Moretti’nin Bir Edebi Teoriye Soyut Modeller metni edebi biçimlerin gelişimi açısından ufuk açıcıydı, belli bir zaman aralığı içinde romanın yükselişi sosyolojik temelleriyle ele alınıyordu bir bölümde, bu kitaptaki makalelerin her biri mevzuyla ilgili. Roman türünün çeşitlenmesinden biçimlerin dönüşmesine kadar pek çok konu ele alınmış. Moretti belli bir teorik çerçeve olmadan ampirik araştırma yapılamayacağına inanmasına rağmen metodolojik bir incelemeden olabildiğince uzak duruyor, disiplinlerarası araştırmalarını “teorik spekülasyonlarla” süslüyor, kısacası çıkarımları yanlışlanabilir ama edebiyat eleştirisine getirdiği yeni bakış açıları önemli. İlk bölümde retorik ve tarih ilişkisini inceliyor Moretti, retoriğin partizan, toplumsal bir niteliği, değer biçici fonksiyonu var, günümüzde en önemli söylem haline gelmesinde topluluğun değerlerine yönelik içeriği önemli. Edebiyat açısından yaklaşırsak edebiyat eleştirisinin retorik geleneği “şiirin kraliçesi” gibi söylemlerde belirginleşiyor ki bizde de Tezer Özlü için yapılan “hüznün kraliçesi” tarzı benzetmelerde açığa çıkıyor bu. Olgulara dayalı yargılarla değer yargılarını birleştirmeye çalışıyor bu yaklaşım, mecazlar hakikati vurgulayan basit ifadenin tersine söylem sahibinin bir fikrini ifade ediyor. Duyguyla eleştirinin birleştiği nokta bu, retorik bu bağlamda duygulara hitap ediyor. Moretti “bir retorik biçimler sosyolojisi olarak” edebiyat eleştirisinin Annales okulunun anahatlarını çizdiği zihniyetler tarihi ile temas kurmasının yerinde olacağını söylüyor, böylece eleştiri ataletten kurtularak geleneğin retoriğinden de yakasını kurtaracak. “Edebiyatta yenilik süreklidir, hatta bazen de travmatik: ‘cüretkâr’ şair ve yazarlar, ilk çıktıklarında ‘anlaşılmaz’ ya da ‘saçma’ diye reddedilen eserler, meselenin bu ikinci veçhesinin en bariz göstergesidir.” (s. 16) Edebi deneylerin bazıları genelgeçerlik vasfı kazandığı için retoriğin tam olarak ortadan kaldırılması söz konusu değil, diyalektik yapı kanonlara da, biçimlerden fışkıran avangart metinlere de izin verdiğine göre şu çıkarıma ulaşılabilir: “Edebi metinler retorik ölçütlere göre örgütlenmiş tarihsel ürünlerdir.” (s. 19) Edebiyat eleştirisi hem retoriğe, hem tarihsele dayanmalı, Moretti’ye göre böyle bir bakış açısına Benjamin ve Adorno gibi eleştirmenler sahipse de edebi tür kavramının sistematik bir şekilde kullanılmasının yol açabileceği yeni ufukları görmek gerekiyor, Moretti bu doğrultudaki gelişmelere gösterilen direnci önce eleştiri türünün bağlamında inceliyor, ardından edebi türün edebiyat tarihinin sürekliliği içinde yol açtığı bölümlenmeleri gösteriyor. Özetlemek gerekirse metinlerdeki Grek ve Hıristiyan alegorik tefsir geleneği çağdaşlık bağlamında incelenirse tarihçiden çok eleştirmenin alanına giriyor bu, benzer pek çok girift yapının eleştirinin neliğini etkilediğini söyleyen Moretti’ye göre edebiyat tarihi bilgimiz “yüz elli sene öncesinin Afrika haritalarına benziyor”, kesin çizgileri oluşturabilmek için kitle edebiyatına, polisiyeye, fantastiğe de göz atılmalı, eleştiriyle tarihin birlikteliği hatları belirgin, sistemli bir eleştiriyi doğurabilir. Tabii türlerin isimlendirilmesi gibi pek çok meseleye de değiniyor Moretti, Kant’ın mekan anlayışını sanat eserinin biçimiyle ilişkilendiriyor, iklim değişikliklerinin türler üzerindeki etkisini ele alıyor, geniş konu. “Daha başka örnekler vermek yerine, bir tarihsel etken ya da olayın edebi çözümleme için ‘anlamlı’ olmasının, onun tarihin genel mekanizması içindeki önemiyle ilgili bir yargıya varmak için yeterli bir dayanak olmadığını vurgulamayı tercih ederim.” (s. 31) Diğer açıdan, söz gelişi II. Dünya Savaşı’nın edebiyatı dönemlere ayırma konusunda fazla bir işe yaramayacağını söylüyor, bu tür toplumsal olaylar edebi türde bir doğuş veya değişim yerine türün zenginleşmesini sağlıyor olabilir. Bu nokta tarih ve edebiyat alimlerinin elinden öpüyor ki birkaç araştırmada denk gelinebilir, Don Quixote modern anlamda ilk romansa modernlik ve roman türü birçok disiplinle tokuşturulup birleştirilir, eleştirinin çözümleme sahası bu işlemler sonucunda ortaya çıkar. Bu bağlamda dahil etmeyi değil, çıkarmayı önemsiyor Moretti: “Eleştiri ‘bu unsuru şu şekilde yorumlamak mümkün‘ çığlıkları atmayı bırakıp, belki çok daha sıkıcı ama,’bu yorum şu şu sebeplerle imkânsız‘ demeye başladığında sağlam bir metodolojiye ulaşma yolunda dev bir adım atmış olacak.” (s. 33) Bu bağlamda Minsoo Kang’ın Frankenstein konusunda söyledikleri mevzuya cuk oturuyor, Shelley’nin metni genelde Sanayi Devrimi eleştirisi olarak okunduğu için karakterler sınıfsal olarak ayrılır, üretimden kapitalizme pek çok ögenin dibine alegori okumalarıyla vurulur, oysa Kang’a göre anakronik bir bakış açısıdır bu. Metnin yazıldığı sırada makineler yeni yeni ortaya çıkmakta, üretim ilişkileri biçimlenmekteydi, o zaman bu metin Aydınlanma sonrasında otomatlara yaklaşımlarla, Alman Romantizmi’nin akıldan mistisizme meyletmesiyle açıklanmalıdır. Bilimsel açıdan yaklaşayım ben de, Faraday’in buluşları ve Maxwell’in elektromanyetizmi ortaya çıkaran formülleri seri üretimde kilit bir rol oynuyor, 1818’de yayımlanan metinden sonra. Buhar enerjisinin çaktığı kıvılcım elektrik motoruyla alevleniyor, gecemizi aydınlatan şu ampulün zamanımızı üçe beşe bakmadan satmamızla aynı noktada doğması garip geldi şimdi. Neyse, kısacası kronolojiye dikkat edeceğiz, metinleri buna göre değerlendireceğiz.
