Emre Aköz rica etmiş, Hilmi Yavuz Esquire‘e yazmış. Kadınlarla ilgili yirmi bir yazı şahane malumat içeriyor, derya deniz bilgiye balıklama atlıyorsunuz da kadınlara bakış tuhaf. Kadın düşmanlığıyla suçlandığını söylüyor Yavuz, yazıları ne övülmeyi ya da yerilmeyi hak eden yazılar değilmiş, “kadın sorununu eğlenceli ve ironik bir yaklaşımla” ele alan notlardan ibaretmiş ve asla kadınları aşağılama gibi bir niyeti yokmuş yazıların. Metin Celâl bu yazıların kitaplaşmasını istemiş de basılmış kitap, iyi de olmuş çünkü topluca okunduklarında “kadın düşmanı” imajının ne kadar “asılsız” olduğu ortaya çıkacakmış ve Yavuz biliyormuş ki özellikle kadınlar bu yazıları dudaklarına yakışan zarif bir gülümsemeyle okuyacaklarmış. Toplu da okunsa bu yazılarda kadınlara karşı bir tavrın bazen bütün ağırlığıyla çöktüğü, bazen bir gölge gibi belirip kaybolduğu söylenebilir. Hele bazıları çok rahatsız etti, Yavuz’un tarihten, mitolojiden elde ettiği bilgilerle yaptığı çıkarımları çağlar öncesinin genel geçer fikirlerinden ibaret olabilirdi, olamadı çünkü doğrudan kendi fikirlerini de dile getiriyor Yavuz. “‘Yamyam Kadınlar'”a bakıyorum, Attilâ İlhan’ın bir şiirinde geçen “yamyam kadınlar” ve “jilet yiyen kız” imgesinin açıklamasıyla başlıyor. İlhan bu şiirinin açıklamasında “saçı uzun aklı kısa” imgesini yıkmak için bahsi geçen imgeleri kullandığını söylüyor. Yavuz bu “jilet yiyen kız”ı Cemal Bâli Akal’ın bir metni üzerinden mitoslara bağlıyor, hikâyeye göre çiftleşmeden önce kadına ilaçlar içirilmeli ki vajinadaki dişler yok olsun. Penis yiyen vajina, “yamyam kadın” antropolojik bir imge bu kez. İş ilginçleşiyor, Yavuz’a göre Gerçeklikteki kadın hegemonyası Dil’de ve Söylem’de ortadan kaldırılmaya çalışılıyor çünkü Erkek gerçeklikte İktidar değil, bu İktidar’ı Söylem’de kurmaya çalışıyor. Üstelik feminizmin durmadan erkek egemen söylemden söz etmesi de bu bağlamda “kolayca anlaşılabilir”. Erkek egemen söylem aslında bir nefis müdafaası, bir “kendi savunma”. Bu çıkarım mutlak bir aşırı yorum, çıkarım. Kadının boşanma isteğini ele alan bir yazı var, Yavuz Fatma Aliye’nin Mahmud Esad’la tartışmasına değiniyor. Fatma Aliye eşlere davranışlarda adaletli olunmayacaksa bir eş ile yetinilmesi gerektiğini söyleyen ayeti öne sürerek tek eşliliği kutsal kitap vasıtasıyla olumluyor. Kınalızade Ali Çelebi mühim bir eserinde bu adaleti açımlıyor, mesela her eşe eşit davranılmalı, nikahlı eş üzülecekse başka eş almamak sevap, böyle şeyler. Durmuş oğlu Abdüllatif nam bir zat erkeklerin eşlerine zulmetmemelerini uzun uzun anlatmış, Yavuz kendi yorumunu ekliyor: “(Durmuş oğlu Abdüllatif, ‘avratlara eza ve cefanın caiz olmadığını’ söylüyor ama avratların erlerine, yani kocalarına eza ve cefa etmelerine ilişkin bir şey söylemiyor!)” (s. 34) Hımm, acaba neden? Hoş bir safsata bu, biz “tu kaka” demişiz de aslı tu quoque. Yine Bay Abdüllatif’e dönüyoruz, kendisinin anlattığı hikâyede adamın teki oğluna akıl vermiş, evlenmeden önce yüz kişiye danışacakmış oğlan. Yolda delinin tekine rastlamış, danışmış, deli “ziyanlu avrat”la evlenmemesini söylemiş adama. Bu avrat çeşidi evlenip boşanmış, çocuğu olan avrat. O dönemin koşullarını da düşünüyorum, yine de uç bir söylem sanki. Bu kadınların gönlü başkasındaymış çünkü, adamın rızkını yermiş, gece vakti salonun orta yerine sıçarmış falan. Bu sonuncuyu uydurdum da hikâye öyle bir gidiyor ki karşılaşsam şaşırmazdım. Neyse, Yavuz’un yorumu: “Âh Abdüllatif, keşke senin şu değnekten atına binmiş deli, bir sabah da bizim karşımıza çıksaydı!…” (s. 36) Yaşamınızı değiştirecek bir eylemle ilgili herhangi bir delinin söyleyeceklerine itimat ediyorsanız süper bir insansınız demektir, tebrik ederim. Aradan dereden seçtiklerime yer verip kapacağım bu bahsi, daraldım. Kadınların metin olarak değerlendirildiği bir bölüm var, Yavuz erkeklerin okunup okunamayacağına değiniyor ve Luce Irigaray’ın Nietzsche ile ilgili metnini eleştiriyor. “Bu cazgır Feminist, bu gayri kaabil-i ıslâh lezbiyen cadı” üstadın ırzına geçmiş, ondan önce de “arketipsel cadı” Lou-Andreas Salome geçmiş. Neyden bahsedildiği hakkında hiçbir fikrim yok ama dilin son derece mizojinik olduğunu söylerim.
