Rıfat Ilgaz evden çıkmamayı düşünüyor çünkü yaşama inanmıyor, hiçbir şeye inanmıyor, 2 Temmuz kırıvermiş inancı gerçeği. “Asım aylarca günlerce benimle yattı, kalktı. İyi günlerimde gülmüş, hapishanelerle, kelepçelerle ağlamış. Gözlerinin önünde 81’de kelepçeliyim. Asım yanımda.” (s. 9)
Memet Fuat’ın iki yazısı var, ilki katliamdan sonraki sürecin bütün korkunçluğunu özetliyor. Misal: “Herhalde ben iyi izleyemedim. İşçi sendikaları yurdun dört bir yanında yürüyüşler düzenlemişler, diri diri yakılan sanatçılar, ozanlar, şairler, düşünürler, işçiler için protesto eylemleri gerçekleştirmişlerdir.” (s. 11) Fuat’ın görmek isteyip “iyi izleyemediği için” göremedikleri arasında liberal ekonomiyle liberal düşüncenin birlikte yürümesi için ortaya attıkları görüşlerle tartışmalar yaratan işveren dernekleri, uygar dünya karşısında ülkenin güç duruma düştüğünü söyleyen iş insanları, yaşam hakkının kutsallığını haykıran sağlık kurumları, doktorlar, yargıçlar, avukatlar, toplantılar düzenleyen üniversiteler, üzüntülerini dile getiren bakanlar, devlet yetkilileri var. Son olarak Türk halkının sanatçılarını çok sevdiğini, kırsal kökenlilerin Anadolu’da yüzyıllarca ozanlarını el üstünde tuttuklarını, kentlerdeyse Namık Kemal’den beri şairlere büyük saygı duyulduğunu söylüyor Fuat, iyi izleyemediği için kaçırmış bunları. “Sizin İçin Ölüyorum” diğer yazı, Fuat’ın tey zamanında Nâzım Hikmet’in şiirlerini basıma hazırlayan Bezirci’nin tercihlerini sıkı sıkıya eleştirmesiyle bozulan dostlukları Adam Yayınları’ndan çıkacak şiirler için bir araya geldiklerinde düzelmişti, “sanata yaklaşımımızdaki ayrımlar” diyerek dile getiriyor bu süreci Fuat. Dostunu en başta çalışkanlığıyla anıyor, ölümünden kısa süre önce yetmişinci kitabını yayımlayan Bezirci hiç istemediği muhasebecilik işini edebiyat araştırmalarını sürdürerek katlanılır hale getirmiş. Her boş dakikasını eleştiriye vakfeden Bezirci’nin nesnel eleştiriyi görünür kılması değerli, Ataç’ın ardından yeni bir ekol gibi çıkıyor adeta. Eleştiri güzel yazı değil, söyleşir gibi yazmak hiç değil, ayarlarının ve sabitlerinin olduğunu ilk gösterenlerden biri Bezirci, Fuat’la eleştiri konusunda sıkça takışıyorlar hatta “soldaki sağcı” diyor Bezirci, Fuat’ı çok sinirlendiriyor ama üniversite yıllarından tanışan bu iki edebiyat emekçisinin bağları zayıflasa da kopmuyor.
Onat Kutlar, “Sen Ne Müslümansın Ne Sıvaslı”. Bezirci’yi değil, Mevlânâ’yı yakıyor Sıvaslı, Nesimi Çimen’i yakıyor ki o da Sıvaslıdır, halk ozanıdır, cura ustasıdır. “Sen bir toz tanesinde âlemleri gören, yüce tanrının bir suretiyken senin gibi biri marifetiyle derisi yüzülerek aslına dönen Seyyit Nesimi’yi bir kez daha yaktın.” (s. 13) Metin Altıok’u değil, Yunus’u yakmıştır Sıvaslı, çocukluğu yakmıştır, İslam’a hakaret etmiştir, Müslüman değildir. Sıvaslılar tepki göstermelidir buna, seslerini yükseltmelidirler, anca öyle merhem sürülür yanan yüreğe.
