“Çok sevdiğim hocam” demiştir Hasan Âli Yücel için Cevdet Kudret, sonra -veya önce- Bakanlık’tan bir mektup gelir Hasan Âli imzalı, “Solok” soyadını niçin aldığının sorulduğu bir mektup. Kurtuluş Savaşı’nda sol cepheyi çok iyi savunan Nazmi Paşa’ya Atatürk’ün verdiği soyaddır bu, Kudret soru konusu olabileceğini hiç düşünmediğini, “o”lar hoşuna gittiği için aldığını söyler. Yıl 1939, Konservatuvar’dan Ankara Erkek Lisesi’ne nakledilir Kudret, 1948’de İnönü Ansiklopedisi çalışmaları için Bakanlık’a çekilir, DP’nin iktidar olmasından sonra Bitlis Ortaokulu’na sürgün edilir edebiyat öğretmeni olarak. “Şan olsun diye” gideceğini söylese de Faik Reşit Unat’ın uyarısıyla -kaldığı odaya bir kâğıt koyarlar da zor duruma düşürürler Kudret’i, taciz ederler, bir dünya şerefsizlik- istifa eder. Edebiyat tarihi çalışmalarından ötürü nice ödüller almıştır, diğer araştırmacılarca pek övülmüştür Kudret ama yaşamının son yıllarında verdiği röportajlardan birinde tarihçiliği sadece ekmek parası için yaptığını söyler, ailesini geçindirmek için müstear isim kullanarak çok sayıda araştırmaya imza atmıştır aynı sebeple, oysa romanlarına odaklanmak isterdi belki. İlginçtir, önün sürekli engeller çıkmıştır Kudret’in, yazdığı oyunlar dönemin tek tiyatrosu olan Darülbedayi’de oynandığında ses getirir ki övünür biriyle, Dil Devrimi’nden önce sade bir dil kullanarak yazdığı oyunun derin sessizlik ve ardından coşkun alkışlarla karşılanması gurur kaynağıdır ömrü boyunca Türkçeyi diri tutmaya çalıştığı için, ne ki tiyatronun maddi gerekçelerle operetlerin sahnesine döndürülmesini eleştirdiği için kesik yer. Yine ilginçtir, Muhsin Ertuğrul’un huysuzluklarına şöyle bir üstü kapalı değinen çok yazı gördüm de doğrudan faş eden bir tane metne rastladım sadece, oysa doğrusu yanlışı açık açık anlatılmalı, değil mi. Değil. Şiirleri biraz ahbapçılıktan övülmüştür Kudret’in de gençliktir, ustalığa varmak zaman alacaktır, bu kez de Nâzım Hikmet dağı dikilir önünde, röportajlarından birinde toplumcuların etkisinden kurtulamayacağı, zamanı geçmiş izlenimcilikten devam etmek de istemediği için şiiri bıraktığını söyler. Şiir onu bırakmaz, yazacağı denemelerine, romanlarına sızar. İyi bir denemecidir Kudret, Ataç’la dil konusundaki tartışmalarından anlaşılabilir. Cesurdur da, dönemin yıldızı Yahya Kemal’i şiirinden vuran eleştiriler yazmıştır. Eleştirmen olarak bilinmek istemediğini söyler fakat, ne bildiyse onu yazmanın yazarlık onurundan geldiğini söyler, çark eleştiriye kırılıyorsa yapacak bir şey yoktur. Hiç beğenmediğinde veya çok sevdiğinde metni, o zaman bir şeyler “karalamıştır”, mesela “Molla Kasım’ın Şiir Tahlilleri” demiştir Mehmet Kaplan’ın malum eseri için, beni benden almıştır. Ha, üniversitelerde kullanıldığı müddetçe edebiyat bölümlerinden pek bir şey beklememiz gerektiğini ben öğrenciyken öğretti bu eser, o açıdan işe yarar. Romanlara gelince, biçim eski ve hikâyecilik gediklidir, sahnelerden ibarettir, Tarık Dursun K. iyi tahlil etmiştir de söylediği gibidir: Kudret bir dönemi olduğu gibi aktararak toplumcu gerçekçiliği güçlendirir, Sabahattin Ali’yle şahsi yakınlığı dünya görüşlerinin benzerliğinden doğmaz sırf. 1950’lerde istifa etti, yirmi yıl boyunca kalemiyle geçinmeye çalışıyor ama çok zor, Bilgi Yayınları’nda bir süre çalıştıktan sonra kıymetini bilenlerce olması gereken yere, üniversiteye dönüyor Kudret, o yirmi yılda yaşadıklarıysa kabus. İşsiz kaldığı dönemde araştırmalara yöneliyor, yazdığı ders kitabıyla geçiniyor bir süre. O dönem öğrencilik yapan, çok sonra sanatlarıyla isimlerini duyuranların -Can Yücel bunlardan biri- tanıklıkları Kudret’in ne kadar iyi bir hoca olduğunu gösteriyor da Vasfi Mahir Kocatürk’le Nihat Sami Banarlı’nın yaptıklarına ne denir: ders kitabını kullanmayı tercih edenler -o zamanlar birden fazla kaynak kullanılabiliyor derslerde- arttıkça diğer yazarlar huzursuz oluyorlar, birkaç yıl boyunca arayıp tarıyorlar müstear ismi kimin kullandığını bulmak için. Nihayet bulduklarında kitabın okunması yasaklanıyor, sol cereyanlara