Kutlar’ın yaşamını dönemlere ayırmış Uçansu, dönemleri kısaca anlatmış, ardından mektuplara yer vermiş. Aralarda Kutlar’la ilgili yazılara ve Kutlar’ın kendi yazılarına denk geliyoruz, dönemler daha bir aydınlanıyor böylece. 80. yaş hediyesi bu kitap, mektupları yazanlar büyük bir sevgi ve saygıyla anıyorlar Kutlar’ı, zamansız vefatın acısını paylaşıyorlar, çoğuna göreyse Kutlar hâlâ yaşıyor, sesini duyuruyor, dostlarını yalnız bırakmıyor.
Lanet patlamadan sonra doktorlar muhtemelen belden aşağısının tutmayacağını, omurgasına saplanan cam yüzünden bir daha yürüyemeyeceğini söylüyorlar, dostları şükrediyor ama muhtemelen başarısız bir operasyon sonucunda iç kanama geçiriyor ve on iki gün dayandıktan sonra yaşama veda ediyor Kutlar. Gençay Gürsoy, vefalı dost hastane sürecinde Kutlar’ın yanından ayrılmıyor, deneyimli bir hekim olarak nöbet tutuyor, onun yazdığı mektuptan öğreniyoruz olayları. Kutlar’ın ameliyatı daha ehil eller tarafından yapılsaymış yaşayacakmış, vefatı kahredici. Gürsoy’la üniversite yıllarından arkadaşlar, İÜ’de okurlarken a tayfasıyla takılıyor Gürsoy, sonra Norveç’e göçmek zorunda kalıyor. Oslo’da yaşarken bir gün kapısı çalıyor, genç bir adam, elinde valiz ve siyah bir bez kılıf içinde saz. Mahcup bir ifadeyle, “Beni Onat Kutlar gönderdi,” diyor, ardından ucuz şarap, Afrikalı komşu Fredi Redi’nin davulu ve konuğun sazı. Zülfü Livaneli unutulmaz bir gece yaşatıyor ev sahiplerine, ardından Cenevre’ye geçiyor. Yurt dışına çıkışında da Kutlar’ın yardımını görüyoruz, Livaneli’ye tekrar tutuklanacağı haberini veriyor bir arkadaşı, Livaneli mevzuyu Kutlar’a anlatıyor, bir süre sonra Kutlar elinde sahte bir pasaportla ortaya çıkıyor. 2016’ya kadar kimseye anlatmamış bunu Livaneli, Kutlar ailesinin zan altında kalmaması için. Kutlar’ın çok sayıda bağlantısı var, Murat Belge’yle birlikte cuntanın aradığı insanları saklamak için çalışmış da, zorda gördüğü insanlara ne olursa olsun yardım elini uzatıyor. Doğrudan veya dolaylı olarak, mesela Özcan Alper, Kutlar’la tanışamasa da Kutlar’ın sinema için yaptıklarını minnetle anıyor, saygılarını sunuyor mektubunda. Böylesine parlak, gönlü geniş bir insanın yanlış giden bir operasyon sonucu yaşamını yitirmesi Gürsoy’u çok üzüyor, son görüşmelerinde Kutlar doktorların ne yaptıklarını bilip bilmediğinden emin olmadığını söylüyor, sonra ikinci ameliyatı oluyor ama çok geç artık, çoklu organ yetmezliğinden yaşama veda ediyor. Birkaç ay önce Ataşehir Belediyesi Kutlar’la ilgili bir program düzenlemişti, Kutlar’ın yakın dostu Cevat Çapan’ın ve Füruzan’ın konuşmalarını özellikle hatırlıyorum. Füruzan da o gün oradaymış, Kutlar’a kurmacaya dönmenin zamanının geldiğini söylemiş, Kutlar da en kısa sürede öykülerini tamamlayacağını ve yenilerini yazacağını müjdelemiş. Filiz Kutlar da aynı şeyi söylüyor mektubunda, kendisi fotoğraf çekerken Onat Kutlar da öykü yazacakmış, öyle kararlaştırmışlar. Olmuyor ne yazık ki, Füruzan arkadaşlarının yanına geçiyor, bir süre sonra büyük bir gürültü duyuyor ve sırtında korkunç bir yanma hissediyor. Toz duman, cam parçaları, yaralılar ve ölüler, ne yazık ki Yasemin Cebenoyan da boğazına saplanan bir cam parçası yüzünden yaşamını kaybediyor. Gerisini biraz şaşkınlıkla anlatmıştı Füruzan, ameliyattan sonra üç gün boyunca Kutlar’ın bilincinin açık olduğunu söylerken dostunun kısa sürede iyileşeceğine gönülden inandığı belliymiş ama durumun kötüleşmesine kimse anlam verememiş. Bu bahis bu kadar yeterli, güzel kısımlara geçeyim.
