Kadare göze sokmadığı mesaj yok, dan dunluğunu ödünç alıp bodoslamadan anlatıyorum: Kadare eski köye gelen yeni adetin daha insancıl, daha şenlikli bir ortam yaratacağını anlatır bu romanında. Düğün her kesimden insanı çekmiş, yarınlar yokmuşçasına eğlenilmiştir oysa yarınlar vardır, yarınları düğüne katılan yazar, işçi, bilim insanı, kadın tipleri kuracaktır. Geleceğin inşasında bazılarının yoğun emeği gerekirken bazılarının tedavülden kalkmaları yeterli olacaktır, örneğin folklor araştırmacısı düğüne gelmek için bindiği trende bile işçilerle, köylülerle yakınlaşmaz, onları uzaktan izleyerek gözlemde bulunur ve kolektiviteye iştirak etmediği için görece dışlanır, hem insanlarca hem de yazarca. Adamımız yeni kurulan istasyonda iner, düğün derneğe doğru yürürken yanından geçtiği S.K. nam yazar karakteri ve genç kızı görmez, araştırmalarından başka hiçbir şey düşünecek, görecek halde değildir. Nihayet düğüne gelir, deli gibi eğlenen insanları gözlemledikten bir süre sonra eski araştırmalarının sonuçlarını paylaşmaya kalkar çünkü halkla başka türlü iletişim kuracak yolu yoktur. Kimse umursamaz, adamımız içtikçe açılır ve kendini çılgıncasına dans pistine atar, içindeki insan ortaya çıkar en sonunda. Her karakter için bir bölüm, yazarınkilere bakalım. S.K. ve Gazeteci arasındaki sohbetler halkın o anki durumu ve yeni kurulan rejim hakkındadır, ikisi de gelecekten umutluysa da Gazeteci törelerden o kadar kolay kurtulunamayacağı görüşündedir. Yazar “emek kahramanları”na bakıp Cumhuriyet’in çocukluk çağını çabuk atlatacağını düşünür, öyle ki istasyonun ardından kurulacak fabrikaları, inşa edilecek evleri, kenti, şehri, refahı, iyi ne varsa onu canlandırır gözünde, ilk adım olarak katıldığı düğünü görmektedir. Diyaloglar anlatının yükünü üstlenir ara ara, genç kızla S.K. konuşurlarken düğünden duyduğu kaygıyı da dile getirir S.K., Arnavutluk’ta yapılan düğünlerde çoğunlukla bir arıza çıktığı, silahlar patladığı için gergindir, diğer uçtaysa kızın yaşamla taşması vardır, düğün yeninin eskiye üstün gelmesi için bir araçtır ve gidişatına bakılırsa ülkede bir şeylerin değiştiğini gösterecektir gerçekten. Birkaç kara bulut dolanır tabii, Katrina’yla Cavit’in mutluluğuna engel olmak isteyenler vardır. Katrina’nın babası ansızın çıkagelir, ortam bir anda buz keser ama adam sorun çıkarmaz, kızının yanına oturur. Yüzü asıktır, saatlerce konuşmaz, sonra geldiği gibi sessizce gider. Onun hikâyesi tipik bir dramdır, kan davalarının can aldığı bir ortamda büyürken abisinin öldürüldüğünü görür. Sıra ona gelmiştir, öldüreceği adamın toprağında çürüyen mahsule bakıp kendininkini toplamaya başlar çünkü ailesini aç bırakmak istemez. İşi gücü bitirince gidip davalısını vurur, sonra kendi tarlalarını çürümeye bırakır ve sonunun gelmesini bekler. Aslında bu kara düzene karşıdır ama köylüsü kentlisi kim varsa adamı aşağılar, kahvehaneden kahvesini getiren adam dizinin altından geçirerek verir. Hakarettir bu, adama görevini hatırlatan bir uyarı. Adam bunalır, yörenin okumuş rahibine gider ve ondan akıl almaya çalışır. Rahip büyük şehirden gelmiş, çok okumuş bir adamdır, yardım isteyene elinde avucunda ne varsa verir de ziyaretine gelen adama aynı muameleyi çeker, yaptığı içeceği dizinin altından geçirerek verir. Adamın başka çaresi kalmamıştır artık, malum olaylar yaşandıktan sonra hayatta kalır, o sıra kızı büyür ve evlilik çağına gelir. Adam kızını daha çocukken nişanlamıştır, talibi yaşlı adam kızın büyümesini beklerken kız rejimin değişmesiyle özgürlüğünü kazanıp çalışmaya gider, Cavit’le orada tanışır ve evlenmeye karar verirler. Babasının onayını almamıştır kız, alması mümkün değildir zira şişik boyunlu bir adamın kendisini sürekli gözlediğini fark etmiştir, çocukluk kabusudur o adam, nihayet düğünün yapıldığı alanda da görülür. Katrina’nın çocukluğunda gördüğü tüfekler korkutmaktadır asıl, Kadare’nin hoş bir taklası bu tüfekleri konuşturmasıdır. Şişik boyunlu adamın, babasının, diğer adamların tüfekleri duvarda asılıyken ne yapıp edeceklerini fısıldarlar, öldürecekleri veya tehdit edecekleri insanlar dudaklarının/namlularının ucundadır. Ne ki o büyük adımı atabilmiştir Katrina, Cavit’ini beklemiştir ve nihayet kavuşurlar. Herkesin büyük bir facia beklediği sona doğru Katrina’nın babası da ortadan kaybolur, muhtemelen şişik boyunlunun peşine düşüp adamı öldürmüştür veya adam tarafından öldürülmüştür, sadece silah sesini duyarız biz. Düğün bir ülkenin doğuşunu simgeler de gelenek gereği verilecek kurban sahnenin arkasında kalır, bir cana bir can. İşçiler safları sıklaştırmıştır gerçi, Cavit’in arkadaşları ellerinden geldiğince kolaçan ederler etrafı. Herkes için anlamı büyüktür düğünün, korunması gereklidir.
