Kim Ki-duk’un bir filmini izler gibi okursunuz, aynı sertlik ve anlam derinliği var anlatıda. Üç uzun öyküden oluşan bu romanın merkezinde yer alan Yonğhe yarı zamanlı çalışan bir kadın, evli, sessiz. İlk öykü “Vejetaryen”de eşinin anlatıcılığıyla tanırız Yonğhe’yi. Özel bir cazibesi, belli bir eksikliği yoktur, eşinin göbeğini ve cinsel organının küçüklüğünü umursamaz, aslında umursadığı pek bir şey yoktur, yaşar sadece. Şimdi düşününce anlatının sonunda ağaç olma çabasının aslında hiçbir şeyi değiştirmediğini anlayabiliriz, otuz kilonun altına inip yemek yemeyi reddettiği zamanlar da deli olduğu düşünülür ama yaşamında pek bir şeyin değiştiğini söyleyemeyiz, sadece yemek yemeyi kesmiştir. Kitap okuduğu söylenir ama eşi kitap okuduğunu da görmez pek, adam eve geç kaldığında kızmaz, sutyen takmayı sevmemesi yine ağaçlığındandır. Evliliğin beşinci yılında adam çocuk yapmayı düşünürken bir gün Yonğhe’yi buzdolabının önünde dikilirken bulur. Gecenin bir körü, gözleri buzdolabına dikili bir kadın, sessiz. Rüya görmüş, o yüzden dikiliyor. Rüyasının detaylarını anlattığı bölümler dile geldiği nadir bölümlerden, geleceğini de işliyor yavaş yavaş, sonunu düşlediği söylenebilir. Karanlık bir ormanda yüzlerce büyük ve kıpkırmızı, kanlı et parçası görür, o günden sonra veganlığa adım atar. Son öyküde ormana kaçtığını öğreniriz bu arada, kendi rüyasını yaşamaya, kehaneti gerçekleştirmeye çalışmaktadır sanki. Neyse, kadın et yemediği gibi eşine de et içeren hiçbir yemek yapmaz, sebze ve pirinçle yaşamaya çalışır. Eşinin nasıl o kadar benmerkezci olabildiğini düşünen adam güzel bir ironi örneği sergiler, satır aralarında adamın egoizmine dair verilere sık sık rastlarız çünkü. Adam eşinin kim olduğunu bilmediğini ayrımsar bir anda, beş yıldır birlikte olduğu kadını hiç tanıyıp tanımadığını düşünür. Bunun için kadının bir günde değişmesini beklemeye gerek de yoktur aslında, rüyadan öncesiyle sonrası arasında adamın ihtiyaçlarının giderilmemesi dışında bir fark yoksa kadının değişmesinden ziyade adamın ruhsal çöküntüsünü incelemek daha derinlikli bir anlayış sağlar okura. Sevişmeye bir son verirler, adam et yediği için leş gibi et kokmaktadır, Yonğhe adama yanaşmaz. Adam düşünmeye başlar, kadının ailesinde genetik bir problem yoktur, baldızı ve bacanağı, kayınvalidesi ve kayınbabası normaldir, et yerler, yaşarlar kısacası. Onlara benzeyen kadının gidip bir yabancının gelmesi adamın dünyasını başına yıkar. “Birkaç hamamböceğini yakalayıp avucunun içinde öldürebilen karımın yaşam gücü hoşuma giderdi. O benim, dünyadaki en sıradan kadınımdı.” (s. 20) Bu sözcüklerde duygu yoğunluklu bir özlemden ziyade işlevsellik ön plandadır, kadın “görevlerini” yerine getirmemeye başladığında adam sevişmekten çok tecavüz etmeye başlar Yonğhe’ye, kadın yine sessiz. Adam dayanamaz, kadının ailesini arar, bir şeyler yapılması gerektiğini söyler. Aile yemeği düzenlenir hemen, toplanırlar, baldız kardeşine veganlığın doğal olmadığından bahseder. Baba daha fenadır, Vietnam gazisi kaba adam kızını on sekiz yaşına kadar dövmüştür, ataerkil dehşeti yaşatmıştır resmen. Kızının et yemediğini ve et yemeği yapmadığını duyunca patlar, masadakilere Yonğhe’nin ellerini kollarını tutturur, bir et parçasını ağzından içeri zorla sokmaya çalışır. Yonğhe’nin ilk krizi orada geçirir, canhıraş feryatlarla babasının elinden kurtulur ve eline geçirdiği bir bıçakla bileğini keser. Kanlar fışkırır, kadını hastaneye kaldırırlar, en sonunda kadın göğüsleri çıplak bir şekilde bankta oturup etrafına bakarken görülür, adam için son damladır bu.
