Tournier mitosları kurtarmaya devam ediyor, yazarlık görevi bellediği uğraşı bu kez kılıcı keskin, duyduğu ilahi Jeanne’a yöneliyor. Gaipten sesler duyan genç kızın göğe kulak kabarttığı sırada Gilles de Rais ve diğer soylular umutsuzdur, İngilizler Paris’te hüküm sürmektedir. “Tam bu sırada garip bir ziyaret duyurusu yapılır. Saray erkanı biraz eğlenmeye karar verir. On altı yaşlarında, köylü kökenli, Marches de Lorraine’den gelen ve Tanrı tarafından Fransa Krallığı’nı kurtarmak için gönderildiğini söyleyen bir genç kız.” (s. 1) Veliaht Charles’a söyleyecek iyi sözleri vardır kızın, önce henüz görmediği kralı diğer soyluların giysileri içindeyken tanıyabileceğini iddia ederek ilahı hissetmelerini sağlayacaktır. Aralarında kısa bir süre dolaştığı soylular arasında kralı hemen bulur gerçekten, Tanrı adına konuşarak Charles’ı Reims’e götüreceğini ve ona taç giydireceğini söyler, kutsamayla birlikte Tanrı’nın emri yerine getirilecektir. Kral heyecanlanır ama şüpheleri son bulmaz, oğlana benzeyen Jeanne d’Arc’ın cinsiyetini kontrol etmeleri için iki soylu hatunu görevlendirir. Dinî bilgileri de sınandıktan sonra Jeanne hazırdır artık, D’Alençon’la Gilles de Rais’e emanet edilir. Görünüşünden cinsiyetinin belli olmaması bu iki tanış arasında sohbet konusu olur, bu niteliğin bir tek meleklere haiz olduğunu söyleyen Gilles atının üzerinde adeta uçan kızı izlemektedir o sıra. On dört yaşındaki Jeanne efsaneleşecek, Gilles tutkuya kapılacaktır. Anlatıcı Gilles’in doğumunu, doğduğu sıradaki siyasi durumu belgelere dayanarak aktarır da o belgelere ne kadar güvenilebilir? Geçmiş ne kadar tarafsızdır? Tournier tarihe koşulsuz bir güven duyulmaması gerektiğini sezdirir ve hikâyeyi sürdürür: Jeanne sefere çıkıldığı zaman ilahi sesleri duyar yine, bir kilisenin sunağının arkasında eski bir kılıç olduğunu duyar. Paslanmış ama mükemmel durumdaki kılıç Jeanne’a teslim edilir, zaferler arka arkaya gelmeye başlayınca Gilles göklerden gönderilmiş bir meleğin yanı sıra savaştığını düşünerek diz çöker ve Jeanne’dan kendisini de bir azize dönüştürmesini ister. İyiliğin, saflığın pür ışığı karşısında gözleri kamaşmıştır bir kere, Şeytan’la savaşmaktan hiç çekinmeyen küçük kızın ayaklarına kapanır. Mucize sürmektedir, kral gerçekten de taç giyer ve kutsanır ama gerisi tam bir yıkım ve acıdır, en azından bahsi geçen ikisi için. Paris’i kuşatırlar, ordunun komutanları saldırıyı durdurmak isteyince Jeanne’ın hışmı yükselir, saldırıyı sürdürürlerse şehri alacaklarını düşünen Jeanne’a İngilizler küfür ederler, kışkırtmak için her şeyi yaparlar. Öfkeden patlamak üzere olan Jeanne’ı sakinleştirmek Gilles’e düşer, kızı gökte ve cehennemde takip edeceğini defalarca söyleyen adam nihayet kızı sakinleştirir ve civardaki bir şatoda sıkıntıdan patlayarak beklemesine yol açar. Son saldırısında yine şimşek gibi çakar Jeanne, ne ki pusuya düşer ve İngilizler tarafından ele geçirilir. Gilles o sırada uzaktadır, elinden hiçbir şey gelmeyince kız dinsizlikle yargılanır, söylediklerini dinletemez ve cadı olduğu suçlamasıyla canlı canlı yakılır. “İsa! İsa! İsa!” diye haykırır, Gilles’in kulaklarında Jeanne’den bir bu haykırışlar kalmıştır. Bütün bu sahneler bir filmin geçişleri gibi belirir, zaman kipleri gelişigüzel kullanılır sık sık, Tournier okurunu anlatı yörüngesinden çıkmaya meyilli bir dünyaya yerleştirir. İyidir, hikâye anlatımının savrukluğu, görüntülerin rastgeleliği dinamik bir yapı oluşturur. Lazımdır, kısa zamanda büyük işler yapan Jeanne’in hızına yetişmek başka türlü mümkün değildir, tabii ölümü gördükten sonra yoldan yavaş yavaş çıkan Gilles’in patolojisine de. Cezanın kesileceği şehre kılık değiştirerek giren Gilles alevlerin yükseldiğini, kızın bağırdığını ve küle dönen bedeninin indirilerek halk arasında dolaştırıldığını görür ve ürküntüyle kaçar. “Sonunda düşer, yüzü kara toprağa gömülür. Orada, günün ilk ışıklarına dek ölü gibi yatakalır. O zaman doğrulur. O an yüzünü kim görse, bir şeylerin değiştiğini, yalancı, ahlâksız, kâfir, yoz, şeytanî bir yüzün, eskisinin yerini almış olduğunu anlayabilirdi. Ama, bu daha hiçbir şey değildir. Yenik, paramparça olmuş bir halde üç yıl Vendée’deki kalelerine kapanacaktı. Kozasında kurt olacak. Sinsi dönüşüm tamamlanır tamamlanmaz oradan çıkacak, ve bir cehennem meleği kanat açacak.” (s. 23)
