Roger Vailland – Yalnız Adam

Vailland her dur-kalk yaptığında -yüz beş bin kez yapar, üslup- hikâyenin akışında iki şey fark ediliyor, durulan yer bir karakterin iç dünyasının bir o açıdan görüldüğü yerdir, yani spesifik bir olay yaşanır, özne veya özneler genişletilir veya uzatılır: geçmişten şimdiyi doldurmak için gelen ve/veya şimdinin eksik kısımlarını dolduran detaylar. Karakterin ardında uzanan zamanı, mekanı görürüz ayrıca, ilk bölümün başında yıl 1923, mekan Reims, kişi Eugène-Marie Favart. Ergenlik halleri, bisikletine binmiş hız rekoru kırmaya çalışan çocuğumuzun dünya umurunda değildir, karşıdan hızla gelen adamı görmez bu yüzden, uçuverirler. Adam alnından yaralanmış, bisiklet hurdaya çıkmıştır, Favart hatalı olduğunu bildiği için korkar ama adam bir iki sorudan sonra bisikletini sürükleye sürükleye uzaklaşır. Nedir, babası mühendistir Favart’ın, adamsa Polonyalıdır. O sıralar uçan kuştan Polonyalılar bilindiği için adam haksız çıkarılmak yerine hesap sormamaya karar vermiştir. İlk ders midir bu bilinmez, ne ki Favart’ı derin uykusunda rahatsız eden vakaların ilkidir, keşfedilmeyi bekleyen insanı, mücadeleyi, dünyayı açığa çıkarır. İlk bölümü de kabaca ikiye ayırabiliriz, başta Favart ailesiyle tanışıyoruz, her bir aile üyesi o dönemin toplumsal meselelerini açığa çıkarıyor. Baba Michel Favart’la başlayalım, 1899’da Politeknik Okulu’nun sınavlarına girip başarısız olunca aristokrat annesinden tokadı yer, ikinci kez girse kazanacaktır ama annesine göre bir yenilgi yeterlidir, Favart asla yenilmez zira, daha fazla utanca gerek yoktur. Michel’in eşi Victoria o tokat yüzünden kaçan fırsatları düşündükçe kaynanasına diş biler, kinlenir, acısını ailesinden çıkarmaya başlar. Michel akıllı adamdır gerçi, birikimini Amerikan demir şirketlerine yatırır çünkü savaştan sonra imar faaliyetleri uçacak, memlekete demir lazım olacaktır, Avrupa’dan akın eden göçmenler bir şekilde tutunduğuna göre işler yolunda gitmektedir. Bu malumattan sonra düğün davetiyesi gelir, Eugène-Marie’nin amcası Lucien’le Lucie Fleuri o mutlu günlerini bizimkilerin şereflendirmelerini isterler. İlginç, işçi sınıfından komünist bir aileyle aristokrat-burjuva karışımı ailenin tokuşmasından elbet bombastik sonuçlar çıkacak, tam şenlik. İkinci bölümde bu tokuşmanın nelere yol açtığını savaşın ortasına düşerek göreceğiz, biraz var oraya. Godichaux dedeye de bakalım, orijinal karakter. Seksenine gelmiş, zamanında sahip olduğu şirketin masalsı varsıllığını anlata anlata bitiremeyen Godichaux en iyi şarapları en yağlı müşterilere satar, ticaret sırasında eşi Eugène’le tanışır, sonra şirketi muhteşem bir şekilde batırır. Aşırı kibirlidirler o zaman, “en iyi” olduklarını düşünürler, Michel’in hayatını karartan kibirden geriye hemen hiçbir şey kalmaz. Yiyeceklerin tasarruflu kullanımı, soğuk suyla yıkanmaca, bir de Lucie’nin sıradan bir kadınla evlenmesi, daha iyi bir çöküş düşünülemez. Geç bir çöküş bu, dünya çoktan değişmiş, işçi hareketleri yine palazlanıyor, sosyalizm yükselişte, kolluk kuvvetleri daha bir yükselişte, havada isyan ve şiddet kokusu. Düğün sırasında Eugène-Marie’nin tanıştığı işçi kızlardan biri gelecekteki eşi olacak, Fleuri ailesinin delikanlıları, kızları, dayıları, amcaları bu yalnız çocuğu yavaş yavaş eğitecekler, Favart ailesinin bayat gerçekliğinden kurtaracaklar. Kendi ailesinde de var gerçi Eugène-Marie’nin, büyükbabası François Favart zamanında papaz okuluna kaydettirilmiş, iki yıldan sonra beynini kiraya vermekten vazgeçip Napoléon’un ordusuna yazılmış, oradan Komün kıtası kumandanlığına geçip savaşta yaralanmış, Komün sempatizanlarınca gizlenip hayatı kurtarılmış. Eugène-Marie ailesinin geçmişini öğrendikçe içinde kıpırdayan hislere anlam yüklemeye başlıyor nihayet, annesiyle babasının sofuluğundan iğreniyor, düğündeki “Galya eğlencesi”ni izleyip tiksinse de o vahşi enerjiyi içinde taşıdığını fark ediyor. Kimliğine tam olarak kavuşup kavuşmadığını bilmiyoruz, bir anda ikinci bölüme, Almanların Fransa’yı işgal ettiği zamanlara zıplıyoruz, aşağı yukarı yirmi yıl sonrasına.

