Kyle Lewis & Will Stronge – Fazla Mesai – Neden Daha Kısa Bir Çalışma Haftasına İhtiyacımız Var

Nedenine çok sayıda örnek TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları’ndan çıkan Kıtlık‘ta verilmiş, stres ve tükenmişlik yüzünden itfaiyecilerin yangına giderken ölme ihtimalleri yangında ölme ihtimallerinden daha yüksekmiş, emniyet kemerlerini takmak akıllarına bile gelmiyormuş çünkü. Ayrıca bütün ameliyathaneleri dolu olmasına rağmen talebe yetişemeyen hastanelerde bir ameliyathanenin boş bırakılması bütün tıkanıklığı giderebiliyormuş, açıklaması kitapta var. Kısacası bu fazla mesainin, sıkışıklığın pek çok açıdan zararı var, dünyayla birlikte tükeniyoruz. Örgütlü mücadele sayesinde haftalık çalışma saatleri kademeli olarak düştü, düşmeye devam edecek. Günde sekiz saat çalışmayı örgütlü mücadeleyle ilk kabul ettirenler Avustralyalı taş işçileriymiş, yıl 1856. Samuel Parnell’se işvereninden sekiz saatlik çalışma süresini 1840’ta koparmış, ilk örnek. Avustralya’daki zafer İşçi Bayramı kutlamalarıyla eşzamanlı hale gelmiş, bu zafere bir yenisini eklemeliyiz çünkü haftada 40 saat çalışmak yaşamaya zaman bırakmıyor artık. Sıkı çalışmak şartlarımızı iyileştirmeyi garantilemiyor, “rantiye kapitalizmi” varlık sahiplerini giderek zenginleştirirken işçinin durumunu kötüleştiriyor, temel hakları elden alan “serbest çalışma” teranesi sosyal güvenceleri ortadan kaldırıyor, işi evden yürütmek de her ânı işteymiş gibi geçirmeye yol açtığı için ayrı bela. İş yükü çok, Birleşik Krallık’ta devamsızlıkların yarısı iş yükünün yarattığı sağlık problemleri yüzündenmiş, 1980’den itibaren sendikal hareketlerin küresel çapta zayıflatılması günümüzün işyeri cehennemine yol açtı. Temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayamamak temel meselelerden, hemşirelerin ve öğretmenlerin aşevlerinde yemek yediğini söyleyen bir papaz var bilimsel araştırmalardan birinde. “İstihdam dogması” işe girdiğimizde memleket için, toplum için faydalı olduğumuzu yediriyor bir güzel, oysa tatmin edici bir yaşamı hiçbir anlamda sunmuyor bu iş güç. Çalıştığı halde hiçbir şeye yetemeyen, üstüne psikolojik sağlığını bozan insanlar çalışmamayı tercih ediyorlar haliyle, mantıklı. Daha kısa süreyle çalışmak feminizmle ve yeşil politikalarla da ilgili, kısacası koca bir ekosistemi etkiler. Kısa çalışma süreleri uzun vadede işverenlerin de çıkarına, Marx’tan örnekler verilerek anlatılmış. İşgünü ancak yaşam için gerekli olan şeylerin tümünü üretecek kadar sürerse uygulanabilirdir, “gerektiği kadar çalışmak” insanın yaşamını patronlara hediye etmesini engeller. Prekapitalist dönemin de pek parlak olmadığı malum, ataerkil akrabalık yapıları bile yeterince zulüm ortaya çıkarırken kapitalizm bütün ilişki türlerini işveren-çalışan ilişkisine indirdi ve boş gezeni serserilikle cezalandırmaya başladı, topraklar elden gidince yaşamak için fabrikalara doluşuldu, çocuklar bile korkunç şartlarda çalışmaya başladı ki Wells’in Mr. Kipps‘i mevzuyla alakalı korkunç manzaralar sunar, romandaki genç çocuğumuzun başına kaşıyacak vakit bulması imkansıza yakındır mesela. “Marx’ın çalışma eleştirisi, nihayetinde, insan özgürlüğüne ve modern toplumun bireye dayattığı baskı biçimlerine yönelik bir kaygıdan kaynaklanır.” (s. 30) Marx’ın “özgür emekçi”si kimin kölesi olacağını seçme özgürlüğüne sahiptir, her dört Britanyalıdan birinin bankada hiçbir birikimi olmadığına göre bir tek zaman satılabilir ve yaşam böylece sürdürülebilir. Bir maaştan ötekine yaşam, sıfıra sıfır. Üstelik şartlar gerçekten korkunçtur, Britanya’dan verilen örneklerden birinde “Viktorya dönemi ıslahevi” kurallarının geçerli olduğu şirketin işçilere dayattığı eziyeti görebiliyoruz, çalışmaya dair baskı performansı düşürdüğü gibi psikolojisi bozuk bireyler de yaratıyor. Keynes’e göre giderek azalan çalışma süreleri ve üretimin kolaylaşması iş saatlerini azaltacak, 2030’da belki de haftada on beş saatin üzerinde çalışmayacaktık ama ekonominin büyümesiyle birlikte “faydaların bölüşümü” gerçekleşmedi, Keynes günümüz dünyasına kıyasla “iyimser” kaldı. Kişi başına düşen gelirin artışı önemli değil, gelir uçumu açıldıkça faydaların kimin lehine bölüşüldüğü kabak gibi ortaya çıktı. “Bilim ve teknoloji, üretkenlik kapasitemizi geliştirmekte ve bu kapasite de işten özgürleşme olanağının önünü açmaktadır. Lakin üretimin kâra yönelik olup tam olarak ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olmaması yolundaki rasyonalite bu ütopik senaryonun önüne geçmektedir.” (s. 43) Yeterli birikimin insanlığı yeryüzündeki cennete taşıyacağı fikri kapitalizmin ağızlara emzik gibi oturttuğu süper mottolara dönüştüyse de sermayenin kucağında adil dağıtım diye bir şey ortaya çıkmadı tabii, metnin yazarlarına göre hakkımızı toplum nezdinde arayacağız, gerekirse savaşıp mücadele edeceğiz yoksa bu para babaları posamızı çıkaracak, çıkarıyor da. Bu noktada sosyalist ve komünist rejimlere bir eleştiri de geliyor, önce yerin dibine soktuğu Taylorculuğu yaklaşık on yıl sonra destekleyen Lenin’in amacı ulusunun ayağa kalkması için üretimi fişeklemekti ama kapitalizmle aynı pratiğe sahip bir çalışma hayatının devrimi gündelik yaşamlarda yankılatmayacağı malum, çalışmanın saygınlığı ve değeri geri kazanılabilir elbet ama ne pahasına, uzun çalışma saatleri istenen toplumu ortaya çıkaracak dinamiklere de çomak sokmuyor mu? “Çalışma dogması” bu da.

