Mark O’Connell – Makine Olmak

Yeterince paranız olursa ileride kendinizi makineye çevirebilirsiniz. Bacaklarınıza aparat taktırırsınız, on saniyeyi iki saniyede koşarsınız falan, o kadar süper bir hale gelirsiniz. Gelecekte olacak bunlar. Aslında bu mesele hakkında yazılıp çizilenin haddi hesabı yok, dolayısıyla yeni bir şeyin söylenmediğini düşünerek aldım elime bu kitabı ama bambaşka bir şey çıktı. Yine süper teknolojiler var, yapay zekânın insanlığın kıçına tekmeyi basabileceğinden bahsediliyor falan, özellikle Elon Musk’ın ve Stephen Hawking’in görüşleri üzerinde durulabilir ama bunların çok daha ötesine geçmiş O’Connell, İngiltere’den ABD’ye, oradan Kanada’ya zıplayarak çeşit çeşit ülkeye gidiyor ve o ülkelerdeki transhümanist toplulukların arasına karışıyor, toplantıların dinî bir havaya bürünmesine şahit oluyor ve vücuduna çip mip taktırıp evinin sıcaklığını istediği gibi değiştirebilen insanlarla dolanıyor. Buzdolabına bir emir gönderip tencereyi çıkarttırıyorsunuz örneğin, sonra fırına sinyal yolluyorsunuz, fırın yemeği ısıtıyor, siz eve gelince her şey hazır. Müthiş kolaylık, tabii bu hızla ne yapacağımız çok önemli ama işlerin bu noktaya gelmesi bile başlı başına yeni bir çağa adım attığımızı gösteriyor. Kaku’sundan Harari’sine, Kurzweil’ından bilmem kimine pek çok insan bu tür dünyaların nelere gebe olduğunu yüzlerce sayfa boyunca anlattı, ben de okuduğum kitaplardaki bölümleri anlattım, artık işin o kısmına girmeyi pek istemiyorum ve teknolojiyle kafayı bozmuş insanların inançlarına odaklanmak istiyorum ki O’Connell da bunu yapıyor, dolayısıyla doğrudan bir çılgın teknolojili çağ tasviri yok bu incelemede. Çok genel şeyler var, biraz onlara değinip geçeyim. Paranız varsa bedeninizi ve kafanızı dondurabiliyorsunuz, beden için daha fazla para vermeniz gerekiyor çünkü sıvı hidrojen pahalı ve beden çok yer kaplıyor. Zaten bedene gerek yok, biyolojik yapımız ikinci evrim basamağını atlar atlamaz lüzumsuz bir hale gelecek. Kodlaşacağız veya makineleşeceğiz, temiz iş. Bedenimizle yaptığımız her türlü işi, aldığımız her türlü keyfi beyne gönderilecek sinyallerle alabiliriz, Ready Player One‘daki dünyayı düşünün mesela, kimsenin vücuda ihtiyacı yok. İstediğin şeysin orada, istediğin yerdesin. Bunun enerji kaynağı nasıl yapılacak bilmiyorum ama o mesele de çözülürse Bradbury’nin öykülerinde olduğu gibi enerji haline gelmiş formlar olarak uzayı boydan boya dolaşabiliriz bile. Beden gerçekten de modası geçmiş bir şey artık, beynin potansiyelini ortaya çıkarmada en büyük engel olarak görülse yeri. Beden-bilinç ilişkisi açısından bedenin vazgeçilmez olduğunu söyleyenler çıkacaktır, onları birazcık tahayyüle davet ediyorum. Beden, dediğim gibi, evrimsel bir formdan fazlası değil, karbon bazlı yaşam formlarımızı terk etmek isteyebiliriz bir gün. İsteriz herhalde. Buna direnecek insanlar var gerçi. Selahattin Özpalabıyıklar’ın konuşmacı olduğu bir etkinlikte makinelerin hiçbir zaman insanlar kadar ince, hassas vs. olamayacaklarını söyleyen birileri vardı. Oldular arkadaşlar, dünyanın en büyük Mozart uzmanlarına gidip Mozart’ın kayıp bir eserinin bulunduğuna inanıldığını söylüyorlar ve adamlardan uzman görüşü istiyorlar. Hemen hepsi bulunan eserin Mozart’a ait olduğunu söylüyorlar ve tongaya düşüyorlar. Eser yapay zekâ ürünü, insanın mükemmel bir kopyasını oluşturduklarını söyleyebiliriz. Yakında yapay zekâların yazdıkları kitapları okuyacağız, onların çektikleri filmleri izleyeceğiz. Yakında dediğim çok yakında değil, biraz yakında. Belki de ömrümüzün son günlerinde görürüz bunu, kim bilir, Kurzweil bunları görebilmek için milyon dolarlık hapları lüp lüp yutarken bizim elimizde böyle bir imkân olmadığı için muhtemelen göremeyeceğiz ama. Bilemiyorum artık. Karışık işler.

