Mehmed Kemal’in bazı denemelerinde kendi kuşağının çektiği acılardan bahsetmesi, 40 Kuşağı şiirinin “engellendiğini” defalarca söylemesi ve devlet eliyle göklere çıkarılan şairlere sataşması Fethi Naci’nin dikkatini çekmiş, Naci eleştiri oklarını Kemal’e yöneltmiş. Kemal’in kuşağının mücadelesinin sanat açısından hiçbir anlam ifade etmediğini söylüyor Naci, şiiri şiirle ölçtüğü zaman malum kuşağın kısaca “kötü” şiirler yazdığını, hapislerin ve sürgünlerin bu kötülüğü göz önünden kaldırmak için kullanılmaması gerektiğini anlatıyor uzun uzun. Tim Parks’ın da biraz farklı olmakla birlikte denk bir savı var, ortalama okur için metnin giriftliği yerine yazarın politik kimliğinin ön plana çıkarıldığını söylüyor, niteliğin iki kutbunda da varılan nokta aynı. Toplumcu şiirin iyi örnekleri ortadayken, iyi örneklerin şairleri Kemal’in bahsettiği acılardan nasibini almışken Naci’ye katılmamak zor, hele Kemal’in şiirlerine bakılırsa. İyi şiirler yazmadıysa da şairdir Kemal, şairliği şiirin niteliğiyle ölçmüyorsak. Kendine özgü duyuşları şiire iyi kötü dökebilmiştir, kâfi. Romanlarını edindiysem de henüz okumadım, bir şey diyemem. Denemeleri şiirlerinden daha başarılı, en azından bu söylenebilir. Şiir, siyaset, geçmiş zamanın insanları ve mekanları var bu denemelerde, “Çiçek Pasajı” başlangıç. 1970’lerden itibaren arkadaşlarıyla birlikte meyhanelerde zaman geçiriyor, ortalık kalabalıklaştığı zaman başka bir yere geçiyorlar veya evlere yollanıyorlar, Çiçek Pasajı’nın son güzel yılları. “Benim Çiçek Pasajı’nın farkına varmam 1940’lara dayanır. Ankara’da oturduğum için, İstanbul’a geldiğimde Pasaj’a uğramadan edemezdim. O dönemin ne kadar sanatçısı, edebiyatçısı varsa, uğrak yerleri Pasaj’dı. Akşamın ilk demlerini burada tazelerlerdi. Ünlü, ünsüz kimleri görmezdiniz! Pasaj, o zamanlar gerçekten çiçek pasajıydı. Meyhaneden çok çiçek satan dükkânlar vardı.” (s. 5) Ankara’daki dostlarına Pasaj’dan mezeler götürürmüş Kemal, “Bize İstanbul’u getirdin!” derlermiş. Meşhur Degüstasyon ve Nektar burada, Sait Faik ikincisinin cam kenarında otururmuş her gün, arayanı varsa orada bulurmuş. Önce mekanlarla özdeşleşen insanlar, ardından mekanlar kaybolmuş. Kayıpların birkaçını yakalıyor Kemal, geçmiş zamanda arkadaşlarıyla ettiği sohbetleri hatırlıyor, arada sırada siyaseti karıştırıyor işe, Türkiye’deki üslerin kapatılmasından bahsediyor. Demirel’in kapattığını Ecevit açacak mı, kimin neyi kapattığı belli mi, ülkede neler oluyor? Küba olayları sırasında İsmet Paşa gece yarısı Amerikan elçiliğinden bir mesaj almış: “Korkmayın, biz ardınızdayız!” Mesajın içeriğini anlayamaz, topladığı kabine de bir anlam veremez. Neler olduğunu ertesi sabah Amerikan ajanslarından öğrenirler, Küba’daki füzelerin sökülmesine karşılık bizdeki füzeler de sökülmüş, olay bu. Politik yorumları bu minvalde Kemal’in, zamanının siyasi atmosferi neyse o, ötesine pek geçmiyor, ilgi çekici değil pek. Edebiyat ortamını eşelediği denemeleri daha iyi, Yahya Kemal’i merkeze aldığı deneme örneğin. Şairi pek sevmiyor Kemal, Atatürk için zamanında, “Onu biz ortaya çıkardık, bir başkasını da ihya edebilirdik,” tarzı söylemleri yüzünden. Atatürk’ten özür dilediği de olmuş Yahya Kemal’in, rüzgâra göre dönermiş yüzünü, Kemal için affedilebilir değil bu. Yanlış hatırlamıyorsam Fethi Naci de bahsediyor, Yahya Kemal genç şairlere, “Şiir yazmayın siz artık, şiir benimle birlikte bitti,” dermiş, bu da bir diğer kılçığı.
“Bir konuşmamızda Melih Cevdet bana, ‘Biz üstadı elimizden kaçırdık’ demişti. ‘Çünkü onun şiirde ne yapmak istediğini sağcılardan daha çok biz anlarız.’
Doğru söylüyordu Melih Cevdet, eskiler için bir şey demeyeceğim ama, bizden önceki ve bizim kuşak, bir Nâzım’a takılmışız, birçok şairi ve yazarı kendimizden uzaklaştırmışızdır. Ne diyorlar, nasıl söylüyorlar diye değil, bize yaklaşıyorlar mı, uzaklaşıyorlar mı diye bakmışızdır. Onun için birer ikişer çoğu karşıya geçivermiştir.” (s. 15)
Özeleştiri hoş, bahsettiğim şey aslında, siyasi konuma göre değer biçilen sanatın esası gözden kaçırılıyor, Kemal’in ve çevresinin en büyük hatası. İstifade etmişler yine de Yahya Kemal’den, şiirle ilgili kuramsal fikirlerini dinlemişlerdir muhtemelen. Yahya Kemal yazıya geçirmiyor fikirlerini, sofralarda anlattığıyla kalıyor. Yahya Kemal ne zaman coşsa Vedat Günyol cebinden not defteri çıkarıp yakalayabildiklerini yazarmış, bir kitabında Yahya Kemal’in birkaç konuşmasını parça parça aktarmıştı, o kadar.
