Hélène L’Heuillet – Gecikmeye Övgü

Peter Fleming hastalığı övüyordu, zaman kazanmak için hastalığa muhtaç olmamız bizi ne kadar zavallı gösterirse göstersin işten güçten, tahakküm kuran her neyse ondan kaçabilmek için çok da ağır olmayan bir rahatsızlığa yakalanmamız döngüyü kırmak için sağlam bir değişke, yaşamımızı işgal etmiş çalışma mitini gerçeklikle parçalayabilecek eylem. Zaman kazanmak aslında bütün zamanımızın ele geçirildiğinin ön kabulü, zaten olan bir şeyi kazanmanın mantıksızlığını düşünemeyecek kadar işgal edildik, kişiliğimiz değişti, uykularımız kaçtı, varlığımız el değiştirdi. L’Heuillet kapitalizmin yağmaladığı zamanımıza değiniyor ama onunki daha derinlere bir bakış, felsefenin ve psikanalizin yorumlarını da içeriyor, örneğin terapi seanslarının sıkıca paketlenmiş biçimlerinde bilinçaltıyla karşılaşmanın şokunun zora girdiğini, analizin durumu saptamaktan öteye zor geçebildiğini söylüyor çünkü zaman açlığı çekiyoruz, aceleciliğimiz nesnel zamanın ürünü olarak çok paha, bir şeyler yapmak için uymamız gereken algı öznel zamansallığımızı sildi. Yetişmeye çalıştığımız şeyin rakamlardan ibaret olması can sıkıcı, üçün beşin peşinde kendi isteklerimizi nerelere ertelediğimiz meçhul. Bir sayfa daha, biraz daha duygu, azıcık olsun dinlenme, ütopya. “Her ütopya gibi egemen olma arzusuna sahip” diyor L’Heuillet, gecikme pahasına elde ettiklerimiz için gecikmeye yol açan dürtülerimize şükretmeliyiz, bir o baskı kabul edilmelidir belki. Arkadaşımızı iki saat bekletmeyiz de geniş zamanda, aslında sahip olmamız gereken ama etkin, verimli kullanmamızın çağca salık verildiği geniş/bozuk zamanın ideal halinde gecikmenin getirisi olur, bir zaman aralığı açılır önümüzde, bir şeyler sarsılır, iktidarın sallandığını hissederiz. “Zaman geleneksel olarak her zaman hükümdarların tekelinde olmuştur. Bekletme hakkını kendinde görebilen kişi hükümdardır, bu bazen belirsiz bir süre için, yani bekleyende bekleyişin bitmeyeceği izlenimi uyandırarak gerçekleşir. Koşullardaki eşitsizliğin zamansal bir boyutu da var. Sonucu nedenin yerine koyan narsist toplumlarımızda da katlanılamayacak denli geç kalınınca bir hükümdar konumuna erişildiği sanılır.” (s. 12) Zamanı güçle ilintili kılan anlayışın ötesinde bir özgürlük alanı var, muktedirin sahip olduğundan başka bir özgürlük, bireyin kendiyle ilişki kurabildiği, son derece kişisel. Aslı Erdoğan’ın Kabuk Adam‘ından örnek verir L’Heuillet, genç kadının her yere geç kalmasının ontolojik anlamından bahseder, kişi bütün bir hayata geç kaldığını fark eder böylece, öznel zamanını keşfeder. Ne ki başka bir geç kalmışla karşılaşması senkronizasyonun imkansızlığını gösterecektir, aşk benzer bir zaman algısına dayanarak da yaşar, bitmesi aslında orada olmayan birinin var olma ihtimalinin sonucudur. Dostlukların da bir tür zaman denkliğine bağlı olduğunu düşünmek hoş, benzer dur kalklar aynı noktada tutar, gecikmeler anlamlıdır çünkü gecikenle bekleyenin kontrastı paylaşılanı daha değerli kılar, çalınır gibi görünen öznel zaman benlikle dolarsa kendiliğin doygunluğu açığa çıkar, gecikme ilişkiyi bir arada tutan bağları biraz daha açığa çıkarır. Kazanılan zamanın çabukluğu aslında olması gerekenin boşluğu doldurma çabası mıdır? O halde var olma anlarını elde etmek için gecikmek şarttır, aksama elde olmayana boyun eğmektir de bir karşılaşmaya, rastlantıya, istence boyun eğmek cesaret işidir biraz, insanileştiricidir. Çarkların takırdadığını, makinenin teklediğini duyarız. Özelle kamusal arasında bir çatlak, çatırt. Reddir, kişinin kendine verdiği ödüldür, geç kalmak için kendimizi tercih ederiz. “Zamanın denetlenmesi aslında zordur. Bunu başarmak için sömürülen öznenin işbirliğini sağlamak gerekir. En iyi yolu kişinin kendisinin denetçisi olmasını sağlamaktır. Çünkü çalışmada denetlenmesi gereken zamandır, denetim giderek bir özdenetime dönüşür.” (s. 23) Yetişmek için durmamalı ama gidilen yeri görmek için bakmalı. Boşlukta bir an için asılı kalmak. Tahammülün ötesinde bir etki, can sıkıntısı hemen baskın gelir çünkü nesnel zaman yapılması gerekenlerle doludur. Sayılabilen ve ölçülebilene indirgenmiş yaşam.