Ülkü Tamer’in çocukluk arkadaşı Kutlar, tanışma hikâyeleri çok hoş. Çıkşağıyla oynuyor Tamer, yoyosunu atıp tutarken ip kopuyor, zımbırtı fırlayıp bir çocuğun kafasına çarpıyor. Kavga çıkacağını düşünüp korkuyor Tamer, neyse ki çocuk hiçbir şey söylemiyor. Yerel bir şenlik var o sırada, izleyeceği gösteri için koltuğuna oturuyor Tamer, bakıyor ki yanındaki koltuğa az önceki çocuk oturuyor. Tanışıyorlar. Bu. Bir de o dönemin kültürel uğraşlarıyla ilgili hoş bir paragraf var, Gaziantep’e gelen yayınlar ve yarattığı heyecan: “Ayın 6’sı, Varlık‘la birlikte, o ay çıkan yeni kitaplar gelirdi. Ayın 7’si, 22’si. Yeditepe. Uzaktan posta treninin sesi duyulur duyulmaz, ‘Hadi, Arif Bey Amca, paketler geliyor, sen postaneye git,’ derdim. Gülerdi. ‘Acelen ne? Daha iki saati var.’ Neyse, sonunda doğrulur, postaneye yollanırdı. Getirdiği paketleri heyecanla açar, Varlık‘ımı, kitaplarımı taze taze alırdım. Baragan’ın Dikenleri, Bir Garip Adam, Fareler ve İnsanlar…” (s. 39) İlginç bir anı daha, Tamer ikinci kitabının baskısını Antep’te yaptırıyor, şiirler ayrı ayrı karton parçasına bastırılıp kitap haline getiriliyor sonra. Kitap devlet kurumlarına gönderilmediği için dava açılıyor sonra, basımevi sahibi kartpostal bastığını söylüyor, Tamer topu basımevine atıyor, yargıç uzun uzun düşünerek adı geçen eserin kitap olmadığına karar veriyor, beraat. Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Edip Cansever, Ülkü Tamer ve Onat Kutlar gidip çekiyorlar kafaları Lefter’in yerinde. Sinema aşkının da o yıllarda doğduğunu Tamer’in mektubundan anlıyoruz, Antepli Nakıp Ali nam aydın bir insan ilk gösterimleri düzenliyor, yöre halkını sanatla buluşturuyor. Tamer ve Kutlar buldukları ne varsa izliyorlar orada. Küçük kardeş Erhün Kutlar’ın mektubu da hoş, gazeteden yazının yetişip yetişmeyeceğini sordukları zaman Onat Kutlar’ın bir saat müsaade isteyerek kısa sürede müthiş yazılar yazdığını anlatıyor. Gazeteden arkadaşları ve diğer dostları da anlatıyorlar yer yer, Kutlar kimseyi geri çeviremediği için ofisine gelen herkesle görüşürmüş. Müthiş bir senaryo yazdığını düşünen züppeler, star olduğunu düşünen oyuncu adayları, bir sürü insan. İnsanlara yardımcı olmaya çalışmaktan kendi işlerine zamanı kalmazmış, bu yüzden bazı sorumluluklarını yerine getirmek için zorlanırmış ama öyle veya böyle yaparmış yapması gereken işi.
Sinematek yılları başlı başına bir uğraş, Kutlar’ın memleketin sineması için yaptığı işlerin etkilerini bugün de görebiliyoruz. Festivaller, yönetmenler, oyuncular, hemen her noktada Kutlar’ın izi var. Dünya sinemasının nadide örneklerini Türk sinemaseverlere sunmuş, Mazlum Çimen’in film müziği yapmasına önayak olmuş, yakın arkadaşı Yılmaz Güney’in filmlerini desteklemiş, üstelik o güzel Hakkâri’de Bir Mevsim‘in senaryosunu kaleme almış. Erden Kıral’ın anlattığına göre filmin çekileceği yerin gezilmesinden sonra İstanbul’a döndükleri zaman Kutlar’ı bir eve kapatmış Kıral, senaryoyu rahatça yazması için elinden geleni yapmış. Tezer Özlü ev işlerini yürütmüş, ara ara yanlarına gelip sahneler konusunda önerilerde bulunmuş. Müthiş bir film çıkmış ortaya ama Kutlar’ın favorisi Umut, tartışmasız. Neyse, Kutlar’ın Sinematek macerası sırasında polisle başı derde girmiş, darbe döneminde yakalanan her “militanın” cebinden Sinematek üyelik kartı çıkınca bu güzel oluşumu örgüt sanmış paşalar, türlü zorluklar çıkarmışlar. Üstelik yönetmenlerimizin de saldırısına uğramış Kutlar ve arkadaşları, Halit Refiğ ve Metin Erksan başta olmak üzere pek çok yönetmen Sinematek’i, “Türkiye gerçeklerinden bihaber olmakla, ayağı yere basmamakla, köksüz olmakla” suçlamış, mevzu da Kutlar’ın bir konuşmada Türk sinemasının eksiklerinden bahsetmesi. Saçma bir tartışma gibi duruyor, Kutlar’ın değindiği noktalarda haklılık payı büyük. Gazete yazılarında yer alan sinemayla ilgili fikirleri de dikkate değer, Hollywood filmlerinin Türkiye’deki dağıtım tekeli yeni yeni oluşmaya başladığı zaman uyarıyor örneğin, yerli filmlere salon kalmayacağı tehlikesinden bahsediyor. Gerçekten de öyle, bir tanecik salonda haftada bir kez gösterilen filmler çoğu Hollywood filmine fark atar ama para konuşuyor ne yazık ki.
400 sayfalık kitap. Çok değerli tanıklıklar, anılar var, pek azına değinebildim. Kutlar’ı okumuş, biraz olsun sevmiş herkes bu kitabı okumalı, kaçırmamalı.
Cevap yaz