Nahid Sırrı Örik’in yolladığı mektuplardan ayrı bir kitap çıkarmış, onlar ne oldu acaba? Bu kitapta çok az mektubu var Örik’in, oysa sivri diliyle, eğlenceli üslubuyla şöyle genişçe bir yeri hak ediyor. Siyavuşgil’in mektupları da iyidir ama ona verilen yerin yarısını Örik almalıydı, neyse, Yaşar Nabi bu mektuplarda isim verilerek başka yazarlara sataşmaları çıkartmış veya isimleri saklı tutmuş, hayatta olan dostlarının mektuplarınıysa kitaba almamış. Varlık’ın yakın zamanda bastığı son versiyonda bu kitaptakilerden başka kimsenin mektubu yok anlaşıldığı kadarıyla, yani elli yıl önce basılana hiçbir şey eklenmemiş. Cilt cilt basılsın da kim ne yazmış, ne etmiş, görelim. Türkiye’nin en uzun soluklu dergisinin genel yayın yönetmenine gelen mektupları düşününce, vov, kimlerin neleri vardır, mesela İlhan Tarus’un metnini basması için Yaşar Nabi’ye söyledikleri aşırı matrak, dahasını da merak ediyor insan. Arşiv kimdedir, nerededir bilmem, zamanı gelince basılacaklar basılır diye düşünüyorum, Abdülhak Şinasi Hisar’la başlıyorum: tashih konusunda oldukça takıntılı Hisar, şikayetlerini birkaç cümleden paragraflara taşıyacak kadar. Hataları tek tek anlatıyor, en sonunda dergiye yazı yollamaktan imtina etmeye başlayacağını söylüyor. Hamdullah Suphi’nin adını birkaç yerde anıyor, sanırım o sıralar Kayseri’de öğretmenlik yapan Cevdet Kudret’in tayinini Ankara’ya aldırmak için. Yeni versiyona açıklamalar da eklenmiş, bunların izahı vardır herhalde. Şimdi kalkıp bakmaya üşendim de Yaşar Nabi’nin Cevdet Kudret’e yolladığı bir mektupta kesik yiyen yazıdan bahsediliyordu sanırım, Hisar da aynı yazıya değinip kötü haberi verdiği zaman Cevdet Kudret’in, “Ben de biliyordum, ancak belki dalgınlığına rast gelir de neşreder diye gönderdim” dediğini yazıyor bir mektubunda. Derginin İstanbul şubesi gibi çalışmış Hisar bir ara, Yahya Kemal’e denk geldiği zaman Yaşar Nabi’nin uzun süredir beklediği bir yazıyı almak istemiş, Yahya Kemal öyle tırışkadan şeyler söylemiş ki öfkeden çatlamış Hisar, “garabet” diyor olaya. Hesap kitap işleri konusunda kaygılı, Yaşar Nabi’nin dediğine göre dergi her sayıda zarar ediyormuş da kaç para zarar ediyormuş, söylemediği için Hisar bu kez Yaşar Nabi’ye sinirleniyor, “çocukluk” yapıp dergiyi kapatmasından korkuyor adamın. Muhtemelen maddi şartları zorlayarak derginin kapanmaması için elinden geleni yapacak, o havada. “Sizi pek göreceğim geldi. İstanbul’da arada sırada olsun size rastgelemiyeceğimi bildiğimden müteessir oluyorum. Zira kimsenin huzuru ve sohbeti sizinkinin yerine geçemez. Nahit Sırrı iki üç cümleden sonra sinirlerime dokunuyor. Halit Ziya’nın ona dair yazısını okudunuz, böyle bir şerikle anlaşmakta ayrı bir sıkıntı ve müşkülât olsa gerektir.” (s. 21) Her şey de kırpılmamış. Nahid Sırrı gerçekten de anlaşması çok zor bir adammış: “Dostluğumuzun tarihi eski. Süresi de uzun oldu. Anlaştığımızdan çok çekiştiğimiz zamanlar olmuştur.” (s. 34) Ayarı yok gerçekten, tevazu fakiri aynı zamanda, kendisini döneminin en iyi münekkidi olarak görmesinden başka Cevdet Kudret’i son kitabını göndermediği için iyi bir iğneliyor. Hisar’a Cevdet Kudret’i tanıtan kendisiymiş, Hisar da Cevdet Kudret’i Yakup Kadri’yle Ruşen Eşref’e tanıtmış, yani bu tanıtım zincirinin ilk halkası Nahid Sırrı iken bu neçe iştir, o. Kendisi de kesik yemiş, Yakup Kadri’yle ilgili bir yazısını Yaşar Nabi insafsız bulup muhtemelen dergiye koymayınca parlamış Nahid Sırrı, dostunu da bir güzel şamarlıyor, hatta bir makalede atlanan satırı bütün uyarılarına rağmen koymadığı için gücendiğini de söylüyor. 1930’da Necip Fazıl’la birlikte Meclis’e giderek Gazi’yi dinlemişler, birlikte barlara takıldıkları da olmuş, sıkı fıkıymışlar bir zamanlar. Her şahsı bir alıntıyla geçeceğim, Nahid Sırrı’dan inciler: “Reşat Nuri beyin babası ölmüş, paraya kıyıp telgraf çekemedim; fırsat bu fırsattır diye İstanbul’da bir müddet yan gelip oturması pek muhtemeldir. Binaenaleyh kendisini görürseniz taziyetlerimi lütfen söyleyiniz. Halit beyin cevabı mükemmel bir atlatma. Adam Macar hariciye nazırı mı ki geldiğini ve nereye nazil olduğunu gazetelerde okuyup ziyaretine şitap edeceğim; hareketini ve adresini bana yevmi hareketinde yazarsa müteşekkir olacağım. Görürsen Necip Fazıl beye ve Peyami Sefa beylere hürmetlerimi söyle. Baki tendresses aslanım.” (s. 45)