Feminizmin tam olarak bilinmediği zamanlara dair bir yazı var, Memduh Şevket Esendal’ın “Feminist” adlı öyküsündeki bahtsız memurla açılıyor. İstatistik müdürü Salim Bey bir gün öğle yemeğine çıkarken önünde yürüyen gençlerden birinin feminist olduğunu söylediğini duyuyor. Merak ediyor, tanıdığı bir öğretmene, kahvedekilere, güvendiği kimselere feminizmin ne olduğunu soruyor ama bilen yok, adı “Feminist Salim”e çıkıyor nihayetinde. Mükerrem Belkıs’a geçiyoruz, zamanında kadın hareketinin öncülerinden biri olan Belkıs feminizmin amacını özetliyor, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ysa Türkçede bir karşılığı olmayan “feminizm”in var da olmadığını söyleyince Nimet Cemil “vapur”, “telgraf” örneklerini vererek yazarın bir zahmet bu sözcüğü dağarcığına katması gerektiğini söylüyor. Şimdi müstesna bir Yavuz yorumuna daha rastladım, cımbızla çekilen alıntılarla müthiş bir inşa. “Hacamatcıbaşı Kadınlar” müthiş başlıyor, Jurassic Park‘taki o tatlı, şirin, “canayakın”, “iyi yürekli” dinozorlar birden nasıl da yabancılaşır, insanları paramparça ederler! Yaa, kadın saldırganlığı. İroni değil. Benzer bir bağlantıyı da ben kurayım, Venüs bildiğiniz gibi kadınların geldiği yerdir. Venüs’te ne vardır, asit yağmurları. Bradbury’nin miydi, bir bilimkurgu yazarının öyküsü vardı, Venüs’te sağ kalmaya çalışan bir adam yağmurlardan korunmaya çalışır ama korunamaz, ölür. Bir de canım ciğerim H. P. Lovecraft’in “Eryx’in Duvarları İçinde” adlı müthiş bir öyküsü var, yine adamın biri Venüs’e gider, oradaki medeniyetin inşa ettiği duvarları görünmez bir labirentte bulur kendini. Havası mı bitiyordu, öyle bir şey, duvarların dışındaki Venüslüler buna kahkahalarla gülerken adam el yordamıyla çıkışı bulmaya çalışır, çalışır, yavaşlar, çalışır ve çıkışa birkaç adım kala ölür. İşte böyle de yırtıcı ve katildir kadınlar, ne biçim kadınlardır bu kadınlar, İnek Şaban’ın ilk on saniyede şaşırdığı kadar var. İki örnek veriyor Yavuz, bizde Zeynep Atıcı, ABD’de Lorena Bobbitt eşlerini öldürmüşler, kadın saldırganlığı böyle bir şey. Bir yerlerden alıntılar, işsiz bir erkek eşinin kavga sırasında çıldırdığını ve zarif bir kadınken öfkeli bir canavara dönüştüğünü söylemiş, yine kadın saldırganlığı. Nietzsche söylüyor, sevdi mi parçalarmış kadın dediğimiz ama o Bakkha’ları iyi tanırmış, ne tehlikeli, sinsi, yeraltında yaşayan sinsi bir hayvancıkmış ve nasıl da şirinmiş, ne de müthiş bir kadın saldırganlığı. Daha bombası geliyor şimdi, şu “penis kıskançlığı” meselesinden bahsetmiş bir kadın, de Beauvoir’nın hastası. Erkeklerin ayakta, kızların çömelerek işemeleri aradaki farkı ve muktedirin kim olduğunu anlamasını sağlamış. “Eh, böyle ‘kullanışlı’ bir âlete sahip olmamanın getirdiği haset, eline usturayı alıp kurbanlık penis aramaya götürebilir belki. Bu da kadın saldırganlığının, erkeğinkinden daha az şiddetli olmadığını gösterir.” (s. 79) Mars’ta erkeklerin, Venüs’te kadınların malzemelerine ne konduğunu merak ediyor insan gerçekten. Bomba şu: Post-feminizmin en ünlü teorisyenlerinden ABD’li antropoloji profesörü Bayan Camille Pagali çok aktif bir kişi olduğunu, kafası kızınca insanları tekmelediğini ve dövdüğünü söylemiş, kanunlar olmasaymış tam kontrolden çıkarmış. Şimdi bağlam belli değil, Pagali’nin psikozu mu var, neyi var bilmiyoruz ama dedikleri konuya cuk oturduğu için hemen kullanabiliriz sözlerini.
Yavuz’un pek ilginç bir kitabı bu, ışığından faydalanmak isteyenler hemen edinip kadınlar hakkında müthiş bilgiler edinebilir.
Cevap yaz