Unverfügbarkeit metnin temel kavramı, rezonans. Frekansların tutması durumunda radyo dinleyebiliriz, bir diyapazona vurduğumuz zaman dalgalar diğer bir diyapazonu titreştirir ve sesi adeta aktarır. Rosa bu olguyu sosyal bilimlere uygulayarak rezonansa girdiğimiz yapıları, hangi koşullarda nasıl tepkiler verdiğimizi inceliyor, sonuç olarak yönlendirilmiş bir rezonansın mümkün olmadığını ve etkileşimlerin sonucunda nasıl değişebileceğimizi öngörmenin imkansız olduğunu söylüyor. Rezonans üretilemez, araçsal olarak gerçekleştirilemez çünkü her kontrol mekanizması yeni bir istikrarsızlığa yol açar. “Bu kitabın konusu tam olarak budur: Modernitenin dünyayı tüm yönleriyle ölçülebilir, öngörülebilir, kullanılabilir, erişilebilir, elde edilebilir (‘Verfügbar’) hâle getirme konusundaki bitmeyen arzusu. Ve bu, ikiz paradoksla ilgilidir; ilk olarak bu şiddetli arzu dünyayla olan ilişkimizi farklılaştırır.” (s. 9) Dünyaya karşı yabancılaşırız, yeni kaos kontrol edilemezliğin ürünü olarak ortaya çıkar, etkileşime girecek hiçbir şey kalmaz artık. Karın yağışı belli bir örüntüyü takip eder ama etmez, bilmeyiz, sadece bir parçası olduğumuzu hissederiz ve parıltıyı yakalarız, futbolu severiz çünkü belli ölçüde bilinmezlik içerir ama kuralları da vardır ki rastgelelik bilinmezliğe en az ölçüde zarar vererek engellensin, aşırısında sıkı kontrolün gösterdiği üzere dünyayı “saldırganlık merkezi” olarak görmek hayatı elimizden kaçırtır, rezonans ortadan kaybolur, kaygı ve hayal kırıklığıyla boğuşuruz. Rosa düşüncelerini Maurice Merleau-Ponty’nin her zaman bir “dünyada” konumlanmış olduğu anlayışından çıkarır. Gözlerimizi açtığımız zaman karşılaştığımız “bir şey“le özne olarak ilişkimiz ayırt etmek üzerine kuruludur, insan olarak ne olduğumuzu ve dünyayı düşünürsek neyle karşılaştığımızı anlamlandırmaya çalışırız. Sosyalleştiğimiz çevre ve kültürel koşullar öznenin üzerinde oldukça belirgin, geç modern özneler olarak dünyaya verdiğimiz anlamda saldırganlığa maruz kalmak geniş yer tutar. “Yapılacaklar listesi” son 300 yıl içinde ekonomik büyüme, teknik hızlanma ve kültürel inovasyonun etkisiyle -Rosa’nın modern toplum tanımı bu aynı zamanda- sürekli genişlemiş, özneyi sıkıştırmıştır, saldırganlıktan kasıt bu. Daha iyi, daha hızlı, daha fazla. Öncekinin gerisine düşmemek içindir bu, dahanın uydurulmuş kıvancına erişmek için değil. Para daha azına maruz kalmamak için önemli yer tutar, sanat eserlerini cebimizde taşırız, büyük şehirlerde yaşama isteğimizin özünde de bu “geri kalmama” arzusu yatar. “Yapısal olarak (dışarıdan) bunu yapmaya zorlanırız ve kültürel olarak (içeriden) dünyayı bir saldırganlık meselesi hâline getirmeye yönlendiriliriz.” (s. 22) Dünya kontrol edilebilir duruma geldikçe daha bir muvaffak olacağımızı düşünürüz, Rosa bu kontrol itkisini dört boyutta inceler: dünyayı görünür hale getirerek orada olanın bilgisini genişletiriz, erişilebilir hale getirerek kontrole fiziksel bir form kazandırırız, hükmederek geceye, bedene, havaya sözümüzü geçiririz, kullanışlı hale getirerek araçsallaştırır, hizmete sokarız, böylece arzularımızın malzemesi ve nesnesi belirir. Süreçleri bu şekilde hesaplanabilir hale getirdikçe “dünyanın geri çekildiğini görürüz” çünkü hem tehdit oluşturan hem de tehdit altında olan bir yapının kontrolü mümkün değildir, örnek olarak küreselleşmenin yarattığı çevresel yıkımı örnek gösteriyor Rosa, kültürel anlamda grileşme ve sessizleşmenin ortaya çıktığını düşünürlerin kavramlarıyla aktarıyor. “Tüm bu düşünce ve gözlemleri dikkate alarak, modernitenin dünyayı dört boyutta ve giderek daha geniş bir erişimle kontrol edilebilir kılmaya yönelik bireysel ve kurumsal çabalarının, Marx’la dönüşüm yerine yabancılaşma, Adorno ve Lukács’ın canlılık yerine şeyleşme, Arendt’in dünya kazancı yerine dünya kaybı, Blumenberg’ın anlaşılabilirlik yerine dünyanın okunaksızlığı ve Weber’in ilham yerine büyü bozumu olarak tanımlanabilecek paradoksal yan etkiler doğurduğu söylenebilir.” (s. 36) Çatı fırtlamasından anlaşıldığı üzere çevirinin arızaları var, düzeltide de hatalar var, bir sonraki baskıda toparlansa süper. Neyse, modernitenin “eksantrik” öznesi dünyadan ayrıymış gibi