Andhreas Staikos’un Tehlikeli Yemekler nam romanı tam tutku, takıntı anlatısıydı, iki karakter yaptıkları yemeklerle sevdikleri kadını etkilemeye çalışırken katakulliler havalarda uçuşuyor, niş yemekler için gereken malzemeleri aramaları bile hikâyeciklere dönüşüyordu. Her bölümün sonunda adamların yaptıkları yemeğin tarifi ne büyük emek sarf ettiklerini gösterirken kadının tat şelalelerinde su aygırı gibi tekerlendiğini hayal edebilirdik, zaten lezzetin imgeleri de ikinci bir su aygırı olarak devrilip duruyordu aralarda, iyiydi. Daha az tekerlenmeli, devrilmeli olanı, ayrıca kokteyl versiyonlusu Hervé Le Tellier’den Bar Sonatları‘dır, çok sağlam metindir bu da, hatta Staikos’unkinden iyidir diyeceğim. Şapşal erkeklerin koşturmacaları yoktur bunda, bar familyasının yaşamları, özellikle dertleri dökülür ortalığa, bazen barı kapamazlar da sabaha kadar takılırlar da hüzünlerini hafifletmeye çalışırlar. Tören gibidir o kokteyllerin hazırlanışı, sanki her acı için ayrı bir tarif bulunmaktadır da kaçırılmış fırsatlara, kırılmış kalplere kapanmaktadır perde. Falan, vıcık vıcık ettim ortalığı, tamam. Barbery’nin romanının tam karşılığı değil ama en yakını La passion de Dodin Bouffant olsa gerek, filmde ağır burjuva gurmelerimizin yemeklere dair yorumlarını, yorumların genişletilmişini romandaki gurmemizden duyarız: “Evet, rehavet; ne gevşeklik, ne de vıcık vıcık yumuşaklık; saşimi, ipeksi sınırlarda gezinen kadife kırıntıları, her ikisinden de birer tutam aldığı buharlı kokusunun olağanüstü büyüleyici simyasıyla bulutları bile kıskandıran süt gibi bir yoğunluğa sahiptir ki. Bende bu coşkuyu yaratan ilk pembe lokma somon balığıydı, ardından sırasıyla pisibalığıyla, Saint-Jacques deniztarağının enfes lokumuyla ve ahtapotla tanıştım.” (s. 59) Gidiyor daha, gurme yaşamındaki zirvelere dönüp o tadı arıyor, bir yerlerden çağrışan, hafızanın derinliklerinden kendini duyuran bir lezzet ama nerede, arayıp bulması lazım. Kapanmak üzere olan bedenini daha fazla tutamayacak, doktorunun söylediğine göre 48 saati var. Ne kadar müşfik, geçmişini boydan boya dolaşırken oturduğu masalar, konuştuğu insanlar, yediği yemekler, anılası mutluluklardan ibaret bir dünya uzanıyor önünde, tekrar yaşanası bir ömür. Eşinin, yeğenlerinin, etrafındakilerin tanıklıklarıyla kontrast bu, onların dediklerine bakarsak dünyanın en huysuz, bencil insanıyla karşı karşıyayız, düşüncesizliği evlerden ırak, ailesinde nefretle karışık hayranlık uyandırmış bir. Eşine göre, evet, yıllar boyunca başka kadınlara gitmekten geri kalmamış ama dönecek bir evi var ve hep dönmüş, affetmeye değecek tek insan. Hangi filmdi o, yazar babasının annesini yıllar boyunca aldattığını öğrenen kadın şaşkınlığa uğruyor, her şeyi bildiğini öğrendiği annesine çıkışınca benzer bir tepki görüyordu: bunlar tek bir hayat yaşamayan insanlar, yaratıcılıklarının sürmesi için kapana kısılmış gibi hissetmemeleri lazım, üstelik eve dönüyorlar er geç, o zaman sorun yok. Evet. Dünyanın en iyi gurmesi ölmek üzereyken yazıldığı imlenen bir nevi belgesel metin bu, hem o tadın arayışı hem de bu dehanın egosantrizmiyle, dostluğuyla, düşmanlığıyla sınanan insanların tanıklıkları, dönüşümlü.
