Nalan Barbarosoğlu – Gümüş Gece

Gecenin bağladığı öykülerin karakterleri başka öykülerde görünebilir, görünmeyebilir, sürpriz beklemeliyiz. Barbarosoğlu’nun ilk kitabındaki iştahı, teknik çeşitliliği beklememeliyiz çünkü biraz törpülenmiş bunlar, daha sakin, aynen derin, biraz daha bombastik, yekten costik. Yani vasat üstü öyküler okuyacağız, mümkünse başkalarına da önereceğiz çünkü vasat üstü öykü nadirattandır, nadir olan akla tez geldiğinden ben öneririm çünkü hatırlarım bu öyküleri, özellikle Gülnaz’ın Bilquis’i andıran tribi ve çocukluğundan getirdiği nefreti dönüştürme biçimiyle at koşturduğu öyküyü. Dedim de geçemedim, ehlileşme neyden kaynaklanıyor acaba, şöyle bir ağırlık, oturaklılık geliyor da uçarılık aklın bir köşesine mi kilitleniyor ne oluyor, öykü sakinleşiyor. Dağınık kalsa daha iyi, belli başlı kuralları olan türdense bulanık, sınırları belirsiz, bir ölçüde geveze anlatı iyidir. Evet. “Kostümlü Hayalet”te iki sesi birden, ardışık biçimde duyuyoruz, bir yandan Gülnaz anlatırken diğer yandan serbest dolaylı kardeşimiz fink atıyor, bu kardeş çoğu öyküde fink attığına göre ses birliğinden de bahsedebiliriz ama her karakterin aynı biçimde anlatması can sıkıcı elbet, bunları araz olarak düşünebiliriz. “Güneş çekilip de akşamın alacası yayılmaya başlarken gecenin kara örtüsünden önce, apartman zemininde, kimsenin dönüp bakmadığı, atılacak eşyaların tıkıştırıldığı, kir pas içindeki merdivenaltında bekleyen ruhum kıpırdanmaya başlar. Aynı apartmanın yedinci katında koltukaltlarım karıncalanır, bacaklarımda ürpertiler dolaşır, çenem ve kaşlarım havaya kalkar, belim dikleşir.” (s. 9) Şimdi apartmanın yedinci katıyla başlayan kısmı alıp başa koyalım, baştakileri de karakterin gündelik yaşamındaki yansımalarıyla, eylemlerini biçimlendirmedeki etkisiyle görelim, tadından yenmez ama çerçeveyi laps diye yapıştırınca, eh, aklımda şöyle bir şey canlanıyor: kamera dağı taşı çekiyor, güneş falan batıyor, sonra dan diye karaktere odaklanıyoruz ama geçiş o kadar hızlı ki baş döndürüyor. Devam ediyor üstelik bu değişim, Altın Boynuz -gerek var mı buna, karakterin niteliğinden aşırı uzak- renk değiştiriyor, minareler ve çan kuleleri ufukta, sonra çatılar seçilmez oluyor. Gece çöktüğünde koca boğanın dizgini oluyor Gülnaz, on yedi yaşındayken üzerinden geçen orduya duyduğu öfke canlanıyor, cinayetlerle doldurduğu heybesini kahkaha biçiminde boşaltıveriyor. Terini atıp duşunu aldıktan sonra hazırlanmaya başlıyor, tek vuruşla iş bitirecek bıçağı hazır, jartiyeri tamam, giyimi on numara, kara kızıl ruju ve peruğu fark edilmesini sağlayacak kadar parlak, artık sokaklara çıkabilir. Fahişeliğinden hemen bahsetmese miydi acaba, yine foldurfoş bir açıklık. Şoförleri dikizlemeye başladığında Tınaz’ı, babasını, “üzerinden geçen erkekleri” düşünüyor, düşünmekle kalıp bir anda foldurfoş açmıyor hayatındaki erkekleri, işte bunu metne yaymak süper. Zamanı gelince, o da gelirse, gelmezse de tamam. Her şeyi anlamak zorunda olmadığımız gibi her şeyle karşılaşmak zorunda da değiliz. Analeptik hareketler Gülnaz’ın geçmişini gözler önüne sererken sokaktaki hikâye akmaya devam eder, iki yönlü seyir. “İlk kez fındık kabuklarının çıtırtıları üstünde tanık olduğum bir irin. Ablamın karnına akıyordu babamdan.” (s. 13) Saklambaç oynarken odunluğa dalan küçük kız, babasıyla ablasını hiç görmediği biçimde görür, ablasının gözleri cam gibi, dişleri dudaklarına kenetli, baba toparlanmaya çalışıyor ve ablasına ne olduğunu soran kıza hiçbir şey olmadığını söyleyip kaçıyor oradan. Ablayı hemen everip unutuyorlar, sanki hiç var olmamış gibi, sonra anne yaşadıklarını içine gömerek ölüyor ve Gülnaz’a yol görünüyor, o evden kurtulmak için Tınaz’ın peşinden gidiyor. Asker eşinin çamaşırları tamam, lojmanın bütün çamaşırlarını yıkayıp üç beş kuruş kazanıyor Gülnaz, erler ve subaylara yatağını açıyor, Tınaz arazi olunca da pılısını pırtısını toplayıp şehre. Kendine patlamamak için erkekleri hedef alır, her bir bedenden kalan tek bir kıl tanesi, belki birkaç, aldığı canların andacıdır. Hırslıdır erkekler, güçsüz, güçsüzlüklerinden güçlü, hoyrat, korkak, kısaca zavallı. Üçüncü sayfa haberlerine yine geçecek o gece Gülnaz, araba yanaşıyor, adamın temiz yüzünden hiç etkilenmiyor çünkü yüzlerin yalan söylediğini öğrenmiş. Kostümlü hayalet olarak geçse mi haberlerde, kim olduğu anlaşılmadıktan sonra her şeye razı.

