Toshiko Sasaki fabrikanın bürosunda, Masakazu Fuijii özel hastanesinin sundurmasında, Hatsuyo Nakamura mutfak penceresinden komşusunun evinin bombalarla yıkılışını izliyor, Wilhelm Kleingsore üç katlı misyoner evinin en üst katında dergi okuyor, Terufumi Sasaki elindeki test tüpüyle hastanede, Kiyoshi Tanimoto şehrin batı kesiminde B-24’lerden kaçırdığı eşyalarıyla yürüyor. Şanslı altı kişi tepelerinde patlayan bombadan kurtulacaklar, hemen ölmeyecekler en azından. Amerikalıların bombalarıyla bir süre öncesinden tanışlar, siren sesini duyduklarında saklanacakları yerler belli. Korkuyorlar yine de, yakınlarındaki şehirler ağır bombardıman altında kalmışsa da Hiroşima’ya büyük bir saldırı düzenlenmemiş henüz, yeni bir silahın kullanılacağına dair dedikodular almış yürümüş, insanlar tetikte bekliyorlar. Yaşanacaklara hiçbiri hazırlıklı değil tabii, dünyanın geri kalanıyla birlikte neler olduğunu anlamaya çalışacaklar. Tanimoto el arabasını çekiştirirken korkunç bir parıltının göğü yardığını, güneşten bir kesitin yeryüzüne indiğini düşünüyor. Arkadaşı Matsuo kendini evine atacak ama Tanimoto o kadar hızlı değil, bahçedeki iki büyük kayanın arasına fırlatıyor kendini. Yüzü taşa dönük, ne olduğunu göremezken korkunç basıncı hissediyor, üzerine kiremitler, tahta parçaları düşmeye başlıyor. Hersey’in söylediğine göre Hiroşima’da hiç kimse bombanın sesini hatırlamıyor, denizde kayığıyla dolaşan bir balıkçı hariç. Kayığı kıyıdan yirmi mil uzakta, B-29’ların beş mil öteye bıraktığı bombalardan daha yüksek bir ses çıktığını hatırlıyor. Bombanın atılmasından bir gece önce şehrin radyosundan yapılan duyuruda şehrin boşaltılması istenmiş, terzinin dul karısı Nakamura üç çocuğuyla hemen gidemediği için yakalanıyor bombaya. Çocuklarını battaniyeye sarıp uyuyor, sabah yedide alarmla kalkıyor ve sirenleri duyunca korkuyor ama tehlikenin geçtiğini belirten sesi duyunca rahatlıyor. Eşi 1942’de savaşırken ölmüş, dikiş makinesinin başına kendisi geçerek kazandıklarıyla zar zor bakıyor çocuklarına. O sabah komşusunu izlerken her yer bembeyaz bir ışıkla aydınlanıyor, öyle bir beyazlık görmemiş daha önce. Ev patlamanın merkezinden üç çeyrek mil uzakta, hemen çocuklarının yanına koşmaya niyetleniyor kadın. “Daha bir adım bile atmamıştı ki, bir şey, gövdesini kaldırdı. Havada sürüklenerek üstünde şiltelerin durduğu tahtayı aştı; evinin parçaları ardından uçuyordu.” (s. 21) Yere düştüğü zaman üzerine keresteler, kiremitler yağıyor, üstü büsbütün örtülmediği için ayağa kalkıyor ve feryat eden çocuklarının yanına koşuyor hemen. Kısmen gömülmüşler, enkazı tırnaklarıyla kaldırmaya çalışıyor. Fujii hastanesinde, yangın bombalarına karşı bir şey yapamayacağını söylediği hastalarından ikisi hariç herkesi geri çevirmiş, sabah keyfi yapıyor. Parıltıyı görüyor sonra, parlak sarı. Arkasında kalan hastanenin yana doğru eğildiğini görüyor, ayağa kalkamadan önce öne itiliyor, sonra yuvarlanıp düşüyor. Göğsünü V şeklinde sıkıştıran iki uzun kerestenin ortasında kurtulmaya çalışıyor, sol omzunda keskin bir ağrı, kıpırdayabilecek durumda değil. Cizvitler Topluluğu’ndan Alman rahip Kleinsorge bomba atılmadan önce de kötü durumda, Japonların savaş süresince kıstıkları yemeklerden, daha doğrusu yemeksizlikten şikayetçi, güçsüz düşmüş. Yabancı düşmanlığının arttığı Japonya’da müttefik Almanya yenildikten sonra Almanlara karşı öfke doğmuş. Rahip işlerini aksatmıyor yine de, elinden geldiğince çalışıyor, tehlikenin geçtiğini belirten sesi duyunca gökyüzüne bakıyor o da, tepesindeki meteoroloji uçağını görünce iyice rahatlıyor, korkunç parıltıyla birlikte aklını oynatıyor kısa süre. Yakınlardaki evlerden birinden haykırışlar geliyor, ortada pek bir yapı kalmamış, hava kararmış o an. Sasaki hastaneye gitmek için her sabahki trene binseydi hayatta olmayacağını düşünüyor, bir önceki tren onu patlama bölgesinden uzaklaştırmış. Bombanın ışığını hastanedeyken görüyor, sanki biri dünyanın fotoğrafını çekmiş gibi. Yer gümbürtüyle sarsılıyor, Sasaki’nin gözlükleri gözünden uçuyor, kan tüpü duvara çarpıp kırılıyor. Haykırarak başhekimin odasına giriyor Sasaki, adamın her yanının kesik dolu olduğunu görüyor. Hastaların çoğu ölmüş, kalanlar haykırıyorlar. Yaralanmayan tek doktor Sasaki. “Dr. Sasaki, düşmanın yalnız hastaneyi bombaladığını sanarak hastaların yaralarını sarmaya koyuldu; oysa o anda dışarıda, bütün Hiroşima’da, sakat ya da ölmek üzere olan bir sürü insan güçlükle attıkları adımlarla Kızıl Haç Hastanesi’ne doğru yürüyor, Dr. Sasaki’ye korkunç düşünü unutturacak şekilde, hastaneyi doldurmaya hazırlanıyordu.” (s. 27) Sonraları sadece kurtarabileceklerine odaklanacak Sasaki, çığlık çığlığa yardım isteyen ağır yaralılara dönüp bakmayacak bile. İnsanları çok seven bu adam o kadar hissizleşecek ki onca ölünün küllerine bulansa da işini yapmaktan geri kalmayacak. Diğer Sasaki’nin doktorla akrabalığı yok, Doğu Asya Teneke İşleri’nde çalışıyor. Odasında askere gidenlerin, işten çıkarılanların ve işe alınanların isimlerini kaydetmek üzereyken yanındaki kızla gevezelik etmek istiyor, başını çevirdiği an oda körletici ışıkla doluyor. Üst katın tahta döşemesi yıkılıyor üzerine, kitaplıklar düşüyor, bacağı kırılmış bir halde enkazın altında kalıyor Sasaki.