kapılmış birinin koyduğu şifreler mini mini çocukların zihinlerine ne zehirler sokuyordur kim bilir. Gençlik arkadaşları üstelik, birlikte dergi hazırlıyorlar, kitap çıkarıyorlar, sonra “kafatasçıların safı”nda yer alıyor Vasfi Mahir, milletvekili olunca mecliste Kudret’in solculuğundan dem vuruyor bu “yakın arkadaş”, kendi deyişiyle. Başta Tevfik İleri var tabii, gerekeni hemen yapıyor. Böyle bir siyasi ortamda istemediği yollara girmek zorunda kalmıştır Kudret, yine gençlik arkadaşı Yaşar Nabi’nin desteğiyle Varlık‘ta yazılar yazarak, tiyatro ve şiir araştırmaları kaleme alarak yetmişine gelir, çalıştığı son yerde üç yıl kaldıktan sonra emekli olur nihayet. İlhan Berk’in önerisiyle Bodrum’a taşınırlar, İhsan Kudret’le mutlu yıllar geçirirler orada, şairinden ressamına sanatçılarla dolu bir çevrede çalışma olanağı bulur. Eczanedir, doktordur, ihtiyaç artınca İstanbul’a, Rumelihisarı’na taşınırlar, son konak burası. Doğduğu evi bir ara bulmaya çalışır Kudret, buruk hikâye, Cerrahpaşa’daki ev istimlak edilip hastane arazisine katıldığı için bulamazlar ama hasta yatağından gördüğü manzara tam da çocukken gördüğü manzaradır Kudret’in. Farkında değildir, yanındaki ömürlük dostlarından biri manzaraların aynılığını görür ama anlatamaz, ölüm döşeğindeki Kudret’in dinleyecek, bakacak hali yoktur.
Kayseri’deki öğretmenlik yıllarında yaşadıklarını Havada Bulut Yok‘ta anlatıyor, uzunca bir alıntı olacak ama Kudret’in toplumculuğunu Vecihi Timuroğlu’nun yazısında görürüz: “Kayseri ‘rapor fabrikası’ndaki çalışmaların göstermelik, küçük burjuva aydınlarına özgü dernekçilik oynama niteliğini görünce, işe kökeninde bir çözüm bulmak için, yeni yöntemler arıyor. Kayseri’de bir mesken sayımı yaptırıyor. Meskenlerde oturan ailelerin geçim durumlarını, işlerini öğrenmeyi amaçlayan kapalı uçlu bir anketi de ekliyor bu sayıma. Kayseri’de on bin evin bulunduğunu, sekiz bin evde oturan ailelerin yoksulluktan kıvrandıklarını, iki bin ailenin de bunları sömürerek yaşadıklarını, semirdiklerini saptıyor. Halkevlerini örgütleyerek bu ailelere yardıma başlıyor. Fabrikalarla ilişki kuruyor. Yoksul ailelerin çocuklarına iş buluyor. Yıldırımlar çakıyor bu sırada. Şoven bir tutuma karşı çıkması, Cevdet Kudret’i ele veriyor. ‘Rapor fabrikası’nın yoksullar listesine Kürtlerle Ermeniler yazılmıyor. ‘İki katlı’ bin kent yaşamını yansıtmaya karar veriyor. Bir dergiye, yoksul halkın yaşamını resimleyerek gönderiyor. Yazısının adı, ‘İki Katlı Kent’tir. Dergi, başına bela açmamasını öğütleyerek yazısını geri gönderiyor. Başka bir dergi arıyor. İnatçı yaratılışı, en sonunda yazıyı yayımlatmayı başarıyor. Bu yazının yayımından sonra okula müfettişler damlıyor.” (s. 63) Gerisi malum. Otorite tanımadan mücadele eder Kudret, hani geçinmekte en zorlandığı zamanlarda bile kimseye avuç açmaz da müjdeli haber getirenleri memnuniyetle karşılar, sonra tepeden bir yerden gelen kararla yoluna yine taş konduğunu anlayıp işine gücüne bakmaya devam eder. Kapıkullarından olmamıştır, ömürlük bedel ödemiştir de içi rahattır. İnsandır, aylar boyunca dil üzerine ağır biçimde tartıştığı Ataç’ın cenazesine katılmış, duyduğu saygıdan ötürü bir yıl boyunca dil konusunda hiçbir şey yazmamıştır. Kötülüğüne maruz kaldıklarına en ufak bir hakareti yoktur, şiirlerini eleştirenlere “karakoncolos” demişliği vardır, matraktır. Ömrünün son yıllarında AKM’de düzenlenen edebiyat etkinliklerine katılırmış da bir köşede oturup dinlermiş konuşulanları, mütevazı. Son olarak edebiyat araştırmacılarının ilgisini çekecek bir bilgi, Nezihe Meriç’ten: “Cevdet Bey temiz ve çok titiz bir kişiydi. Ben de öyleyim. Elde değil, n’apalım. Benim Dumanaltı adlı öykü kitabımdaki ‘Erol Bey’ öyküsünde bir tuz meselesi vardır. Parmaklar tuzluğa rasgele daldırılınca, büyük hanım, kibar, buyurgan haliyle hafifçe ‘ehem ehem’ öksürür. Çatalını uzatır, sapıyla tuzluktan biraz tuz alır. İşaret parmağıyla sapa hafif hafif vurarak yemeğine serper. Cevdet Bey’dir o. Bir gün o anlatmıştı böyle bir şeyi; o güzel gülüşüyle gülerek.” (s. 16)
Cevap yaz