Gilles de Rais’in “Mavi Sakal”lığı sadistik bir keyiften ötesini anlatır, kurtlar ve kadınlarla ilgili meşhur kitapta açıklaması mevcuttur. Masallaşmış bir figür Tournier’nin kaleminde başka bir hale gelmiştir, zaten başka bir halden geldiğine göre mitleri yeniden oluşturmak yorum zenginliğini, bilinen bir anlatının kurgusala yaslanınca ortaya çıkardığı gizi sağlar. Gilles Tanrı’nın elçisini kömüre dönmüş halde görünce alevleri, ateşi benimser ve ilahiye başka bir açıdan yaklaşmaya çalışır. Heyecanı, çocukların masumluğuyla berraklaşan ilahi duyguyu yaşamının bir parçası haline getirmeye çalışarak günah işlemeye başlar, koca şatosunun etrafında yaşayan insanların çocuklarını kaçırır veya satın alır. Basit, önemsiz bir taşra soyluluğundan ülkenin en büyük zenginliğine: Gilles akrabalarından miras kalan topraklarla ülkenin en güçlü adamlarından biri haline gelir ve büyük suçunu gücüyle gizlemeye çalışır. Çocukların ortadan nasıl kaybolduklarına dair birkaç hikâye metinde yer alır, o dönem zaten öleceği düşünülen çocuklardan sekiz on tane yapanlar durumları düzelsin diye bir veya birkaç çocuğu satarlar, olayın üstü ustalıkla kapatılır. Sanat eserleri de yaptırır Gilles, o dönemin zenginlerinin yaptırdıklarında olduğu gibi kendi yüzünü eserlerinin bir yerine kondurur. Dünyasına iyice kapandıkça yaptıklarının meşruluğunu sorgular ve kilisesinin pederine günah çıkarırken can çekişen bedenlere duyulan şefkatin kaynağını sorar, Tanrı mı yoksa Şeytan mı? Peder Blanchet sorumlu olduğu Gilles’in iyileşmesi için İtalya’ya yapacağı seyahatte birilerini bulmayı düşünür, Gilles’i sağaltacak birini bulmak şarttır zira korkunç söylentiler yayılmaktadır civarda, şatoya dair dedikodular ayyuka çıkar ve kaybolan çocukların akıbeti merak edilir. Sonraki birkaç bölüm Blanchet’nin İtalya’da başına gelenlerle ilgilidir, özetleyeyim de Prélat’nın tam biçilmiş kaftan olarak ortaya çıktığını belirteyim. İlginç bir teolojik bakışı var adamın, öncelikle paranın her şeyden önemli olduğunu ve yoksulların ortadan kalkması gereken insanlar olduğunu, çünkü Tanrı’nın sözünü dinlemediklerini söylüyor. Bilimi kutsuyor bir de, insanların toprak olmasındansa incelenmek için kesilip biçilmesini makul buluyor. Uyanık bir adam, Gilles’in bahsini duyunca birlikte Fransa’ya dönmeye karar veriyor, merakını gidermeli. Hemen Gilles’in etkisine giriyor tabii, cennetten yansıyan ışıklarla cehennem alevinin parlaklığını ayırt edemiyor ve Jeanne’ın ışığını ıskalıyor. Gilles’in suç ortağı haline geldikten sonra bir gün Blanchet’nin adamlarından biri gelerek şatonun ele geçirileceğini söylüyor, kalabalık bir asker grubu bir saat sonra mekana intikal edecek.
Her şey açığa çıktıktan sonra Gilles’in yargılanması başlar, evinden çıkan onca kemik gelecekten pek umutlu olmamasına yol açar ama canından geçmiştir zaten Gilles, Jeanne’ın peşinden gittiğini düşünür. Ters ters gitmektedir tabii, kılıcın diğer yüzünü kullanarak aynı hedefe varmaya çalışmışsa da başarılı olamamıştır. Malları elinden alınır, aforoz edilir, nihayetinde yanan odunların arasında ölümü bekler ve üç kez bağırır o da: “Jeanne! Jeanne! Jeanne!” Taptığını söyleyebileceğimiz Jeanne’in azizeliği geçtiğimiz yüzyılın başlarında onaylandı, kendisiyse tarihin en karanlık adamlarından biri haline geldi. Masalda kadınlardan birinin kardeşlerince hacamat edildiğini biliyoruz, aslında cezası yine kardeşlerce veriliyor ama bu kez yakılarak. Vebadan kurtulmak için en iyi yoldur bu, ateşle arınmaktır.
Tournier’nin Türkçedeki ilk romanı, nefis.
Cevap yaz