Üç noktalarla Mehmet’ten Yasemin’e geçeriz, Yasemin’den Mehmet’e geçeriz, bir üç nokta Yasemin’in iç monoloğu, ardından gelen üç nokta Mehmet’in iç monoloğu başlayacak demektir, bazen diyaloğun orta yerinde üç noktalara gark oluruz ki tansiyonun yükseldiğini anlayalım, öfke patlamalarını bir o açıdan ve çok gariptir, bir de bu açıdan görelim de iç dünyaların çatışmasına da şahit olalım. Bu iki insan evli, birbirleriyle tabii, tam da öyle değiller gibi, yani Yasemin kırk, Mehmet elli beş yaşında, Mehmet antropolog ve akademisyen, Yasemin müzisyen ama kiliselerde ücret almadan org çalıyorsa nasıl geçiniyor bilmiyorum, müthiş gerilimli bir havada yaşamaya çalışıyorlar. Birbirlerine katlanmaya çalıştıklarını da söyleyebiliriz, daha en başta batacağı belli huylarını görmezden gelerek evlenmişler, evlilik kararını ansızın almışlar bir de, yemek masasında Mehmet evlenebileceklerini söylemiş ve Yasemin de kabul etmiş, bu kadar. Aslında birbirlerine anlatacakları hikâyeleri dinlemek bile saadeti sağlayabilirdi, geçmişin yükünü birbirlerinin üzerine boca etmeyip damla damla dökmeleri evin huzurunu kaçıralı çok olmuş belli ki. Bütün anlatı iki günü kapsıyor, bu iki günde elli yıl öncesine kadar geri gidebiliyoruz, kadınla erkeğin kodlarını çocukluklarında nasıl edindiklerini izleyeceğiz. Gündelik yaşamları ve mazileri iç içe geçecek, anlatılanlar ilerledikçe başlarda ortaya çıkmayan bazı kilit bilgileri öğreneceğiz ama çoktan öngördüğümüz için pek de etkilenmeyeceğiz. Aslında ilişkilere getirilen yeni bir şey yok bu anlatıda, anlatım tekniği açısından buluşlar, yenilikler yok, üstelik Mehmet’le Yasemin’in düşünme ve konuşma biçimleri arasında da hiçbir fark yok, aslında tek bir kadın konuşuyor ikisinin bedeninde, kısacası YKY kalibresinde bir metin olduğunu söyleyemeyeceğim. Neyse, Mehmet’in babası subaydır, dolayısıyla çocuğumuz askeriyenin korkunç ortamında büyür, erkeklik temsillerinden en kötüsünü benimsemekten kaçamaz. Annesinin ve diğer asker eşlerinin toplantılarında kocalarla nasıl dalga geçildiğini de gördüğü için yaşamı boyunca güvende hissetmeyecektir kendini, aşağılanmaktan ve reddedilmekten ölümüne korktuğu için sessiz sakin Bedia’yla evlenecektir. Bedia’nın sınırları bellidir, eşinin çalışma odasına giremez, çocukları sessizce uyutmak zorundadır, yemek yapar, ortalığı silip süpürür, eşinin kıyafetlerini hazırlar. Sömürülen bir kadındır, Mehmet de sonradan fark edecektir ki bir kezcik kahkaha atmamıştır, kendi başına hareket etmemiştir, eşine uymaktan başka hiçbir şey yapmamıştır hayatında. Bunda Mehmet’in baskısının rolünü hissedebiliriz, adamın kontrol manyağı olduğunu Yasemin’le birlikte prova yapmaya gelen pısırık adamı kıskandığı için provaya çomak sokmasından anlıyoruz, diş geçiremediği Yasemin’in yaşamını da mahvetmeye ant içmiştir adeta. Neyse ki öğrencisi Ebru’ya yeşillenip reddedildiğinde “özgürlüğünü kazanır”, yaşamının en büyük düğümünü çözer ve Yasemin’i gerçekten sevdiğini anlar, yaşananları Yasemin’e anlattığında diğer düğümler çözülür, eşinin kalbini çatır çatır kırması karşılığında travmalarından kurtulur, kendini kurtarmış olur. Yasemin ne yapar, itirafı sırasında bayağılaşan Mehmet’e çıkışırken adamın evden kaçıp gitmesine şaşırır, kendini sokaklara vurur ve aklında döndürdüğü şarkılarla rahatlamaya çalışır. Yürürken Okan’a rastlar, her ne yaşanmış olursa olsun eski eşini çok özlediğini fark eder ama adamın ricasına rağmen telefonunu vermez, evine döner ve Mehmet’i evde bulunca çok sevinir, birbirlerini sevdiklerini söylerler ve nihayet sevişirler. Anlatı boyunca biriken bütün problemler, cinsel gerginlik, geçmişin engellediği yaşam sevinci bir seksle ortadan kalkar, ne güzel. Çok zor gelirler o noktaya tabii, birbirlerinde sevmedikleri özellikleri uzun uzun eleştirirler ve nihayetinde o özellikleri sevdiklerini anlarlar. Mesela Yasemin’in adım adım çözülecek gizeminin merkezinde kapıya gelen bütün çocukları sevmesi ve onlara kendini sömürtmesi yer alır, sokak çocukları her gün kapıya gelip ayakkabı boyarlar, fazla kıyafetleri alırlar, Yasemin’in hazırladığı sandviçleri yerler ve bazen kadından para bile koparırlar. Bütün bunlara şahit olan Mehmet neler olup bittiğini anlayamaz, eşinin davranışlarındaki mantıksızlığı çözemediği için sinirlenir, kalp kırar. Egzersizler de can sıkıcıdır, Yasemin piyanosunu dın dın çalarken Mehmet’i fenalıklar basar, kulaklarını tıkamak ister. Aslında zıtlıklar katlanılmayacak kadar rahatsız edici, neden beraberler?
