Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.
Julian Barnes’tan Geoff Dyer’a pek çok yazar övmüş Moore’u, övdükleri kadar var. “Öykü hafızası” diye üfüreceğim bir şey Moore’da, “Burada Sadece Böyle İnsanlar Bulunur: Ped-Onk Servisinde Düzenli Olarak Babıldayanlar” öyküsünün başlarında Bebek eve getirilir, pencereden dışarı bakar, “Güle güle dışarısı,” der. Uzun bir öyküdür bu, ortalara doğru anestezi sırasında canhıraş feryat ederken hareketleri donuklaşır, nihayet uykuya dalar. Anne zaten zorlu süreçten ötürü yıkılmışken bebeğinin son feryatlarını duyup hareketsiz kaldığını görünce içinden geçirir: Güle güle dışarısı. İlk sahnede teşhis konmuştur, Bebek’in bezinde kan gören Anne hemen hastaneye gitmiş, tahlilleri yaptırmış, Wilms tümörüne rastlandığını öğrenmiştir, eve gelince eşine hemen haber yollar da çocuğun dünyadan haberi yoktur tabii, hastanenin boğucu ortamından çıkıp en iyi bildiği yere geldiğinde mutlulukla veda eder dışarıya. İkinci sahne bu yüzden çarpıcıdır, bağlam değişmiştir ve bebeğin geçireceği ağır ameliyatın sonucu bilinmemektedir. Moore geride neredeyse hiçbir şey bırakmaz, en umulmadık anlarda basit bir ayrıntı olarak kodlanıp geçilen sözleri, nesneleri, düşünceleri tekrar işler. Çok iyi buluşlarla da yapar bunu, tersine adımlama bu kez. (Berişiklik? Gerişiklik?) Diğer öykülerde de sıklıkla görebileceğimiz türden bir örnek: “Bir başlangıç, bir son: İkisi de yok sanki. Her şey öylece yere inen, içinin her yeri yağmur sularıyla dolu bir buluta benzer. Bir başlangıç: Anne, Bebeğin bezinde bir kan pıhtısı bulur. Hikâyesi nedir? Bunu buraya kim koymuştur? İçinde soluk haki bir damarı olan, büyük ve parlak bir şeydir.” (s. 230) Kurmaca tahlili, hikâyeden öyküye geçiş, başı sonu belli bir metnin arayışı. Yolu, istikameti belirleme isteği sırf anlatıcının bir numarası olarak görülebilirdi, Anne’nin hem ünlü bir yazar hem de öğretmen, belki akademisyen olduğunu öğrenmeseydik. Radyolog görüntüleme cihazından elde ettiği veriyi yorumlamaz, Anne’yi cerraha yönlendirir, cerrah “Wilms’ tümörü”nden bahseder bahsetmez Anne şoka girer, kesme işaretinin “s”den önce mi sonra mı geldiğini sorar, belki de yazım önemlidir ve isme göre hastalığın niteliği değişecektir, umut edecek başka bir şey bulamaz Anne. Kurgularken dönüp geriye bakmayan, düz yolda basıp giden öykücülerden değil Moore, öyküleri dikkatle okunmalı ki detaylar arasındaki mesafeyi bir anda nasıl aştığı görülsün, işçiliği hunharca takdir edilsin. “Müthiş Bir Anne”de belirgindir bu, anneliğin veya çocukluğun zirvesiyle karşılaşmayı bekleriz hikâye boyunca. Adrienne otuz beş yaşına gelince arkadaşlarının bebeklerini kucağına almaktan çekinmeye başlar, tıpkı kendisi gibi doğal değildir artık bu. Bir gün kucağına aldığı bir bebekle zaman geçirirken tökezler, sırt üstü düşerken bebeğin kafasını duvara donklatır, neyse ki ölümcül bir beyin kanamasına rağmen bebek hayatta kalır ama Adrienne çatı katındaki dairesine kapanır, yedi ay boyunca çıkmaz oradan. Martin, ekonomist kişi ara sıra ziyaretine gelir ve evlenebileceklerini söyler şakayla karışık, böylece İtalya Alplerindeki bursiyerlere ve akademik kukademik kişilere tahsis edilmiş tesislere balayı için gidebilirler. Plan iyidir de yedi ay erken doğum demek, evden/rahimden çıkan Adrienne kendine bir kuvöz bulmak için çabalamaya başlayacaktır oralarda. Rahim mahim ben uyduruyorum, sembol varsa yakaladıklarım. İşte, Moore’un ironisi mizahı övülmüşse sebebi o tesisteki akşam yemeklerinde açığa çıkar: Adrienne konuştuğu akademisyenlerin uzmanlık alanlarından zerre anlamaz, insanlarla tuhaf diyaloglar kurar, komik sahneler her akşam yemeğinde tekrarlanır. Martin’in analitik zekâsı sıkıcıdır açıkçası, Adrienne hemen travmasını besleyecek veya sağaltacak bir şey bulmaya çalışır ve Ilke’ye rastlar, Amerikalı masöre. Randevu alır, daha ilk seansta köpeklere has itaatkârlığı, tatmin edilme isteği