Altısı da bir şekilde enkazdan çıktıktan sonra ne olduğunu anlamadan dolanıyorlar bir süre, Sasaki hariç. Bacağındaki yaralar kapanmak bilmiyor, kapanınca tekrar açılıyor, üstelik halsizlik çöküyor üzerine. Sağda solda kusanları görüyorlar, herkes kendini hasta gibi hissediyor. Radyasyonun etkisini birkaç gün sonra anlayacaklar, tıpkı üzerlerinde patlayanın ne olduğunu anlayacakları gibi. Japon bilim insanları da nükleer fizik çalıştıkları için mevzuyu hemen çözüyorlar, ABD’nin geçici yönetimi altındayken çıkarttıkları kitaplar önce huzursuzluk yaratsa da Amerikalılar ses çıkarmıyorlar, bilgi yayılıyor. Şehrin yeniden kurulması gerek, ABD o altın kalbiyle hemen meseleye el atıyor ve yıkılan binaların yerine hemen yenilerini yapıyor. Koca bir travma kalıyor geriye, insanlar yaşadıklarını unutamıyorlar. Çocuklar çabuk unutuyorlar ama, yaşananları ilginç bir anı olarak hatırlıyorlar. Durum korkunç, hastaneye akın akın gelen yaralıların yanında kıyıda yatan sayısız insan var, çoğu yanıklarının iyileştirilmesi için doktorların geleceğini ümit ediyor, hatta ordunun bir gemisi yanaşıyor ve kısa süre sonra yardım gemilerinin geleceği haberini yayıp ortadan kayboluyor. Gemiler gelmeyecek. Yürüyebilenler yaralılara su getirecekler, Sasaki yaralılara pek bir şey yapamasa da su veriyor ve aralarına uzanıyor yorgunluktan, saatlerdir çalışmaktan canı çıktığı için uykuya dalıyor ve uyandığında önceki gün su verdiği herkesin öldüğünü görüyor. Düşünüyorlar bir yandan, öylesi bir yıkıma ne yol açmış olabilir? “Molotof çiçek sepeti” diyorlar, yangın bombaları da varsa normal. Kimse yeni bir çağın ilk kurbanları olduğunu düşünmüyor. Birkaç gün sonra Nagazaki’ye atılan bombanın çok daha şiddetli olduğunu öğrendikleri zaman üzüntüyle sevinci bir arada hissetmişler midir?
Hersey bombanın atılmasından kısa süre sonra Hiroşima’ya gidiyor, kimseden yardım almadan birçok insanla görüşüyor ve tarafsız bir gazetecilik örneği göstermeye çalışıyor. Konuştuğu altı kişinin anlattıklarını hemen hiç değiştirmeden yayımlıyor, ABD’de olay oluyor bu otuz bin sözcüklük yazı. Einstein yazının yer aldığı gazeteden 1.000 tane almış, ek olarak çıkan bu metni okumayan pek kimse kalmamış o dönem. Hemen mektuplar yazılmış, telefonlar edilmiş, gazeteler yazıyı basmak için izin istemişler. Hersey yazıdan kazandığı parayı Kızıl Haç’a bağışlamış, yazıyı oyun haline getirmek isteyenleri reddetmiş. Penguin Books metni basmış, Batılı ülkelerin yayın organları yazıyı kendi formlarına uygun olarak basmışlar, böylece tartışmalar başlamış. Halk uyarılamaz mıydı, bomba açıklarda patlatılsaydı etkisi Japonya’nın savaştan çekilmesine yetmez miydi, topyekun savaşta sivil halk da asker muamelesi mi görmelidir, bir sürü konu.
İnsanlık tarihinin gördüğü en korkunç saldırılardan birinin tanıklarından dinliyoruz olayları, Hersey soğuk bir gerçekçilikle aktarmış söylenenleri. Neler yaşandığını bilmek isteyenler belgesel izlemenin yanında bu kitaba da göz atabilirler.
Cevap yaz