Gurme sofraya krallar gibi kurulduğunu söylüyor başta, “güce sahip olmanın baş döndürücü atmosferi”ni biliyor, o demeden şöleni başlatmıyorlar. “Böyleydik işte, efendiler ve üstatlar olarak Fransa’nın en görkemli sofralarında hüküm sürerdik. Yemeklerin mükemmelliğine, kendi şanımıza, bir av köpeğinin ilk avı kadar heyecanlandırıcı, asla doymak bilmeyen bir arzuya gark olmuş vaziyette, tatların mükemmelliğine karar verirdik.” (s. 7) Tahttan paldır küldür düşeceğini öğrendiği zaman yaşamının yasını tutmak için yine lezzete, yiyeceklere yönelmesi, bu süreçte ailesinin seyircilikten öteye geçememesi, eh, bu adam dünyanın en iyi gurmesi, yürüdüğü yolu aynen geri yürümekten başka isteyeceği hiçbir şey yok. Tanıklıkların bu kendine dönüklüğün olumsuz çıktılarıyla dolması anlaşılır, Barbery burada çeperi genişleterek sırf sosyal ilişkileri değil, sınıfsal uçurumları da inceliyor, kapıcı Renée’nin “zenginlik sıkıntılarını anlama” konusundaki şikayeti yeter. Gerçi memnunmuş gibi görünüyor ama rızası kusursuz, banka hesap özetlerinden dairelerinin güzelliğine eksiği gediği olmayan aile elbet Üstat olmasa bunca varsıllığa sahip olamazdı, kapıcı için şahitliği hem şans hem sıkıntı kaynağı. Laura’nın tanıklığı, ne acı, gurmenin kızı olarak omzundaki büyük yükün farkına daha çocukken, babasının fikir sorduğu bir yemeği beğendiğini söylediği an hissetmeye başlamış çünkü hayal kırıklığına uğrayan adam hemen uzaklaştırmış kızını kendinden, zaten sık sık uzaklara gidip başka lokantalara, başka kadınlara uğramaktan ailesiyle ilgilenmezmiş, bir de böyle bir mesafenin doğması iyice yıkmış Laura’yı. Merdivenlerde bekliyor, babasının yanına gitmeden önce anılarından çekip çıkarıyor kırık kalbini. “Evet, çok geride kalmalıydılar, o kadar çekilen acı dolu seneler sonunda alttan alarak pes etmeli, sözüme sadık kalmalı, artık her geçen gün kin ve nefretten arınmalı, sadece ben olmalıyım. Laura. Onun kızı… Hayır, gitmeyeceğim. Sahibi olamadığım bir babanın yasını tuttum.” (s. 19) Georges’un, ün yapmaya henüz başlamış genç bir gurmenin tecrübesi bu kez erkek egemen dünyada kadınların durumunu ortaya koyuyor, esas gurmenin aradığı tadın niteliğine önemli bir adım aynı zamanda bu. Marquet’de, civardaki önemli bir restoranda yemek yiyen gurme genç meslektaşını yanına çağırıyor, birlikte yedikleri sorbe hakkında etrafındakilere sorular soruyor, genç gurme diğerlerinin verdiği zavallıca cevaplardan sonra hakikate olabildiğince yaklaşan bir fikir sürüyor öne: büyükannesinin yaptığı sorbeyi anımsatıyor önündeki. Kendini beğenmiş gençlerden biri sırıtıyor ama esas gurmenin yüzünde sıcak bir gülümseme, muhabbet büyükannenin mutfağı üzerinden yürüyecek, oradan estetik deneyimin bütünselliğine, bu bütünsellikte kadının konumuna gelecek. “Her şeyin ötesinde, özel olarak kendi şahıslarına yönelik değil ama kadın olmanın gereği maruz kaldıkları tüm aşağılanmalara rağmen, akşam erkek eve gelip masaya kurulduğu zaman artık kendilerinin hükmedebileceği zamanın başlayabileceğinin farkındaydılar.” (s. 29) Gurmenin kadınlara “devrettiği” güç ancak güzel bir yemek ortaya çıkınca aşikâr, erkeğe harcanmış emeğin iktidarı aşındırıcı yanı gurmenin sırf kendine yönelik zevklerinde ortaya çıkıyor, yoksa erilliğinin konforunu bir an olsun bırakmaya niyeti yok. Genç gurme bu aşırılığı anladıktan sonra esas gurmenin baş başa yemek davetini geri çeviriyor, kariyeri için önemli kapılar açacak olsa da ustasının huysuzluğu, kin ve düşmanlığı, yaşlılığı çekilecek dert değil. Serpilmesi için ustanın ölümünü beklemesine gerek yok, adam zaten bütün eskiliğiyle ölmüş, başka bir zamanın insanı. Aynı devrin insanları anlayabilir ancak, kısa süre sonra öleceğini söylediği doktoru mesela. Kadınlarla ilişkisini Marquet’de mayonez çırpıştırdığı aşçıdan öğrenebiliriz, bu yaşlı ama çekici osuruk yemekle alakalı insanlara değer verirken kadınları da sever, uçup gittiği zaman arkasından kimse üzülmez çünkü tiptir bu, kadınlar bilir, alacaklarını alıp bırakırlar.
Proust’un okumayla ilgili metninde geçiyordu, bir şey okurken bulunduğumuz mekânı da katarız sayfalara, o anki hislerimiz, kıyafetimiz, oturduğumuz deniz kıyısı, her şey eylemin bir parçası haline gelir. Barbery çoğu bölümde bu bütüncüllüğün parçalarını ortaya koyuyor, örneğin bir yemeğin Tanca’da veya Japonya’da yenmesi, yemeği hazırlama ritüelinin felsefesi, hatta civardaki insanların sohbeti, her şey deneyime tabidir. Kırsaldaki bir çiftliği bulmaya çalışırken bambaşka bir mekâna gider gurmemiz, yemeğe yine odaklıdır ama komşu masadaki muhabbeti dinlerken şarabının daha lezzetli geldiğini düşünür, iştahla yenen bir yemeğin komşu masayı etkilemesini kendinden bilir, sosyalleşmenin lezzeti artırdığını, biricikleştirdiğini öne sürer. Bireyciliğe varır metin, kalabalıklardan tekilliğe: o hiç unutulmayan lezzeti dünyanın her yerinde arayıp da en çok özlenen yerde, çocuklukta bulmak ne anlamlı! Hayatımda yediğim en güzel şey elbette Cino, portakallı olan, bundan otuz sene önce falan 10.000 liraya aldığım. Ne müthiş final, sırf bunun güzelliği için okunur bu roman. Barbery çocukluğu unutmadığı için.
Cevap yaz