Jean-François Elberg – Çocuklar Koğuşu

Kurgu anı. Anı değil, yaşamdan kurgu: Yakışıklı, zeki, pırlanta gibi bir çocuk Michel Elberg, Rumen, beşiğine periler gelmiş de defne falan koymuşlar. Bir de kıyım koymuşlar, 1923’te Yahudilerin dükkânları yağmalanıyor, sokaklarda sopayla dövüyorlar insanları, Romanya dehşet içinde. Odessa’dan kaçanların bir kısmı Romanya’ya geçtikten sonra tehlikenin kokusunu yine almışlar, doğruca Fransa’ya, Paris’e. Dünya saldırıları kayıtsızlıkla izliyor, “lanetli ırk” hak ettiğini buluyor sonuçta, sorun yok. “Romanya’daki zalimlere göre, Yahudileri katletmek yeterli değildi. Başka şeyler icat ederek, çok okuyan bu Yahudilere karşı, durdurulması imkânsız bir ordu kurmayı düşünüyorlardı. Gerçek bir engel de, Yahudilerin çok az kısmına okuma imkânı sağlamak olabilirdi.” (s. 3) Michel’le kuzeni Nathan ne buldularsa okuyorlar, öğreniyorlar, şiirden tarihe, doğadan kitaba seyir. Gözleri Paris’te, kültürün başkenti çağırıyor, Bükreş’ten trene binmek üzere yola çıkıyorlar. Nihayet Lille, kuzenlerinin evinde krallar gibi karşılanıyorlar çünkü çektikleri eziyetin başı sonu yok, haliyle aile bağları çok sıkı. Michel kuzenlerinin mefruşat dükkânında çalışmaya başladığı sırada tıp fakültesine yazılıyor, doktor çıkacak. Tatillerde Hollanda’daki kuzeni Moise Finkelstein’ı ziyaret ediyor, ailecek güzel günler geçiriyorlar. Almanlar mekânı basınca bir daha göremeyecekler birbirlerini, ufuktan çizme sesleri geliyor ama tehlikenin ne boyutlara varacağını kestirebilen pek az insan var o dönem. Michel kendi dünyasına gömülmüş iyice, deli gibi çalışıp para kazanıyor, derslerini veriyor, bir iyilik gördüyse on iyilik yapıyor, sahip olduğundan daha fazlasını verdiği için sürekli zayıflıyor, hastalanıyor ama kuzenlerinin yardımıyla kalkıyor ayağa yine, elinden gelenin daha fazlasını yapmaya devam edecek. Çocuklar koğuşunda da, canı pahasına. Gerçi metnin adı da tartışılır, o koğuş Michel’in hayatının tamamını merkeze alan bu hikâye için pek uygun değil diyeceğim, belki yaşantıların en yoğun olduğu kısım öne çıktığı için öyledir diye düşüneceğim, oturacak.

İlk sorun tıp fakültesinde çıkıyor, öğrencinin biri Ortadoğuluları doktor olarak görmek istemediğini söyleyecek Michel’in yüzüne, cüretinin utancıyla uzayacak. O zamanlar utanıyorlar, Yahudileri böcek olarak görmeye başlamamışlar. Diplomasını aldığı sırada sevinçten uçarken diğer yanda annesiyle babası “kayboluyorlar”, Romanya’daki katliam sırasında yaşananları aydınlatması için dedektif bile tutuyor Michel, sonuç yok, buharlaştılar sanki. Korkunç bir darbe Michel için, ailesini de yanına getirtecekti, olmuyor. Devam etmeli, Paris’in arka sokaklarından birinde güzel bir yer tutuyor, Rumen bir göçmenin doktorluğundan ne olacağını düşünenler için Michel büyük sürpriz. Yardım elini uzatmadığı kimse yok, herkese kapısı açık, komşularıyla arası iyi yani. Bu iyi aralı komşuların bir süre sonra suratına tüküreceklerini bilmiyor Michel, insanların bir anda canavara dönüşebileceklerini, her gün kucağına alıp sevdiği çocukların vebadan kaçar gibi kendisinden kaçacaklarını, zorlu tedavi süreci boyunca yanından ayrılmadığı komşusu tarafından yumruklanabileceğini bilmiyor, bilecek. Adım adım. Georgette bir çiçek gibi açıyor önünde, buluşmaya başlıyorlar, evlilik. Elberg aralara Yahudilik ve milliyetçilik konulu bilgiler serpiştirmiş, misal: “Fransa’ya tutkuyla ve mazileriyle bağlanmış olan bazı Yahudiler, Michel’e bu ülkenin özgünlüğüne ve yaşama kolaylığına tamamen kayıtsız kalan bazı Fransızlardan ‘daha Fransız’ gelmekteydi.” (s. 19)