Nurullah Ataç diğerlerinden daha az orijinal değil, Yaşar Nabi’nin istediği şiirle ilgili kitap yerine “şiirli her şey” yollamış, itirazlara karşı çıkarak kitabının ne olursa olsun estetik bir değere sahip olduğunu ve basılabileceğini söylüyor ki basılmış. Dergilerde, gazetelerde yer alan yazılarını toplaması gerekiyor ama uğraşmıyor Ataç, Yaşar Nabi’den toplamasını istiyor. Dil değişmiş, düşünceler değişmiş, hiç önemli değil, zamanı yansıtan yazılar kıymetli. Yazarların mektuplarında temiz bir kâğıt ve mürekkepli kalem kullanmaları çok önemli anlaşıldığı kadarıyla, Ataç kullandığı kâğıt için özür diliyor, sonradan bir iki yazar da kurşun kalemle yazdıkları için özür dileyecek. Neyse, Ataç’ın kızdığı bir mesele de Orhan Veli’nin ölümünden sonra Yeditepe’den çıkan anma kitabında Ataç’ın yazılarına yer verilmemesi, Mümtaz Faik Fenik ve Bahadır Dülger gibi DP’nin ileri gelenlerine yer ayrılması. O kadar çok isim var ki hepsini ayrı ayrı araştırmak lazım, gerçekten sadece kaymağın kaymağını görüyoruz biz, edebiyat tarihi tepe noktalardan ibaret değil elbet. Evet, belki de şairden nefret ettiğini açık açık söyleyen Ataç’a Orhan Veli’nin anıldığı bir kitapta yer vermek istememiştir Bozok, makul. Makul değil gerçi, olumsuz eleştirilerinin yanında beğenisini de dile getiriyor Ataç, tarafsız bir göz lazımmış sanıyorum. 1955’te Tahsin Yücel’e ödül vermek istemiş Ataç, Sait Faik Hikâye Armağanı’nın ilkinde jüri üyesi olarak Sabahattin Kudret Aksal’la Tahsin Yücel’i desteklemiş, açık açık yazıyor. Bir de çeviri ödülü var TDK’nin, Yücel’in çevirilerinden birini mutlaka yarışmaya sokması gerektiğini söylüyor Ataç, Yaşar Nabi’nin keşfedip yetiştirdiği gencecik üniversite öğrencisinin yükselişi böyle başlıyor. Eh, ödüller konusunda fikir de versin bu mektuplar. “Kalıyor benim kitap. Bilirsiniz, ben yazılarımı kesip saklamam, her zaman saklıyayım derim, bir türlü olmaz. Size uğrayan gençler arasında o yazıları kesmiş, saklamış olanlar vardır, Sözde Söze de, hatırlarsınız, öyle çıktı ortaya.” (s. 71)
Sait Faik’in çok çok çok az mektubu var, bunun kaç katı vardır oysa elde, yazık. Edebiyatçıların bile delifişek takımıyla ilişki kurabiliyormuş Sait Faik, kalantorların arasında sıkılıyormuş, coşku dolu yaşamında sevinci de öfkesi gibi parlayıp sönermiş hemen. Parlama anlarından birinde yazdığı mektup ilginç, Yücel mecmuası için öykü isteyen İhsan Aygün’e öyküyü göndermiş Sait Faik, ne ki öykü pek “kozmopolit” bulunmuş, yayımlanmamış. “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”ni mutlaka Yaşar Nabi basıp odun adamın önünü kesmeli, Rumlar var diye yer vermediği öyküyü göze sokmalı. Bilhassa rica ediyor yazar, izzetinefis meselesi. Dergilere öyküler, yazılar gönderiyor o dönem Sait Faik, hangi dönem olduğunu bilmiyorum çünkü yazdığı mektuplar tarihsiz, kurşun kalemle yazanlardan biri oymuş ayrıca. Yaşar Nabi öykü isteyince yakın zamanda yazdığı öyküleri Necip Fazıl’a verdiğini, sıradaki öyküyü mutlaka Varlık‘a göndereceğini söylüyor Sait Faik, tercümelerini de yollamaktan bahsediyor, yazılardan gelecek paralardan hiç bahsetmiyor. Cahit Sıtkı neredeyse her mektubunda para bahsini açıyor ama, iki yakası bir araya gelmediği için dergilerden gelecek parayı dört gözle bekliyor şair, avans istiyor, bazı yazarlar üç beş yazının parasını toplu almak isterken Cahit Sıtkı yazmadıklarının da parasını istiyor, durum belli.
Tarih işte, edebiyata içeriden bakış. Yaşar Nabi’nin göstermek istediğince.
Cevap yaz