Kedili ve geceli öyküler, Gülnaz’ı tanıyanların Gülnaz’ı çocukluktan, gençlikten çekip çıkardığı öyküler, sonra camın diğer tarafı: “Yağmur Temizliği”. Hemen gecenin kimlikleri, uyandırdıkları, onlar olmadan ve yığılmadan atmosfer oluşmayacakmış gibi: “Meydandayız…. Dört bir yanındaki kavşaklarla kentin içlerine uzanan bir meydan. Şıkır şıkır ışıklar geceyi yutar burada…. Gece ise insanları. Gün ışığının maskeleri çıkarılır gecede. Kendiliğinden. Gecenin karanlığı yüz çizgilerini yeniden çizer, renkleri değiştirir.” (s. 47) Yığmaca betimleme diye bir şey uydurmuş muydum, uyduruyorum. Metinde şişkinlik oluşturmalarına mahal vermemeli bunların. Dağıtmalı. Kendini unutan biri var meydanda, dolanıyor, sık sık oraya gelip kişiliğini bir anlığına kaldırıma bırakmak istiyor ama beceremiyor. Veysel. Spotların turuncusuna, sarısına karışıyor arabasına aldığı kadının kokusu. Gülnaz. Sessizce ilerliyorlar gecede, Gülnaz’ın saçları rüzgârda uçuşuyor, bir o kaybolmuyor gecede, Veysel’in ellerine sakarlık geldiğine göre Veysel tutulması yaşanıyor o an, kalbin güp gübü karanlıkta duyulacak kadar. Çalıştığı otoparktan çıkıp evine gitmek istemiyor Veysel, Asuman’ın hangi eşyaları yenilediğini, hangilerinden memnun olmayıp yenileme çalışmalarını sürdüreceğini duymak istemiyor. Hikâyesi biraz dandik ama iş görür, bu tüketim açlığının sebebi çocuklarının olmaması, çocuklarının olmamasının sebebi Veysel’in gençken mahalle maçında uçup kurtardığı penaltı. Mahalleli maçı izliyor, Veysel abanılan topa uçuyor, testislerine tak! Gözlerinden akan yaşları mutluluğa veriyor mahalleli, Veysel omuzlarda, muzaffer bir komutan gibi taşınıyor oradan oraya, oysa o sırada müstakbel çocuklarına veda ediyor da bilmiyor. Asuman geceleri kaybolan eşini merak etmiyor değil, adamın nereye gidip durduğunu bilmiyor. Bilemez, hiç konuşmuyor Veysel. “Sessizliği… Sessizlikti Veysel. Asuman’a soracak olursanız kocaman bir sessizlik. Bir de dölsüz. Sarı yüzlü bir dölsüzdü Veysel. Belki kendisiydi Asuman’ın dölsüz olan. Ama bilemiyordu yine de. Ocaktaki kadın doktor, ‘Maşallah, sapasağlamsınız’ demişti kendisine. ‘Günü ayarlayamıyorsunuzdur belki’ derken gözlerini kaçırmıştı sonra da.” (s. 53) Dokuz yıldır bir kez sesini yükseltmemiş, elini kaldırmamıştır Veysel, yine de yarımdır, kapıyı vurup çıkmaları meşhurdur. Parasızlıktan diye düşünmüştür Asuman, ince kadındır, evin karşısındaki ütücüye girip kendi parasını kazanmaya başlayınca bir şeylerin değişeceğini düşünür ama sessizlik sürer. Ona bile razıdır gerçi Asuman, geceye uzanan bekleyişlerinin son bulmasını ister. Veysel o sıra Gülnaz’la sizli bizli konuşmaktadır, önce bir yemek yemeyi teklif eder ama taksimetre işlemektedir, kabaca hatırlatır Gülnaz. Veysel boyun eğer, içini dökmeyi sürdürür en azından, Gülnaz’ın ekşi yüzünü fark etmez o karanlıkta. Parayı verir, sonra ilk kez içini sızlatır Gülnaz’ın, sevgiye muhtaç bir çocuk gibi görünür o an. Bir iki okşayış, Gülnaz’ın saçları, sessizlik. Veysel başını Gülnaz’ın ellerine bırakır, pozisyon alan Gülnaz bacaklarıyla Veysel’in boğazını sıkmaya başlar. Önce bir toparlanmaya çalışır da kendini bırakıverir Veysel, hikâyesinin öylece sonlanmasını kabullenmiştir. Adem abisinin arabasını habersiz aldığı için pişman olur yaşadığı son anlarda, gülmek ister, sonra kendinden geçer. “Parmağında alyansı var. Kalsın. Rahatlamış görünüyor. Hafiflemiş. Her şey bu kadar işte. Bitti. Ne kaldı senden geriye genç adam? Benimki gibi vardır sende de mesela kuşları duyduğumda içimde oynaşan kıpırtı gibi birkaç sevinçli anı, birkaç nedeni anlaşılamayan cinayet. Tıpkı diğer erkeklerin ve kadınların geçmişinde ya da geleceğinde olduğu gibi. Biraz Tınaz’ınkine, biraz babamınkine benzeyen. Bu kadar. Sonrası? Sonrası yok.” (s. 60) Anlatıcının aklı her yere erişir, kendi doluluğunu Gülnaz’ınkiymiş gibi gösterir, karakterleri rahat bırakmaz. Kabul yine de, öykü kurtarıyor. Barbarosoğlu sıkı öykücü.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!