1933’e geliyoruz, Hitler’in iktidara geldiği yıl Annie doğuyor, çiftimiz için büyük mutluluk. İşleri iyi, çocukları iyi, 1934’te Staviski Vakası yüzünden Yahudilere duyulan öfke pörtlüyor yine. Evleri iyi, çevreleri iyi. 1936’da Naziler yükseliyor, İtalyan faşistler Afrika’da at koşturuyor, İspanya’da iç savaş. Her şey iyi, Michel’e göre tahrikler var sadece, işler yoluna girecek. İspanya’ya gidip savaşmak istiyor Michel de ailesi var, savaştan dönen yaralıları bir kuruş almadan tedavi etmekle avunuyor. Arada Rotschild Hastanesi’ne giderek uzmanlığını ilerletiyor, çevresini genişletiyor ki bu çevre toplama kampına gönderildiği zaman çok işine yarayacak. Şartlar giderek kötüleşiyor hastanede, hasta sayısı artıyor, doktor sayısı azaltılıyor, Yahudiler bürokratik oyunlarla belli belirsiz zor duruma düşürülüyor önce. İyi niyetliliği yaktı Michel’i, öyle görünüyor, ne kadar kötülük görürse görsün gücünü artırarak savaşırsa düzeni yıkabileceğini düşünüyor. Komünistlerle arası iyi, kendi cemaatiyle zaten iyi, daha büyük bir şeytanla karşılaşsa alt eder. Diye düşünüyor o ara, suyun kaynamaya başlaması dahi fikrini değiştirmiyor. Nedir, yakın arkadaşı Edmond Stievet’yle birlikte fakültedeki derslerden birine gittikleri zaman Yahudileri alenen aşağılayan hocaya diş biliyorlar, bu hoca toplama kampında çocukların daha hızlı ölmeleri için elinden geleni yapacak. Dünya küçük, toplama kampları daha küçük, herkes bir yerde karşılaşıyor illa. Edmond’la Michel ırkçılarla pata küte, fişleniyorlar tabii. Edmond biraz daha kötümser, Verdun’de kazandığı madalyaları takarak gittiği derste yediği yumruklar -savaşa sonuna kadar karşı çıkan bu adam Fransızların Yahudilere karşı tepkileri yüzünden takıyor o madalyaları- işlerin nereye gideceğini gösteriyor aslında, arkadaşını sıklıkla uyarsa da Michel’in göç etmeye niyeti yok. İspanya’ya savaşmaya giden Edmond yaralı olarak geri getirildiğinde tedavi edilmiyor doğru düzgün, ölüyor. Georgette’in bacağındaki bir damar sorunu giderilmiyor doğru düzgün, Georgette ölüyor, iki çocukla kalakalıyor Michel, çocukları da ninelerine gönderdiği gibi kendisi de gitse ya! Gitmiyor, Vichy nanesini, giderek yükselen ırkçılığı korkuyla izliyor ve o meşum gün geliyor: yallah yoklamaya, karakolda dayağa. Tabipler Birliği’nden atılma, diplomanın iptali ve Nazi işgali. Hani uzun bir intihar sürecine girdiğini biliyor Almanya’nın da son nefesin zamanını kestiremiyor Michel, yoksa yakın dostlarından biriyle İngiltere’ye kaçması işten değildi. Bitecek işgal, bitti biter, bitti derken biri ocağın altını iyice açıyor ve dünya Yahudilerin tepesine yıkılıyor.

Çocuk kampı. Her gün onlarca çocuğu getiren kamyonlar, vagonlar, çocukları döverek öldüren askerler. İsteksizim, anlatamayacağım, Elberg de uçlara varmıyor ama Michel’in çaresizliğini gösterdiği bir sahne var ki en uçta. Çocuklar şiddetin nedenini anlayamadıkları için korkuyla, ardına kadar açık gözlerle bakıyorlar dünyaya, kimseye güvenemiyorlar. Şiddet gören bir çocuk koşarak sarılıyor Michel’e, ağlıyor, annesiyle babasını bulması gerektiğini söylüyor. Michel adını sorduğunda çocuk geri geri gidiyor, korkuyla Michel’e bakıp koşarak uzaklaşıyor. Ağlamaya başlayan Michel’i teselli eden Paula olmasa gücünü yitirir miydi doktorumuz, belki. Başka bir yaşam var orada, eşiyle çocuklarını düşünmeye vakti olmayan Michel teselliyi Paula’da buluyor, bir de türlü oyunlarla kurtardığı çocuklarda. Komutanların suyuna gidiyor, yağlayıp ballıyor onları Michel, katakulliyle hastaneye yatırdığı çocukları oradan da kaçırtıyor, kurtarabildiği kadarını kurtaracak ama dümen anlaşılınca bitecek her şey. Kamptakilerin gözleri önünde dövülerek öldürülenler, sopa darbelerine rağmen söylenen özgürlük, kardeşlik marşları, direnişin tüyler ürperten gücü. Hastane işinin ortaya çıkması bir darbe, kazılan tünelin ihbar edilmesi başka bir darbe, son damla hatta, kamptakilerin topu vagonlara tıkıştırılarak asıl kamplara yollanıyorlar. Her şey çok hızlı ilerliyor, Paula’nın bir çocuğu vagona bindirilirken dayaktan kurtarmak için koşup kurşunu yemesi bir an, çocuğun öldürülmesi bir an, Michel’in vagona tıkılması bir an, yanındaki güçlü kuvvetli bir adamla birlikte gevşek tahtaları söküp kaçmaya çalışmaları başka bir an.

Adamın biri geliyor Annie’yle Jean-François’yı ziyarete, dişleri dökük, aksak, ikram edilen kurabiyeyi güçlükle yiyor. Babalarının döneceğini söylüyor, buna inanmalılar. Bu metnin yazarı Jean-François babasını hatırlamıyor, Annie hatırlıyor ama beş yaşının hafızasında kalanla.

Babaları dönmüyor.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!