Kadınların zamanına ve çalışma haftasına gelelim, ev hanımlarının ücretsiz emeklerinin karşılığı GSYH’nin dörtte birini oluşturuyormuş Birleşik Krallık’ta, gölge emek “doğal vazife” kisvesi altında görmezden geliniyor. Kadının rolü özellikle Sanayi Devrimi’yle birlikte belirlenince cinsiyet rolleri de keskin bir şekilde biçimlendirilmiş, annelik daha bir kutsallaştırılmış, kısacası kadın çocuk bakar ve evini çekip çevirir, olayı budur. Bu çarpık düzenin değişmesi için politik girişimler mevcutmuş, kadının vatandaşlık maaşına benzer bir maaş alması teklif edilmiş bazı yerlerde. Üstelik erkeklere de babalık izni verilmiş ve evdeki görevler giderek daha çok paylaşılıyormuş, kısacası erkek egemen dünyanın kadınları görmezden gelme biçimleri yavaş yavaş ortadan kalkacak, kalkıyor. İş paylaşımı, “erkek” mesleklerinin aslında kadınlar tarafından da yapılabileceğinin erkek kafasına kaktırılması güzel sonuçlara yol açıyor, bir gün tam bir cinsiyet eşitliği sağlanırsa bundan erkekler de fayda görecek, o kadar sığır olmayacaklar bence. Bir de yeşil ekonomi ve politika var tabii, küçülme taraftarlarına yönelik hafif bir eleştiriden sonra çalışma saatlerinin kısaltılmasının yararları başlıyor, karbon ayak izimizi yüzde 30’a kadar azaltmak için çalışma saatlerimizin dörtte bir oranında azaltılması yeterli. İşin kötü yanı Green New Deal gibi yeşillenme hareketinin en önemli siyasi kişi/kurum/kuruluşları, karbon saldığımız işlerin yerine geçecek yeşilli işlerde insanların çok çalışmaları gerektiğini gösteriyorlar, aynı noktaya geliyoruz ve emek yoğun, yeşil işlerin de kapitalist dünyada olduğu gibi canımıza okuyacağı ihtimaline selam ediyoruz. “Çevresel sürdürülebilirliğin de iş yaratımının da ‘iyi toplum’ için başlı başına yeterli olmadığını unutmayalım. Burada anahtar mesele, bunları (özgürlük de dahil olmak üzere) bireysel esenlikle, kolektif eşitlikle ve bunların nesillere yayılacak sürdürülebilirliğiyle yan yana getirebilmektir.” (s. 83) Çalışma zamanının azaltılması karbon emisyonlarını azaltır, çalışma yaşamıyla toplumsal yaşamı gözle görülür şekilde iyileştirir, daha güzel bir dünyaya uyanmamızı sağlar, cana can katar.

Çalışma sürelerinin azaltılması için mücadele etmeliyiz ve ipleri gevşetmemeliyiz. Büyük Buhran zamanı Roosevelt çalışma saatlerini azaltarak hızla artan işsizliği engellemeye çalışmış, diğer yandan işçilerin azıcık nefes almalarını sağlamış ama kriz hafifler hafiflemez eski koşulları geri getirmiş. Bunun yanında bazı anarşik eylemlerin işe yarayacağı düşünülebilir ama yaramıyormuş, XR topluluğu trafiği durdurmaktan komşunun tavuğuna kışt demeye kadar pek çok eyleme girişmişler, halktan sert tepki alınca geri çekilmişler. Programları yokmuş, bazı şeyleri felç etmek anlık bir tepkiyle sempatiye yol açsa da geri planda sağlam bir plan, sistemi insanileştirmenin formülü yoksa yürümüyor mevzu. Şimdi cumayı da tatil günü yapmaya çalışıyorlar, kavgasız gürültüsüz tabii. Bir gün olacak bu, üç gün tatil. Olmalı. Ölüyoruz yahu, çalışmak bu şartlarda korkunç bir şey.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!