Hilmi Yavuz okuryazar kıyımının sıklıkla görüldüğü ülkemizde katliamın yadırganmaması gerektiğini söylüyor, yurttaşlarını toplu kıyımdan koruyamayan devlet yeni değil. “Gizlenmiş Devlet” arkada bir yerde izliyor olanları, ortadan kaldırılması için çalışılmalı. “Bence şu: Bu ülkede yaşayan demokratların, sağcı ya da solcu hiç fark etmiyor, Gizlenmiş Devlet’e karşı, Sivil Toplum’un pekiştirilmesine katkıda bulunması gerekiyor. Adorno bunu sevdi. Sivil platformlar demokratik ağırlığını koymalı, ölenleri anmakla kalmamalı.
Oktay Akbal’ınki diğerlerine göre daha içten bir yazı. Ören’deki günleri geceleri özleyeceğini söylüyor Akbal, sarı-lacivert plaj şemsiyesini taşıyan Bezirci’yle birlikte denize giriyorlar, güneş batarken bir balkonda akşamı ilk rakı kadehiyle selamlıyorlar, bir daha yaşanmayacak bunlar. Hayat hikâyesi Feridun Andaç’ın yazısında var, Bezirci’nin kendi dilinden şu: “‘Ben Erzurum Lisesi’nde parasız yatılı okudum. Erzincan’da lise yoktu ve 126 kişinin içinden bir bankacının oğluyla ben kazandık. Sınavı kazanamasaydım okuyamayacaktım. Lisedeyken 125 gram ekmek veriyorlardı. Üniversiteyi bitirir bitirmez Türkiye Sosyalist Partisi’ne üye oldum ve Gerçek gazetesinde fıkralar yazmaya başladım. Uğradığım kovuşturmalar nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı’ndan öğretmenlik isteyemez duruma düşmüştüm. Sekiz kez kovuşturmaya uğradım, üç kez tutuklandım. Ama hepsinden de aklandım. Aklanmak sadece adliye defterlerinde kaldı. Bunu insanların kafasından silmek güçtü.’” (s. 21)
Memet Fuat’ın bir yazısı daha var. Metin Altıok’un öldüğünü gazetelerden öğrenen Fuat’a göre başka bir yerde kalmasa Cahit Külebi de yanarak ölecekmiş.
Ataol Behramoğlu aralarındaki tartışmalara değinerek anlatıyor Bezirci’yi, Türk-Yunan şairlerinin şiirlerini hazırlarken TYP’nin Tepebaşı’ndaki bürosunda atışmışlar. “Şimdi burada söz etmeye gerek görmediğim gerekçeleri bence geçersizdi ve büyük ölçüde de duygusaldı. Söz konusu bu şairler antolojide olmayacaksa benden de şiir almamasını onu belki de incitecek bir üslupla söylediğimi anımsıyorum…” (s. 36) Turgut Uyar’ın Bezirci’ye söylediğini tekrarlamayı severmiş Behramoğlu, Uyar’a göre İkinci Yeni’yi eleştiren Behramoğlu ve arkadaşları haklı, Bezirci haksızmış.
Selim İleri eleştirel ölçütlerinin, yargılarının uzağında durduğu Bezirci’nin yazılarından çok faydalanmış. Hulki Aktunç, Naci Çelik ve Taylan Altuğ’la birlikte dönemin dergilerini okur, Bezirci’nin yazılarını takip ederlermiş. Ne acı, yazıyı bitirmek üzereymiş İleri, o sırada telefon çalmış, Altıok’un öldüğünü öğrenmiş.