Portrelerin tadı başka, Kemal iyi bir portre anlatıcısı. Neyzen Tevfik’in şiirsel duyarlılığının kaynaklarından edebiyatla ilişkisine kadar pek çok meseleye değiniyor örneğin, Tevfik’in Atatürk’ten nüfus kağıdı istemesi ve ardından Atatürk’ü öven bir dörtlük yazması ilginç detaylar. Naci Sadullah’ı tanıtması da hoş, Nâzım Hikmet’le yaptığı röportajla ünleniyor Sadullah, Halid Ziya Uşaklıgil’in yeğeni. Nâzım Hikmet’in serbest bırakılması için en çok uğraşanlardan biri, solculuğu yüzünden maruz kaldığı baskılardan yılmayarak işini yapmaya çalışıyor, en sonunda İzmir’e gidip gazete çıkarmaya çalışıyor ama başaramayınca Demokrat İzmir‘de yazmaya başlıyor, İstanbul’da yazdıkları İzmir’de okunuyor. Akbaba‘da muhalif mizah yazarlarından biri aynı zamanda, vukuatı çok olduğu için etrafında pek kimse kalmamış anlaşıldığı kadarıyla. Sözlük’te yazdığına göre Sadullah’ın cenazesine katılan Çetin Altan hepi topu on beş kişi olduklarını söylemiş, biri Kemal. “Şişli Camisi’nden cenazesi kalkarken, İlhami Bekir, ‘Ben hazretleri gidiyor’ dedi. Meğer, yazılarında çok çok “ben” sözünü kullandığı için Zekeriya Sertel ona “Ben hazretleri” dermiş… Solda ‘Ben hazretleri’ Naci, sağda Necip Fazıl’mış!” Zekeriya Sertel demişken Kemal’in Sertel’e duyduğu öfkeden bahsetmeli. Nâzım Hikmet hakkında yazdıklarından ötürü Sertel hedefte, Kemal’e göre Sertel’in iddiaları asılsız ve zamansız. Doğru olsa bile söylenmemeli, herkesin saldırdığı şair dost cephesinden iğnelenmemeli. Mevzu kokma olayı, kadınlar, Aziz Nesin’in de bahsettiği tipik iddialar. Memet Fuat onca tantanayı derli toplu cevaplarla dindirmeye çalışsa da popülizm karşısında sesi cılız, karalama kampanyası durmuyor. Nâzım Hikmet’in oğluyla yapılan röportaj konusu da aynı kefeye konabilir, Mehmet Hikmet röportajı basan gazeteye mektup yazarak çarpıtılan sözleri için tekzip istemiş ama sessizlikle karşılaşmış, bunu Memet Fuat söylüyordu sanırım. Kire değinip geçeyim, hapishane koşullarından ötürü düzenli bir şekilde banyo yapamasa da kolonyayla silinirmiş Nâzım Hikmet, Fuat büyük şairden hiçbir zaman kötü bir koku almadığını belirtiyor. Bunları açıklamak zorunda kalmak da ne acı, Aziz Nesin’le Zekeriya Sertel’i eleştiren Memet Fuat kırgınlıkla az bile söylüyor.
İlhan Berk’le bitireyim. Kemal’e göre Berk ömrü boyunca şiiri “aramış” bir şair, ne bulduysa şiirine katmış ama açlığı hiçbir zaman geçmemiş. Dil meselesi hakkında şöyle bir bölüm var: “Fransızcayı bilir miydi? Nice yıllar sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Fransızca bölümüne öğrenci olarak geldiğinde, yıl sonu notları verilirken Fehmi Baldaş’a sınıf geçirmesi için aracı olacaktık. Ne öğrendi ise yorula, yıprana, desteksiz kendi başına öğrendi. Fransızcasının yanında şimdi İngilizcesinin olduğunu sanıyorum.” (s. 115) Birkaç denemede Berk’in adı geçiyor, Kemal biraz üstten bakıyor Berk’e. Bir gün ziyarete gittiği zaman Berk’in önünde duran İngilizce şiir kitabını gösteriş çabasına bağlıyor, Berk İngilizceyi ya sonradan öğrenmiş ya da İngilizce bildiğini görmezden geliyor Kemal, artık hangisiyse. Sait Faik’in İlhan Berk için söylediklerini alıp bitireyim: “‘Bir biçime indirgendiğinde bir kavuna benzer. Sarı, uzun tüylü bir kavun. Mor, çıkıntılı, kalın damarlı. Yeryüzü paftaları gibi karmakarışık; koylar, burunlar, adalar birbirine girmiştir.’” (s. 116)
Hoş denemeler yine, Şairler Dövüşür‘deki denemelerin ayarında. Oradaki birkaç yazı burada da var, belki değiştirilmiş bölümler olduğu içindir, belki kitabın hacmi artsın diyedir, bilemiyorum. Tekrar okunmaya değer denemeler olduğu için rahatsız etmedi, Mehmed Kemal iyi denemeci.
Cevap yaz