“Moğol Lekesi” bu olanların kısa bir süre sonrasında başlıyor. Bacanağın gözünden görüyoruz bu kez, video sanatıyla uğraşan adamın Yonğhe’nin kardeşi Inhe’yle evliliği duygudan muaftır yine, boşluktan ibarettir. İki tarafın psikolojilerini pek hoş çözümlüyor Kang, birbirlerine nasıl sağlıksız bir şekilde bağlandıklarını anlattıktan sonra bacanağın dünyasına odaklanıyor. “Bacanak”tan “B” diyelim adama, B’nin para kazanmadığını, eşinin dükkânından gelen parayla yaşadığını öğreniyoruz. Adamın cinsel arzuları pornografiye yatkın, Ciu adlı çocuğuna duyduğu sevgi yaşamında belki de tek gerçek duygu kırıntısı. Bir de Yonğhe’ye duyduğu saplantılı ilgi var, Moğol lekesi yüzünden. Bu leke doğumdan sonra ortadan kaybolsa da Yonğhe’nin bedeninde duruyor hâlâ, B bunu öğrendikten sonra kadınla yakınlık kurmaya çalışıyor. Bileğini kesen Yonğhe’yi sırtlayan, o sırada ereksiyon olan ve hastaneye yetiştiren B, kadının hastaneye yatırıldıktan sonra taburcu edilip tek başına yaşamaya başladığını biliyor, eşi boşanma davası açtıktan sonra Yonğhe yapayalnız kalıyor ama sorun değil, istediği zaten o. B’nin girişimlerine karşı koyacak bilinci çoktan yitirdiği için facianın farkına varamayacak tabii, B bir gün baldızından fotoğraf çekimi için model olmasını isteyecek, Yonğhe kabul edecek ve bedeninin her yerine çiçekler çizilmesine razı olacak. Erotizmin iyice ayyuka çıktığı bu bölümlerdeki tansiyonun çok benzerini Tanizaki’nin metinlerinde bulabiliriz, aynı tutkunun izleri görülür iki yazarın metinlerinde. Çiçekler, sonra B’nin sanatçı bir arkadaşının bedenine çizilen çiçekler, seks yok. B sevişmek için can atarken arzuladığı nesneyi elde ettiğini anlar anlamaz isteği söner ve bir başkasıyla seviştirmeyi düşünür kadını, genç bir arkadaşını çağırır ve ikisinin de çiçek bedenli fotoğraflarını çeker, sonra onları seviştirmeye çalışır ama genç adam çok rahatsız olur, kaçarcasına çıkar oradan. Ne olur, B kendi bedenine çiçekler çizer, Yonğhe’yle sevişir ve sevişmelerini kamerayla kaydeder. Arzusuna kavuşması felaketi olur aynı zamanda, Inhe kaydı bulur, izler ve hâlâ ilaç kullanan, akıl sağlığının yerinde olmadığını düşündüğü kardeşinin istismara uğradığını düşünerek eşine tekmeyi basar. Mahkeme, dava, en sonunda adam yakasını kurtarır ve ortadan kaybolur. Olan Yonğhe’ye olmuştur, Inhe ambulans çağırıp iki akıl hastasının hastaneye kaldırılmasını istediğinde Yonğhe gerçekten de hastaneye kapatılır.
“Alev Ağacı” üçüncü bölüm, Inhe’nin gözünden. Uyanış hikâyesi. Inhe kardeşini ziyarete gittiği zaman bir deri bir kemik kalmış kadını katatonik bir halde bulur. Hiçbir şey yememekte, boruyla beslenmeye de karşı çıkmaktadır Yonğhe, ağaca dönmek istemektedir. Bu. Bitki, ağaç. Basit. Doğanın döngüsünü canlandırmaya çalışarak ölüme yatar, hiçbir şey yemez, günden güne erir ve bir şey yedirmeye çalıştıkları zaman kan kusmaya başlar. Uyanış kısmı Inhe’nin kendisiyle kardeşini kıyaslamasından doğar, Ciu olmasa aslında Yonğhe’den bir farkı olmayacağını düşünür Inhe, onun yaşamadı da bomboş geçmiştir. Rutin bir hayat, evden işe ve tekrar eve, duygusuz bir evlilik kadının kardeşinin hissettiklerine ne kadar yakın olduğunu fark etmesini sağlar, şahit olduğu korkunç olay yaşanmasa belki de hâlâ eşiyle birlikte olacağını ve akıl hastanesine kaldırılacağını düşünür. Yaşamı o kadar boştur, bomboş geçmiştir, çocuğu haricinde elinde hiçbir şey, aklında hiçbir istek yoktur. “Yorucu hayatının bir tiyatro oyunundan ya da korkunç bir hayaletten öteye gitmediğini anlamıştı. Yanıbaşında öylece duran ölümün yüzü, uzun zaman önce kaybolup sonra geri dönen bir akraba gibi tanıdıktı.” (s. 142) Ailesi kızlarıyla ilişkiyi kesmiştir, eşinin çocuğunu görmesine izin vermeyen Inhe intihar etmeye karar verir ama kızının hatırına fikrini değiştirerek kardeşinin ölümünü, bir açıdan kendi ölümünü rahat rahat izlemektedir, tesellidir bu. Yaşama tutunmayı sağlayan ince ipi bırakıvermek çok kolaydır onun için, doktorların kesinlikle bilinçli olduğunu söylediği Yonğhe’nin yaptığının çok zor olup olmadığını düşünmeye başlar. Bitkiye dönmek modern yaşamdan kurtulmanın tek yoluysa dönmeli o zaman, belki de her şey bir rüyadır ve gerçekliğin bir yüzüdür sadece. Anlatının sonunda kardeşiyle birlikte ambulansa binen Inhe rüya bahsini düşünerek Yonğhe’nin gördüğü rüyaların bir parçasında yolculuk ettiğini idrak edemeden yangınları izlemeye başlar, düşle gerçek iç içe geçer.
Kesindir, Güney Kore’nin gerçekçiliği sinemada olduğu kadar edebiyatta da orijinal karakterler yaratmak için oldukça elverişlidir. Yonğhe unutulmaz mesela, tek başına bir ağaç.
Cevap yaz