Birkaç mevzudan biri bu yapay zekâ işte, diyelim ki akıllı bir makine ürettik ve makinenin kendini durmadan kopyalamasına engel olamıyoruz, çünkü makine dünyayı süper bir yer yapmaya programlanmış ve kendinden birkaç tane daha olursa dünya daha da mükemmel bir yer olacak diye düşünüyor ve dünyadaki doğal kaynakları tüketerek insanlığın sonunu getiriyor, dünya böylece süper bir yer haline geliyor. İlginç bir senaryo, bunu nasıl engelleyeceğiz? En başta belli sınırlar koymamız gerekecek, insanların ortadan kaldırılmaması için elimizden geleni yapmalıyız. Dolaylı biçimlerde insanları düşünmelerini sağlayacağız aslında, bir eylemden önce eylemin insana zarar verip vermeyeceğini hesaplayacaklar örneğin. Makinelerin bize kayıtsız kalmalarından korkuluyor daha çok, bize düşmanlık beslemelerinden çok önemli bir hesaplamada insan faktörünü devreye sokmazlarsa kafalarına göre davranıp sonumuzu getirebilirler. Küresel ısınmayı dindirecekler mesela, atmosfere canavar gibi oksijen veriyorlar mesela, böylece çıkabilecek en küçük bir yangın alayımızı yakacak hale geliyor. Önlemlerini almazlar değil ama bizi umursamazlarsa yandık kül olduk yani. “‘Yapay zekâ ne sizden nefret ediyor be de sizi seviyor; atomlardan yapılmışsınız ve o, bu atomları başka bir şey için kullanabilir, hepsi bu.’” (s. 89) Aslında yine insanın öngörü kabiliyetine dayanıyor mevzunun çözülmesi, kendi isteklerimizi net bir şekilde tanımlayamadığımız, bu konuda titiz olamadığımız için makinelere ne yapmaları gerektiğini, daha da önemlisi neyi neden yapacaklarını söylemeyeceğiz ve akıntıya bırakacağız kendimizi. I, Robot‘ta Will Smith’in oynadığı karakteri sudan kurtaran robotu hatırlayalım, hemen hesap kitap işine girerek küçük kızı kurtarmak yerine polisi kurtarıyordu ve polis robotların doğru kararlar alamadıklarından, insanlıktan uzak olmalarından dert yanıyordu. Daha da kötüsü, robota yeni veriler girip o andan sonra kızı kurtarmasını söylediğimiz zaman bunu reddediyor ve mantık dışı hiçbir harekette bulunmayacağını söylüyor. Biraz daha abartalım, yapmak istediğimiz şeyleri yaptırmayan bir yapay zekâ sistemimiz var. Sahilde yürüyüşe gitmek istediğimiz zaman hasta olma olasılığımızın çok yüksek olduğunu hesapladığı için kapıyı kilitliyor örneğin. Çok basit örnekler bunlar, uç noktalarda çok acayip işler gerçekleşebilir. Yapay zekânın insanın yapacağı son icat olacağı söyleniyor ki yüksek bir ihtimal bu. Zekâ patlaması yaşandıktan sonra makinelerin el koyacağı dünyada insanın pek bir şey yaratamaması mümkün.

İster istemez korkuyoruz, neyle karşılaşacağımızı bilemiyoruz çünkü. Şimdiye kadar yaptıklarımıza bakarak dehşete düşebiliriz, dünyayı mahvettik birazcık. Varlığımızdan utanıyorum ben biraz, O’Connell bu utançtan bahsediyor bir yerde. İlk günahın şekil değiştirmiş bir halinden ötürü kendi imgemizi yabancılıyoruz. Yani insanın bundan çok daha başka bir şey olması gerekiyormuş gibi, sanki bir şeyleri mahvetmişiz, potansiyelimizi rezalet bir gidişatta yok etmişiz gibi, ne bileyim. Aynı durum makineleşmede de ortaya çıkabilir, tam bir kabus. Siborglaşmanın ürkütücü bir doyumsuzluğa yol açabileceğinden bahsediyor metindeki insanlar, hep daha fazlasını isteyeceğimiz için vücudumuza taktığımız zımbırtıların haddi hesabı olmayacak. Göze takılacak filtreleri düşünün örneğin, çeşit çeşit filtre üreten şirketler çıkacak ve tüketime farklı bir boyutta devam edeceğiz, implantların asıl amacını düşünmeden. İnsanı daha iyi bir noktaya taşıyacak her bilimsel gelişmenin getireceği yeni metalar olacak ve aynı döngüyü sürdüreceğiz, aslında umutlu bir geleceği satın alınabilecek ürünlere dönüştüreceğiz. Muhtemelen böyle olacak, o yüzden insan her ne kadar kendinden öteye büyük bir adım atmış olacaksa da aslında kapitalist sistemi aşamayacak. Aslında aynı bedende sıkışıp kalacağız, değişim görselden öte bir nitelik kazanmayacak. Başka gezegenlere ulaşınca tüketime dayalı dünyamızı çoğaltmaktan başka bir şey yapmamış olacağız. Ölüme bir çözüm bulduğumuzu düşünelim, böyle bir doyumsuzluğun içinde neden binlerce yıl, on binlerce yıl yaşayalım ki? Bu utançla? Hiç gerek yok. Ölüm iyi, mutlak bir değişim sağlıyor en azından, bu yüzden çekici. Aydınlanmanın Diyalektiği‘ndeki “teknik rasyonalizm” toplumumuzu tahakküm altında tutan öge olarak değerlendiriliyor, bunu ölümden başka bir şey sarsamaz sanki. Şimdilik.

Ucubeleri görmelisiniz, şirketlerin ve derneklerin toplantılarında teknolojik gelişmeleri yeni bir dinmiş gibi değerlendirip ayin yapmadıkları kalıyor. Ayin yapıyorlar hatta, çok ilginç. Din adamları ve filozoflar bu toplantılara katılıp gözlemde bulunuyorlar ve gördükleri insanların “yoldan çıktıklarına” inanıyorlar. Bazı teknoloji düşkünleri gerçekten de aşkın bir ruh haliyle teknolojinin tek kurtuluş olduğuna inanıyorlar, çok ilginç. Bir bölüm sırf bu toplantılardan birine ayrılmış, metnin en ilginç bölümü olduğu söylenebilir. Hasılı bu kitap ilginç bir kitap, okunmasını tavsiye ediyorum. Çünkü neden ölümsüz olmalıyız ve olmamalıyız mesela. Evet.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!