kurulmuştur, rezonansa girmek için dünyayla arada bir mesafenin varlığı şarttır çünkü. Birlikte titreşmenin dört şartından biri “öz yeterlilik”tir, eğer “dokunma anı” çağrıyı değerlendirmemizi sağlamışsa ve “melodiyi” duymamızı sağlayacak bilişsel yetiye sahipsek “dönüşüm anı” başlar, rezonansa girdiğimiz dünyayla birlikte dönüşürüz ve “kontrol edilemezlik anı” ortaya çıkar, yaşamdaki biricik parıltılar, hani şu sırf o anlar için yaşadığımıza dair savdaki büyülü yaşantılar bu kontrol edilemezlik var olmadığı müddetçe hissedilmez. Ne ki her insan bu anları fark etmez, kontrol edilebilirliği tercih edenler parametrelerin tamamını -haliyle- ele geçiremedikleri için öfkeli yurttaşlara dönüşürler ve özneyi de kendilerine benzetirler diyeyim. Rosa, “Şeylerin Kontrol Edilebilirliği ve Deneyimin Kontrol Edilemezliği Üzerine Beş Tez” adlı bölümde rezonansa girdiğimiz şeylerin ve insanların temel kontrol edilebilirliğiyle rezonans “deneyimlerinin” kontrol edilemezliğini birlikte değerlendirir: İlk tezde bu ikiliğin çelişki yaratmadığını söyler, mesela bir şiir mutlaka söyler ama söyleyecek şeylerin ötesinde de im, an taşır, öznenin kavrayamadığı ve işleyemediği -kontrol itkilerinden biri- bilgi rezonansı sağlar. İkinci tez rezonansı tamamen kontrol etme çabasının yok edici olduğunu belirtir, bazı etkileşimler o kadar kuvvetli olur ki bir şarkıyı yüz defa dinlesek de tam bir çözümleme sunamayız, bu iyidir, bildiğimiz kedi robotik kediden iyidir, bunların yanında -bence yeterli bir örnek değil ama- Rosa’ya göre elektronik cihazlarımızın isteklerimiz karşısında “direnç” göstermeleri iticidir çünkü direnç bizim öz yeterliliğimizi baltalar. Üçüncü tezde “konuşan” bir kontrol edilemezlik işlenir, bir dağın konuşması veya kar yağışının doğurduğu duygunun önemi metinlerle boğuşurken de ortaya çıkar misal, bir metinle gerçekten “karşılaşmak” istiyorsak onun sesine öncelik vermeliyiz çünkü kontrol mekanizmamızın sağladığı iktidar -diyeyim- etkileşimin kalitesini düşürür. Dördüncü tez bu kontrolle doğrudan ilgili, bir piyanist “içsel devrilme” ânı yaşadığı zaman eserle tam bir rezonansa girer ve hangi notaya basacağını düşünmez artık, sadece akışı önemser, hatta hiçbir şeyi önemsemez çünkü akışa kapılmıştır, yoldan çıkmanın -doğaçlamanın- özünde de bu akış vardır. Önce piyano çalmalıyız tabii, başlangıç olarak piyano çalabileceğimizi düşünmeliyiz. “Öz yeterlilik beklentileri olmadan rezonans deneyimleri pek mümkün değildir. Eğer bir kitap yazabileceğimi, futbol oynayabileceğimi ya da şiirlerle ‘bir şeyler yapabileceğimi’ beklemiyorsam, o zaman bu faaliyetlerle rezonansa girmem olası değildir. Hatta, yazmanın, futbolun ya da şiirin benimle konuşmadığına çabucak inanırım.” (s. 62) Beşinci tezin mevzusunu kontrol edilebilen değil, ulaşılabilen dünya konsepti belirlemiştir, Rosa’ya göre Yahudi-Hıristiyan Tanrı anlayışı cuk oturur buna. Cevap beklemeyiz ama dua yoluyla Tanrı’ya ulaşabildiğimizi düşünürüz, burada iş tamamen özneye düşmektedir. Mesela ben Tanrı’ya dua etmem çünkü o kanal bende kapalıdır, açık olsa dua eder ve duamın sonucunu beklerdim ama beklememek lazım, rezonans bu durumda belirsizlikten ibarettir.
Sonraki bölümler yaşamın altı aşamasında modernitenin temel çatışmalarına, çatışmanın yapısal boyutuna, arzuya ve kontrol çabasının bölüm sonu canavarı olarak geri dönmesine ayrılmış. Bir iki aşamaya bakalım, doğum olgusunda arzunun planlanması, yumurtaların dondurulması gibi erteleme çabaları mevcut, Rosa’ya göre kontrol edilemeyenlerin kontrol edilebilir kılınması başlı başına iyi veya kötü değil. Çocuk yetiştirme ve eğitim kısmında “hasta takip programı”na benzeyen tıbbi süreç ve ebeveynin tercihler var, parametreler geliştiriliyor ama çocuğun isteklerini önemsemenin farklı görüşlerce olumlu veya olumsuz kılınması kontrolü ortadan kaldırıyor, bunun yanında çocuğun kendi keşfi -öz yeterlilik ve dünyayla ilişki şart tabii- rezonansa yol açtıysa dışarıdan bir iteklemeye gerek yok, evlat kendi yolunu bulur.
Rosa dünyanın sihrini yitirmemenin yolunu da söylüyor sonlara doğru, o bilgiyle yaklaştığımız dünya kendini kısıtlanmış olarak hissetmez umarım. İyi metin, tavsiye ederim.
Cevap yaz