Araya dereye sıkışanlara bakalım, okumayı seven işçilerden biri S.K.’yi karşısına alıp şikayet etmeye başlar. Yazarlar işçilerin dünyasına eğilmemektedir, fabrikalarda neler olduğunu bilmezler. Mesela o masada konuştuklarını yazacak kimse olmadığını söyler işçi, S.K.’den o ânı yazmasını ister, sanatın bir işlevi emeğin güzelliğini ortaya çıkarmaktır. Kadare’nin kendini S.K. olarak metne yerleştirdiğini düşünmek hoş, katıldığı herhangi bir düğünde geçmese de o konuşmayı romanına yerleştirdiğini düşünmek de öyle. Din eleştirisi iki üç noktada karşımıza çıkar, ilkini Katrina’nın babasına yardım edemeyen papazda gördük. İki husus daha var, gelinin arkadaşlarından Mira’nın civardaki manastırda başına gelenler ve istasyonla birlikte koca bir şehrin kurulacağını öğrenen papazların lanetleri. Toplumun yaşam standardının yükselmesini istemeyen papazlar orada kurulacak her yapıyı lanetlerler, bunun yanında Mira’yı istismar etmek için ellerinden geleni yaparlar. Kızı tuzağa düşüren iki kadının son trenle oradan uzaklaştıklarını görürüz, papazlar ortada yoktur, manastırsa yıkılmaya yüz tutacaktır er geç, Parti’nin yoluna kurban olduğunu belirtip dinin de öyle veya böyle iyi işler yaptığını söyleyen yaşlı kadın gibi destekçiler yavaş yavaş silinecektir piyasadan. Düğünde oynanan dinî inançlarla ilgili piyesi de katabiliriz bu eleştirilere, küçük yaşta nişanlanan kızları kurtarmakla ilgili başka bir piyes de oynanır, piyesler oynanır ki eskinin köhneliği açığa çıksın, insanlık onuruna sığmayan gelenekler tahkir edilsin, devrim kutsansın. Gerçi düğündekilerin tamamı sanatın gerekliliğini benimsememiştir henüz, tiyatroyu veya edebiyatı lüzumsuz görenler vardır, tartışmalar çok uzamaz da muhaliflerin “yola geleceklerini” sezeriz, seslerini pek de yükseltmezler. Haklı eleştiriler de yok değildir açıkçası, işçi sınıfını resmedenlerin hayal aleminde yaşadıklarını söyler bir işçi, düzenlenen son sergilerdeki eserlerde emekçiler hep kaslı ve geniş çenelidir, idealize edilmişlerdir, gerçekle ilgileri yoktur. S.K.’ye yakınan işçi pek öyle görünmeseler de güçlerinin kalplerinde olduğunu söyler, yazarı çalıştığı hidroelektrik santraline çağırarak gerçekleri anlatması için teşvik eder. S.K. özeleştiriden de kaçınmaz bazı, genellikle önemsiz bir konuyu veya herhangi bir şatonun destanını yazdıklarını söyler, dans ettiği genç kıza göre bir fabrikanın temellerinin atılması da eski bir şatonun temelleri kadar ilginçtir. Didaktizmden yine nasibimizi aldıktan sonra finale gelelim artık, eskinin arızalı tiplerinden biri demiryolunu işlemez hale getirerek trenin gelişini engellemek ister, sabaha karşı biten düğünden çıkan işçiler hemen işe koyulurlar ve hızlıca, takım halinde çalışarak yolu tamir ederler, sadece altı dakikalık bir gecikme trenin hiç gelmemesinden daha iyidir. Sorunlar çıksa da Arnavutluk yeni rejimle birlikte yükselecek, işçi sınıfı memleketi fezaya taşıyacaktır, Kadare’nin metninin özü budur. Sosyalizm güzellemesi olarak okunabilir, tek boyutlu bir çatışmadan ibaret olması mutlaka eleştirilmelidir, bunun dışında Arnavutluk’un geçiş dönemini anlattığı için mühimdir elbet. Devrim bir hayal değil artık, gerçek, bu gerçekle ne yapılacağı biraz kaba çizgiler halinde.
Cevap yaz