsa da ansızın ortadan kaybolan kadının ardından bulduğu ikincisiyle aşkı yeniden yakaladığını düşünüyor, yılların bıkkınlığı geride kaldığı için geçici bir mutluluğa kapılıyor yine. Mahfuz bütün bu olayları kısa bölümler halinde sunuyor, tipik tekniği bu.
Ölümle ilgili kaygılar mahvediyor Ömer’i, tutulduğu kadınlara ölümle, Tanrı’yla ilgili düşüncelerini sorduğu zaman aldığı cevaplar tatmin edici değil, kimse o kadar derin düşünmüyor, ağız birliği etmişçesine yaşamın sadece yaşanılacak bir şey olduğunu söylüyorlar. Ömer giderek yalnızlaşıyor, işini boşlamaya başlıyor ve metresini de geride bırakarak başka bir yaşamın özlemiyle savruluyor. Kadınlar ve gece hayatının peşinde zaman geçirdikten sonra Osman çıkıyor bir anda karşısına, yirmi yıllık mahpusluk bittikten sonra eski dostunun yanına gelen Osman’ı hapishanede hiç ziyaret etmemesinin sıkıntısını yaşasa da Osman tepki göstermiyor pek, devrimin yolunda yürümeye devam etmek önemli. Osman’ın ansızın anlatıya girmesiyle politik ögeler ağırlık kazanıyor, sosyalist devletin despotizmine dair belli belirsiz fikirlerden sonra yapılacak çok iş olduğunu söylüyor Osman, herkes eşitlenmediği müddetçe zafer kazanılmış sayılmaz. Hapishaneyi bu yüzden seviyor, orada herkes eşit. Bu da tartışılabilir gerçi, hiyerarşi mahpuslar arasında da mevcut ama sosyalist devlet yönetiminde sınıfsal farklar hapishanede yok olmaya yüz tutmuştur belki, hiç sanmıyorum gerçi. Neyse, Mahfuz diğer metinlerinde bürokratların rüşvete bulaşmalarını daha detaylı bir şekilde anlatsa da bu metinde pek yer vermiyor bu eleştirilere, Ömer’in bunalımından başka bir şeye odaklanmıyor. Osman’ın aydınlanması yeterli gerçi, arkadaşlarının dönekliklerini anlasa da umudunu kesmediği, dünyayı değiştirebileceğine inandığı için bağlantıyı koparmıyor. Ömer’in evine döndüğü sıralar yaşanıyor bunlar, Zeynep hamileyken evden ayrılıp kadınları öldürme hayalleri kurarken eşinin hastaneye kaldırıldığını öğrenince koşturuyor, oğlunu kucağına alıyor ve tutkuyu arayışının sonuna geldiğini hissediyor. Bir süreliğine tabii, Osman’a da bürosunda avukatlık işi vermesine rağmen davaları kaybediyor, iyice içine kapanıyor ve evden son kez ayrılana dek yalnız başına geziyor, çölün ıssızlığında sabaha karşı izlediği manzara, tepesinde ışıl ışıl parıldayan yıldızlar yalnızlıktan başka bir şey istemediğini anlamasını sağlıyor. “Zeynep’e bütün mal varlığıyla ilgili bir vekaletname vereceğini, işini de bürodaki arkadaşlara bırakacağını söyledi. Bütün kısıtlamalardan kurtulmaya kararlı olduğunu söylüyordu, dünyanın bütün yükünü omuzlarından atacaktı.” (s. 124) Deliliktir yaptığı, bütün tanıdıkları onu durdurmaya çalışır ama Ömer durmaz, hastalığını öne sürerek bütün bağlarını koparır ve tek başına yaşamaya başlar. Gerçeklikle bağları da kopar bu arada, yılanların konuştuğunu, güneşin kocaman bir yaraya döndüğünü, ekmeklerin halay çektiğini falan görür, konuşması mantık sınırlarının dışına çıkar, giderek seyrekleşen ziyaretlerde arkadaşlarını tanımaz. Kopuş ânı evinin basılmasıdır herhalde, Osman yine polislerce aranmaya başladığı zaman Ömer’in evine gelerek saklanması gerektiğini, Ömer’in büyük kızıyla evlendiğini söyler, çocukları olacaktır hatta. Ömer pek bir şey hatırlamaz, tepki göstermez, nihayetinde Osman umudunu belki de ilk kez keser ve çıkıp gider. Mekânı basan polisler o karanlıkta şahane bir beceriksizlik örneği göstererek odada büzülüp kalmış Ömer’i vururlar, neyse ki yara ölümcül değildir, Ömer kurtulur. Akıl sağlığı bir daha yerine gelmez, delilikten kurtulmasının yolu yoktur, şiirle yaşam arasında gidip gelerek arafın daimi misafiri olur.
Mahfuz’un kalburüstü metinlerinden biri değilse de okunası bu, toplumsal boyutu daha geri planda, bireysel bunaltıların derinlemesine işlendiğin bir metin. Çağdaşlaşmaya çalışan bir toplumun çıkmazlarını ele alması Mahfuz’un temel izleklerinden biri, arada kalmış karakterlerin gelenekle çatışmaları kurguya iyi oturmuş. “Ne yapıyorsunuz Ömer Bey?” tepkisi veren çok okur var, yüce aile kurumunun öylesi yerle bir edilmesini kaldıramayanlar olumsuz eleştirilerini dile getirmişler, ilginç. Gerçekte de yaşanan olaylar için kurmacaya kızmak bilişsel açıdan olgunlaşamadığımızı gösteriyor, kurmacanın niteliklerini bir türlü çözemiyoruz ne yazık ki. Ömer’in kararsızlıklarının pek çok kaynağı var oysa, bilincinin yaratıcı kısmını uzun süredir kullanamadığı için rahatsız, ailenin zincirlerinden kolayca kurtulamadığı için huzursuz, devrimden sapmış, eşini sevmiyor, yeni bir hayatı arzuluyor, çatışmanın tam ortasında bir karakter, davranışları o durum içinde son derece normal. İyi bir karakter Ömer, metnin aksaklıkları olmasa daha da iyi olacaktı besbelli. Hasılı bu metni Mahfuz’un birkaç metnini okuduktan sonra okumalı, diğer metinlerine bakınca Mahfuz’un geleneksel anlatısının biraz dışında kaldığını söyleyebiliriz.
Cevap yaz