Andaç’ın yazısıyla bitireceğim, hayatla. 1928’de doğan Bezirci’nin yaşı büyütülmüş, “1927” tashihli. 1939’da ilkokulu bitiriyor, Erzincan depremi nedeniyle ortaokulu yarım bırakıp ailesiyle birlikte Mersin’e göçüyor, 1940’tan sonra döndüğünde parasız yatılı sınavını kazanarak Erzurum’a gidiyor, beş yıl okuyor orada. Erzurum yıllarında edebiyatla ve açlıkla tanışıyor, hayata edebiyatla katlanıyor. Kerime Nadir, Peride Celâl, Güzide Sabri, Mükerrem Kâmil, Esat Mahmut, Oğuz Özdeş, okuduğu bunlar. 1943’te “Bir Gecenin Serabı” nam öyküsü Erzurum’da bir gazete yayımlanıyor. Bu öyküyü bulan olmuş mudur acaba? 1945’te liseyi “pekiyi”yle bitiriyor, aynı dönemden Fethi Naci’yle birlikte İstanbul’a, biri Türk Dili ve Edebiyatı okurken diğeri İktisat Fakültesi’ne giriyor. Birincisi ikincisini edebiyatı satmakla suçlarken ikincisi birincisine aç kalacağını söylüyor, üzücü ve matrak. Üniversiteden memnun değil Bezirci, Ali Nihat Tarlan gibi hocalar tutucu, öğrenim sistemi çağdışı. Orhan Veli’nin şiirlerini şiirden saymazmış Tarlan, sanki her şey Bezirci’nin edebiyattan soğuması içinmiş, hocaların yeni edebiyata bakışları özellikle. 1947’de toplumcu düşüncelerle tanışıyor, dünyayı “gerçekten” görmeye başlıyor. Fransızca öğreniyor, çeviriler yapmaya başlıyor, mezun olduğu sırada Tevfik İleri ortalığı mahvederken öğretmen olamayacağını fark ediyor. Doktora yapmaya niyetleniyor ama tezini yazamıyor, onun yerine dergilere yazılar yazıyor. Hapse ilk girişi bu yüzden, çıktığında DP iyice cozuttuğu için iş bulamıyor, 1953’te “ilerici bir doktorun yardımıyla” bir firmanın satış defterlerini tutmaya başlıyor, muhasebeciliği emekli olana dek sürdürecek. Ekmek parasını kazanması lazım, aileden zengin olsa bir yetmiş kitap daha yazardı. 1955’te Varlık‘ın eleştiri yarışmasına katılıyor ama Yaşar Nabi yazıyı sokmuyor yarışmaya, yıldızları tutmuyor. Attilâ İlhan ve Orhan Duru iki önemli figür, biri Salim Şengil’e, diğeri Muzaffer Erdost’a götürüyor eleştirmeni, dönemin önemli dergileriyle iyice haşır neşir oluyor Bezirci. Konumu biraz sağlamlaşınca Ataç’la çekişmeye başlıyor, “Beğendim!” veya “Beğenmedim!” yargılarını eleştiriden saymadığını söyleyerek yardırmaya başlıyor. “‘Sonunda şuna vardım: Bu bozuk eleştiri düzeninin değişmesi gerekiyordu. Eleştiri denemeden ayrılmalı, öznelcilikten nesnelciliğe kaymalı, izlenimlerin yerini çözümlemeler almalı, duyguların yerini gerçekler, temelsiz övgü ve yergilerin yerini sağlam ölçütler almalıydı.’” (s. 59) Ataç öncüldür, Bezirci dahil pek çok eleştirmeni etkilemiştir, yıkılışı da görkemli olur. Bezirci, usta olarak görmüşse eğer, Ataç’ı eleştirerek ustasını geride bırakanların tarafında yer alır. Bu “geri bırakma” her yöne açılabilir, eleştiriye getirdiği yeniliği düşünecek olursak türle birlikte Bezirci’yi de düşünmek zorundayız, dank diye gelir akla. Özet şu: “Asım Bezirci eleştiriyi yazınsal bir uğraş olarak görmek istemedi; yazınsal yaratma biçimlerini kendi yazarlık sürecinde gerçekleştirmeye yatkın da değildi.” (s. 64)
Cevap yaz