açığa çıkar. “Orada bekliyordu, seyyar aylar yavaş yavaş yarım devir dönerken masanın altındaki hoparlörden Brahms’ın ninnisinin elektronik, sentezlenmiş bir versiyonu olan yeni bir ses geldi. Bir bebek. Yeniden bebek olacaktı. Belki de Spearsonların oğlu olacaktı. Güzel bir bebekti o çocuk.” (s. 288) Pek mutekit değildir ama Bebek İsa bile olmak ister ilerleyen seanslarda, zaten iki günde bir yaptıracağı masajlardan birinde ayağına sürülen yağı hissedince ağlayacak gibi olur. Güzel kokar, Martin’in de güzel koktuğunu fark ettiği gün mevzunun üzerinde durmaz, onun da masaja gittiğini anladığı gün kızgınlığı aynı doğumu paylaşmak istememesindendir, yoksa cinsel aksiyonları düşünecek durumda değildir zaten. Ölümle ilişki de yüzleşme sırasında ortaya çıkar, Adrienne’in ailesiyle ilgili malumata sahip değilizdir de Martin’in ağlamaya başlamasından az önce anlatıcının aktardığıdır: “Öfkesi bir ördek gibi beceriksizce uçup gitti. O soğuk, öfkeli anne babası en sonunda hasta ve yaşlı, kemikleri çıkmış ve çökmüş insanlara dönüştüğünde hissettiklerini hissetti; sevimliliğin bir bebeği koruduğu gibi, ya da koruması gerektiği, evet, bir bebeği koruması gerektiği gibi zayıflık tarafından korunuyorlardı.” (s. 310) Martin’in derdi aslında Adrienne’in kendisine hiç bakmamasıdır, kadın kendini doğurmaya odaklandığı için eşini ölüme yakın insanları nasıl görüyorsa öyle görür, ölü bir bebek gibi. Bu iki öyküyü bir grupta toplayabiliriz, aslında oldukları yere ait olmayan insanların esas aidiyetlerini ortaya çıkarma uğraşlarını anlatır bu öyküler. Bütün o hastane sürecinin derdi tasası bittikten sonra diğer ailelerle vedalaşan Anne’yle Baba arasında geçen konuşma mesela, Baba o insanlarla aynı gemide oldukları için mutludur, birbirlerine güç verdiklerini düşünür ama Anne o insanları ömrü boyunca bir daha görmek istemediğini söyler, aynı gemide yer almış olmaları hiçbir şeyi değiştirmez ki Anne sadece felaket hikâyelerini toplamıştır onlardan, kendi acısını unutmak için başkalarının acısını dinlemiş, yazacağı metinler için parça toplamaya çalışmıştır bir anlamda. Moore’un bir harikası da yarattığı atmosferdir, Bebek’in nesi olduğunu anlamaya çalışan Anne’ye cevap vermez radyolog, gülümser, sırıtır ve cerrahın kendisiyle konuşacağını tam dört kez söyler. Ameliyattan sonra zaten dağılmış olan Anne’nin yanına gelen cerrah ciddi bir şey konuşmaları gerektiğini söyler, kadınla baş başa kaldığı zaman gülümser ve Anne’nin son kitabını çıkarıp imzalamasını ister. Yani ben burada Moore’a çok sinirlendim çünkü bende birini dövme isteği uyandırdı, hele gebeş cerraha bak sen. Evet.
Yol hikâyeleri bir diğer gruptaysa yekün epeydir, Mack ve Quilty’nin karış karış gezdikleri “Daha İyi Yapmak İstediğin” ne hoş öyküdür. Mack’i Quilty’ye göre daha yakından tanıdığımız bu öyküde eşcinselliğini keşfeden bir Mack’le körlüğünün psikolojik hasarını gömmeye çalışan avukat Quilty’nin arabaya atlayıp şehirden kaçmalarını, ilişkilerinin inişli çıkışlı seyrini görürüz. Mack evi terk eden eski eşini ve oğlunu özler ara sıra, Quilty’nin geceleri oynamayı sevdiği bilgi oyununun yarattığı sıkıntıyı yansıtmamaya çalışır, buna rağmen davranışlarının yavaş yavaş değiştiğini ve kabalaştığını görürüz. Quilty ara sıra patlayarak ilişkiyi raydan çıkarır, sonra af diler, birbirlerinden bıktıkları zamanlar uzun sürmez. “Bazı İnsanlar Hakkında Söyleyebileceğimden Fazlası” bir anneyle kızın örtülü yüzleşmesini anlatır. İrlanda kırsalının eşsiz manzaralarıyla birlikte akıl yayları gevşer, annenin sertliğinin altından çok hassas, gizlenerek yara almayacağını düşünen bir ruh çıkar bir iki olaydan sonra, kızsa annesinin aslında tanıdığı insandan daha fazlası olduğunu anlar. Şahane öykülerdir bunlar, kitaptaki diğer öyküler de öyle.
Alengirli, yer yer şamatacı üslubu Türkçeye on numara aktaran Eda İşler’e teşekkürler, çok iyi bir öykü kitabı okudum sayesinde.
Cevap yaz