Uyumayı düşlemek L’Heuillet’nin bir diğer başlığı. Uykusuzuz, Fleming’e göre geri kazanmamız gereken en önemli parçamız uykumuzdur, aşırı derecede tetikte olduğumuz müddetçe eksiltilmiş uykularımız zamanda sıkışmamızdan sorumludur. İşyerinde uyumamızı söyleyen patronların canı cehenneme, her zaman daha fazla iş yapabileceğimizi söyleyen patronlarımız aynı yere, o işler sıkıştıkça büyüyecek ve hiç bitmeyecektir. Biricikliğimizi uykularımızdan çalarak elde etmek zorunda kalırız, mesela ben idareci olarak çalıştığım dönem öykü yazacaksam, bu yazılarımı tamamlayacaksam uykumdan çalmak zorunda kalırdım, ertesi sabah Marmaray’da kitap okumam gerekirken uyuyakalırdım, kısacası bir çalıntı başka bir zamanın boşluğunu doldururdu, zihnimce ele geçirildiğimi hissederdim ki kendime düşmanlık hissederdim böylece, insan bilincinden kopmak için ne yaparsa onu yapar, uyumaya çalışırdım. Çürük döngü. Uyumanın politik ve ekonomik yanı ailede, biyoritim ütopyasını gerçekleştirmeye çalışan annede somutlaşıyor zira annelik performansı değerlendirilen nesneye dönüştükçe annenin uykusu değersizleşiyor, çocuğunki önem kazanıyor, ağlayan çocuk yetersiz bir anneye işaret ediyor. Uykusu çalınan anne engellenmiştir, emeğinin ekonomisi görmezden gelinirken varlığı da tek bir amaca hizmet eder artık, öznelliği yok edilen bireyin kendine aitliği ortadan kaldırılır. Alt başlıklarda uykusuzluğun, yorgunluğun, tembelliğin diğer anlamları ortaya çıkıyor, ailenin büyük oğluna baktığımızda kanepesinden veya sandalyesinden kalkmayan bir tüketiciyle karşılaşıyoruz. Yaşama arzusu ezildikçe hareketsizlik ve tüketim artar, Oblomovluk günümüzde görsel ürünlere bağımlılıkla ölçülüyor. Diziler, oyunlar düş kurma mantığına uygun görünüyorsa bunun nedeni L’Heuillet’ye göre hayatı unutmaya hizmet etmesi, öteki hayat gençleri güçsüz ve edilgen bırakıyor. “Bir Oblomov’un gözde lafı ‘yorgunum’dur. Rusya’da 1860’taki dönemin göstergesi yorgunluktu ve bugün yeniden öyle olmuştur.” (s. 55) Yorgunluk çalışma biçimimizden kaynaklanır, duyduğumuz boşlukları elde edemeyişimizdir bir yandan, yaratıcılığımızın sonu gibi görünür. Byung-Chul Han’a göre çaresi can sıkıntısıdır, can sıkıntısı da gecikmenin canlandırıcılığına benzer, uyarıcıdır, zamanımıza yeniden kavuştuğumuzu gösterir. Düşünceye dalarız, daha çok algı için harekete geçmemiz gerekir veya, iki türlü de istediğimiz bir işi sürdürmeye çabalarız. Bunların hepsi için uyumak gereklidir, uykusuzluk öznel zamanın kaybolması demektir, zamanımız kaybolursa sıçam öyle hayata deyip bitiresim var ama bir iki mevzu daha.

Kaygı, hüzün, melankoli. L’Heuillet’nin Sorbonne’dan yakın arkadaşı Anne Dufourmantelle’in de Riske Övgü‘de sıklıkla değindiği bu kavramların nüansları kayıp zamanı yakalamakla veya serbest bırakmakla ilgisi kıyaslamalar vasıtasıyla ortaya çıkıyor, örneğin melankoli çöküşle, içe çekilmeyle, zamanın donmasıyla ilgiliyken hüzün zamanın akışından koparmaz bizi, olduğumuz uzamın dışına taşımaz, ânı taşlaştırmaz da geçişinin etkisini artırır. Fena bir geçiş değildir bu, tam ihtiyacımız olan şeydir zira her zaman geç kaldığımızı, bir şeyleri kaçırdığımızı gösterir ki bunun farkına varmak sağalmaya, zamanla ilişkimizi düzeltmeye yarar. Melankolinin tarihle ilişkisi hiç dönülemeyecek bir evi göstermekse gezginlerin eski uygarlıklardan kalıntılarla karşılaştıkları zaman hissettiklerini biliriz, kültür izleri bir zamanlar öznel zamanın var olduğunu, başka türlü de yaşanabildiğini ve her şeyin geride kaldığını gösterir, şimdi ileriye doğru öyle hızlı bir akış vardır ki melankoli bu hızın anlamı olarak tercih edilse de simgeleşemez, haliyle üstesinden gelinemez, neyi kaybettiğimizi veya kazandığımızı bilecek insani niteliklerimiz bu süreçte dumura uğrar. “Böylece çağımızdaki melankoli örtülü bir biçimde ilerler ve hayatlarımızı ele geçirir. Zamandan kurtulma dileğinin kaynağında yer alır bütünüyle, bu da hızlandırılmış toplumun bizzat dayanağını oluşturur. Zamandan kurtulmak gerekir, çünkü kaybetmekten kurtulmak gerekir. Ama kayıp daha güçlüdür, hatta ondan kurtulma arzusuyla büyür. Gerçekte hiçbir şey kaybın kaybından daha zarar verici değildir.” (s. 69)

Gecikelim, geciktirelim kısacası. Daha fazlası için metni okumalı, L’Heuillet zamanımızın zaman problemini enine boyuna inceliyor.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!