“Korkunun Diyalektiği” nam en kısa bölümü ele alıp bitireceğim. “Burjuva uygarlığının korkuları iki isimle özetlenebilir: Frankenstein ve Drakula.” (s. 105) İki figür toplumun iki ucu, zavallı hilkat garibesi ve servetini fütursuzca genişletmeye çalışan mülk sahibi. Drakula’nın İngiltere’ye zıplaması ve mülk satın alması örneğin, toplumun bölünmüşlüğünün yarattığı dehşet ve dehşeti giderme arzusunun bir ürünü olarak okuyabilir miyiz bu kan emici teresi? Drakula sahip olma arzusunun zevk alma arzusunu bastırmasının bir örneği, rasyonel bir girişimci aynı zamanda, Londra’da mülk satın alması kontrolsüz yayılımı temsil eder, bu yüzden Drakula öldürülmelidir, tekelleşmemelidir. Gömülü parası da sermaye birikiminin kamulaştırılması gibi kullanılmalıdır. Ara formdur Drakula, hem ölüdür hem de ölü değildir, başkalarının kanıyla beslendiği için sömürücüdür aynı zamanda, egemenlik alanını genişletmek ister. Aynı yaklaşımı Roger Luckhurst’ün Zombiler metninde de görürüz, tek fark zombilerin bilişsel yetilerini büyük ölçüde kaybetmiş olmasıdır, bunun dışında vampirler gibi arada kaldıkları için varlıkları en hafif tabirle rahatsız edicidir, tiksinti uyandırırlar. Drakula’ysa bir aristokrat gibidir, uzak zamanların bir kalıntısıdır, kapitalist toplumda serbest ticaretin çarklarına uygun değildir. “Sözün kısası, Drakula burjuva yüzyılının hem nihai ürünü hem de olumsuzlamasıdır. Stoker’ın romanında görülen, sadece bu ikinci yönüdür, olumsuz ve yıkıcı tarafıdır.” (s. 118) Frankenstein’ın canavarına gelelim: “Proletarya gibi canavara da bir isim ve bireysellik reva görülmez. O Frankenstein canavarıdır; bütünüyle yaratıcısına aittir (‘Ford işçisi’ demek de benzer bir şey).” (s. 108) Feodal ilişkilerin çözülmesiyle birlikte beden de çözülür, canavarın parçaları birçok bedenden alınan parçalarla oluşturulur. Canavarla Frankenstein arasında Marx’ın sermaye ile ücretli emek arasında gördüğü ücretli ilişki vardır, yaratıcı yarattığı şeyden hemen korkar ve onu öldürmek ister, öldürmezse ensesinde ölümü hissedecektir sürekli, nitekim Frankenstein’ın gelini ölümü tadar. Canavar sadece yurttaşlık hakkı ister, hiçbir şekilde efendisine tebelleş olmayacağını söyler ve bir eş ister, kendisi kadar korkunç bir ucube. Frankenstein kendi yarattığı canavara bile katlanamıyorken bir ikincisini yaratmayı, onların çocuklarının olmasını düşününce isteği geri çevirir. Moretti canavarın güçsüzlüğünü Benjamin’in betimlediği iktidarsızlığa eşler, burjuva sınıfının muhayyilesi ortalığa saldığı üretim güçleriyle ilgilenmez, iktidarsız erkek bir yalnızlık timsalidir artık.
Diğer başlıklarda Joyce, Elliott, Shakespeare, Balzac gibi pek çok yazar ve trajediden romana pek çok tür var. Moretti kavramlarla boğmuyor metinleri, esprili bir üslubu var ama bağlantıları anlamak yine de kolay değil, donanımlı bir okur için çok zorlayıcı gelmeyecektir ama benim gibi her şeyden çok az anlayan, kitaplardansa hiç anlamayanlar için biraz zorlayıcı. Gündelik yaşam-tarih-edebiyat ilişkisi Moretti’nin anlatımıyla ufuk aça aça bir hal oldu, bakın bir.
Cevap yaz