Yasemin’in ilk eşi Okan başarılı bir müzisyen, deli dolu bir adam, biraz hoyrat, Yasemin’in kalbini kırsa da gönül almayı biliyor. Çoğu konuda. Çocukları olacağı zaman mutlu olmuyor pek, kariyerini düşünerek Yasemin’i yalnız bırakıyor. Doğumdan kısa bir süre sonra Elif ölüyor ne yazık ki, aralarındaki ilişkiyi bitiren en büyük facia bu. O günden sonra Yasemin çocuğunun hayaliyle yaşıyor, sokakta gördüğü her çocuğu kendi çocuğuymuş gibi seviyor bu yüzden. Seks yapmaktan korkmasının sebebi Mehmet bu kez, ilk doğumdan sonra bir daha çocuk yapamayacağı söylenen Yasemin hamile kalıyor, çok şaşırıyor tabii, test sonucunu hemen Mehmet’e gösteriyor. Mehmet erkekliğini yapıyor tabii, daha tanıştıkları gün çocuk istemediğini söylemiş, o da neyin nesiymiş, ne çocuğuymuş, öyle şey mi olurmuş derken kadının kalbini kaç yerinden kırıyor bilmem, Yasemin çökmüş bir şekilde çıkıyor ve hemen kürtaja gidiyor, hemen. Mehmet okulda iki saat ders anlattıktan sonra arabaya atladığı gibi muayenehaneye gidiyor ama her şey olup bitmiş bile, üzgün eşini alarak eve götürüyor. Özür dilemeye dili varmıyor, tipik kodlarla dolu bir adam Mehmet, pek bir inceliği yok ama Yasemin’i çekecek bir sakinliği var, Okan’ın kaotik doğasından sonra huzurlu bir köşe gibi gelmiş Yasemin’e. Bu hadiseden sonra uzunca bir süre seks yapmıyorlar, Yasemin ölü spermlerden/çocuklardan çok korkuyor, patolojisi cinselliğe müsaade etmiyor. İlginçtir, mevzunun çözümünde Mehmet’in antropoloji uzmanlığının bir etkisi yok gibi gözüküyor ama tam da o dalla ilgili bir bilgiye sezgisel olarak varan Yasemin bütün korkularını yeniyor, Koçak hiçbir ipucu vermiyor ama bunu düşündüğünü varsaydım ister istemez. “Sosyal aile” denen yapıyı görüyor rüyasında Yasemin, aslında herkes herkesin çocuğu, annesi, babası, akrabası, dolayısıyla sokakta gördüğü çocuklara duyduğu yakınlık çok eski bir toplum yapısında mevcut, kolektif bellek de rüyalarda işlemeye başladı mı Yasemin kurtuldu demektir. Sevişiyorlar nihayetinde, mutlu mesut yaşamaya devam ediyorlar.
Bazı buluşlar gerçekten çok hoş, Koçak’ın müzisyenliği enstrüman çalımıyla ilgili bazı nüansları dile getirmesini sağlamış. Piyanoyla org arasındaki fark mesela, pedal kullanımı ve tuşenin bir performansı ne kadar değiştirebileceğiyle ilgili bilgiler müzik kulağı olanlara hitap edecektir. Ben gitar tıngırdattığım ve piyanoyla haşır neşir olduğum için başka bir kurmaca metinde denk gelmediğim konuların işlendiğini gördüğüm için çok sevindim açıkçası, Koçak’a sırf bu yüzden çok teşekkür ve başka bir konuda teessüf, diyaloglar o kadar, “Ben kurguyum! Bu insanlar böyle konuşmaz ama sen bir kurgu okuyorsun, ye lütfen!” diye bağırıyor ki özdeşim bir anda kayboluyor, kitap okuduğumuzun farkına varıyoruz. Bildiğiniz gibi kitap okurken kitap okuduğumuzun farkına varmak ne metin için ne de okur için iyidir. Burada mesela tek bir örnekten, kör göze parmakların en büyüğünden bahsedeceğim. Mehmet yeni bir ev bakıyor, günde altı yedi ev gezerek gördüklerini Yasemin’e anlatıyor ama ev konusunda heyecanlı olduğunu söyleyen Yasemin hiç umursamıyor, Mehmet’in lafının bitmesini sabırsızlıkla bekledikten sonra bir anda canlanıyor ve bahçedeki kedinin doğum yaptığını anlatıyor. Bariz, tamamen açık bir olay, ardından tamamen açık olayın uzun uzun açıklanması pek boğucu, kurgunun uçu(ru)cu doğasını yavaşlatıyor, ağırlaştırıyor, okuma keyfini mahvediyor.
Denk gelirseniz buyurun, kurgu iyi ama o kadar.
Cevap yaz