Mark Crick – Sartre’ın Lavabosu

Cem Akaş’ın bazı öykülerinde vardı bu, üslubu ödünçalıyorsunuz. Faulkner’ınkini aldınız diyelim, karakterlerin bildiği ama okurun bilmediği, en azından hemen bilmediği bir tarih var, parça parça bir araya geliyor, yine bir şey anlamıyorsunuz, en sonunda, “Eeyh,” diyerek atıyorsunuz kitabı. Diyelim. Kim olsun, tabii Bernhard olsun ki üslubu yerli ve yabancı yazarlarca kullanılmıştır zaten, öfkenizi edebileştiriyorsunuz. Yaptığınız şey parodi olabilir, yüzlerce yıllık geçmişi vardır, son halkalardan birini siz eklemiş olursunuz. Bilinçli yapmıyor da olabilirsiniz, diyelim 60’larda basılmış bir metni okudunuz, sizi vurdu, sonra unuttunuz gitti. Metin ikinci baskıyı görmemiş olsun, kimsenin metinden haberi yok, bir süre sonra sizin de yok, zira unuttunuz işte. Güle güle kullanın, biri mevzuyu ortaya çıkardığı zaman savunmaya geçersiniz ama neyi savunacaksınız, savunulacak bir şey yok ki, sahibine yeterli saygıyı gösterdiğiniz takdirde her şey sizindir. Mesela bunu bir yerde okudum ben, şu an nerede okuduğumu hatırlayamadım, benimmiş gibi yazdım gitti. Crick böyle bir şey yapabilirmiş mesela, üsluplarını kullandığı yazarların adlarını vermeseymiş de olurmuş. “Tamirat İşleri Elkitabı” alt başlığı konmuş, mesele iyice açığa çıkarılmış. Gerekli mi, ticari kaygılar gerekli kılmış ama hiç lüzum yok, Crick’in “Fyodor Dostoyevski ile Banyoya Fayans Döşemek” tarzı bir başlık koymasına da gerek yok. Kör göze parmak. On dört öykü on dört yazar demek, her bir yazarın uzmanlığı keyfi mi verilmiş bilmiyorum, mesela Milan Kundera pencereye cam takmak yerine başka bir iş yapabilirmiş gibi geliyor ama Crick’in kurgularını düşününce, eh, kişisel tercih. Şeffaflık fikrinin hükümetlerce benimsenmediği fikrinden yola çıkarak Tomas’ın şeffaflıktan doğan kırılganlığına ulaşıyoruz. Odile’le bir gece geçiriyorlar, Odile yakınlarda bir otelde kaldığını söylüyor, Tomas’ın evinin karşısındaki eski sevgilisinin evi boşalınca Odile hemen bu daireye taşınıyor, karşılıklı oturuyorlar. Odile gözetliyor adamın evini, kırık camlardan içeriyi kesiyor sık sık, Tomas’ın sadakatsizliklerine şahit oluyor. Hemen Kundera’ya özgü bir intikam planı yapıyor Odile, Tomas camları takarken kendisini ve öpüştüğü adamı görmesini sağlıyor. Başka bir meseleye bağlayarak tabii, Puşkin’in bir zamparalık mevzusunda düelloluk olması, kıskançlık dahil ediliyor kurguya. Ölümsüzlük‘tekini hatırlıyorum şimdi, Goethe’nin ve genç sevgilisinin ölümsüzlük üzerine eylemleri Kundera’nın esas karakterlerine, karakterlerin sadakatsizliklerine bağlanıyordu, aynı teknik işte. Crick sağlam kopyacı. Dostoyevski’de iyice parodiye vuruyor gerçi, Pokorov yaşlı bir kadının evinde tadilat yapacak, banyoya döşenecek fayanslar için avans istiyor yaşlı kadından. Kafaya balta inecek mi diye bekliyoruz, inmiyor, kadın parayı veriyor ve evden çıkıyor, iş biterken dönecek. Adamın yanında baltanın ne işi var, biliyoruz da bilmiyoruz. Sonrası komedi, adam beceriksiz, her tarafı yavaş yavaş batırmaya başlıyor, lavaboyu kırıyor, baltayla çıkarmaya çalıştığı taşları parçalıyor, en sonunda kadının sesini duyar duymaz koşarak kaçıyor oradan, mahalleli linç etmesin diye arkasına bakmadan uzuyor. Balta can almıyor yani, beklentili okuru ters köşeye yatırıyor ki metne ön kabullerle yaklaşan okurun ters köşeye yatınca rahatsız olması da iyidir. Yazarın peşinden tıpış tıpış gitmemeli okur, elini tutup çekmek isteyen yazardan da uzak durmalı biraz. Metinle cebelleşmeli azıcık. Neyse, Ernest Hemingway/Crick duvar kağıdı kaplayan ihtiyarı anlatıyor. İki gün iki gece çalışıp eski kağıtları söktükten sonra kaplamaya geçiyor, burada duvar balığıyla mücadele etmesini bekledim ama ev yeni herhalde, sadece kağıtla boğuşuyor. Oğlu orada olsa işi çok daha çabuk bitecekti ama tek başına, esas metinde bunun bir oğlu vardı, gözü şehirde, başka işlerde diye hatırlıyorum, adam tek başına koca bir canavarla mücadele ediyordu. Burada duvar, çekül, kağıt var, bir de adamın azmi. Günün sonuna kadar duvarı kaplayacağını umuyor, başarıp başaramadığını bilmiyoruz, şak diye bitiyor metin.

Haruki Murakami’li olan tipik Murakami. Oğlan kıza âşık, kızın evini badanalayacak. Teklif ediyor ama kız sallamıyor önce, bir süre geçtikten sonra yardım istiyor ve oğlan işe başlıyor. Bu sırada birtakım yakınlaşmalar, tatlı sohbetler yaşanıyor, kızın ilişki istemediğini söyleyip ortadan kaybolmolmasıyla birlikte oğlan bir başına kalıyor evde, kızı bekliyor. Zaman geçiyor bu sırada, kız gelmiyor bir türlü. Telefonlar geliyor, oğlan durmadan konuşuyor ama karşıdan hiçbir şey yok. Oğlan durmadan anlatırken bitiyor. Marguerite Duras damlayan bir muslukla beliriyor sonra, eve gelen ustayla kadının kısa diyalogları, kısa cümleler, iki karakterin anlık davranışları, çok yavaş akan bir zaman, gerilimler, yakınlaşmalar, Duras. Poe da var, kedili öyküsünden ilham veriyor. Birkaç yazar daha, bu kadar.

Kısacık bir kitap, iyi taklitler. Okunur.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!