Proust okuyan bir adam tren yolculuğunun sonlarına yaklaşırken dosyadaki bilgileri tekrar inceliyor: 1939’larda başlayan sabotajlar Almanlara hız kaybettirmiş, makinist Madru Pierre’in ölümünün bu sabotajlarla ilgisi olduğu düşünüldüğü için Marchand görevlendirilmiş, baş müfettiş. Chopin çalmaktan keyif alan müfettişimiz Vichy’nin has adamlarından biri, yerinde inceleme yaparak komünistleri enseleyecek, planı bu. Analitik zekâsı gelişkin, kendisi pek girgin, gizemi çözeceğini kuşkusu yok. Sorgulamaya başladığı zaman önceki bölümden tanıdığımız insanlara rastlamaya başlıyoruz yavaştan, Madru’dan bahsetmedim ama düğün sırasında Eugène-Marie’nin kalaslığını yontan, sınıf mücadelesinin tohumlarını atan -gerçi bu tohumlar filiz vermekle kalmıştır ama olsun, yaşadığı dünyanın acılarına aşinadır artık Eugène-Marie- bu şen delikanlıdır, raporda yazdığına göre bulunmaması gereken bir yerde hayatını kaybetmiştir. Müfettiş sorguya çektiği demiryolu görevlisinin söylediklerine inanmaz, Madru aslında büyük bir kazana patlayıcı yerleştirmeye çalışırken döner köprünün aniden harekete geçmesi sonucu ölmüştür, kasabada çok sayıda komünist vardır ve hayır, Alman-Sovyet paktının cortlamasından sonra isyan eden namuslu komünistlerden biri değildir, düpedüz tehlikeli bir adamdır. Başka kim var görüşülecek, merhaba Eugène-Marie, tesiste üst düzey mühendis olarak çalıştığına göre babasının yapamadığını yaparak meşhur okula girmiş, bitirdikten sonra da düğünde tanıştığı İspanyol işçi kız Domenica’yla evlenip o kasabaya yerleşmiş. İç Savaş’ta ailesini kaybeden kızın da rahlesinden geçmiştir bizimki, mücadeleye hazır hale gelmiştir diye düşünmüştüm, anlaşıldığına göre adamımızı başka şekillerde kullanmayı düşündükleri için olaylardan haberdar etmemişler. Koruma maksatlı, zaten Fransa’daki direniş örgütlerinin organizasyon şeması malum, böyle azıcık merakımız varsa denk gelmişizdir filmlerde kitaplarda falan, en fazla üç kişilik hücreler halinde örgütlenirler ve birbirleri hakkında çok az bilgiye sahip olurlar, böylece planların sabote edilme ihtimali azalır. Marchand akıllı adamdır, Domenica’yı sorguya çekip tutuklamadığı için örgütten dışlanmasına yol açar, polisle işbirliği yaptığı düşünülen kadının ortadan kaybolmaktan başka şansı yoktur, Eugène-Marie’nin de pek kurtulma şansı yoktur açıkçası, sicilinde yer alan matbaa işçiliğinin iler tutar yanı yoktur bir kere, aşırı prestijli bir okuldan mezun olduktan sonra matbaacılık yapmak nesi? Gençliğinde bir süre birlikte olduğu Blanchette’in maddi katkılarıyla işi bir müddet sürdürür, sonra topu attığında malum memuriyete başlar, doğrudan katılmasa da sabotajlara destek verdiği muhtemel. Vailland’ın durduğu noktalardaki bir iki diyalogdan alıntılar yapayım, karakterlerin ne konuştuklarına dair fikir versin: “‘İşçiler partiyi ne vakit kazanacaktır, biliyor musun? Kendileri de kötülük etmeğe başlayıncaya kadar dayak yedikten sonra.’” (s. 201) İşçi hareketiyle ilgili icraatın içinden bilgiler taşar, işçilerin çalışma koşullarından Nazi yönetimi altında maruz kaldıkları zorbalıklara dek geniş bir yelpaze.

Sona geliyorum yavaştan, Madru’nun oğullarından biri gözaltına alındığı zaman Domenica ve Eugène-Marie sorgudadır, çocuğu yaşatmayacaklarını bilen yalnız adamımız Marchand’ın bıraktığı copu alır, müfettişin alnının çatına küüt diye indirir, çocuğun ve Domenica’nın kaçmalarını sağlar. Ayvayı yemiştir tabii, Lyon’a götürülüp hapse atılınca yoldaşlarının arasına düşer, adamlar Eugène-Marie uyanana kadar sigaralarını yakmazlar çünkü ilk nefesi Eugène-Marie çekmelidir, son gelen kimse ortaklığa hemen dahil edilir bu ritüelle. Marchand ne olur, sorguladığı insanları tongaya düşürmek için kurduğu retorik tuzaklara kendi düşer, Alman subayın karşısında ezilip büzülür ve nihayetinde öldürüleceği zindanlardan birine kapatılır çünkü komünistleri yakalayamadığı gibi ikisinin kaçmasına da “yardım etmiştir” belki. Son sahnede Domenica ve Eugénie, Eugène-Marie’nin ninesi buluşurlar, ihtiyar kadın kollarında ağlayan kıza sabretmeleri gerektiğini, onu kurtaracaklarını söyler, Domenica’ysa eşinin nihayet yalnız olmadığını, benzerlerini bulduğunu söyler, noktayı koyar.

1920-1940 arasının toplumsal olaylarını pek iyi anlatır Vailland, Kanun‘da olduğu gibi sosyal zamk -?- vazifesi gören oyun örneklerine yer verir: bir şarkı, müstehcen ve saldırgan şakalaşmalar, gider böyle. Vailland’ın kitaplarının tekrar basılması lazım, ilk baskıda kalan şahane kitaplar.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!