Fikret Otyam – Can Pazarı

Ferit Edgü sunuş yazısında Fikret Otyam’ın sanatçı olmadığını neden söylüyor, bir sivri akıllının çıkıp bunu söyleyebileceğini ifade ettikten sonra iyi ki sanatçı olmadığını dile getiriyor Otyam’ın. Ne peki, yazıcı mı, röportajcı mı, gazeteci mi, yazısının cevherini hangi vargıyla nitelemek gerek, yer aldığı mecrayla mı, su götürür. Otyam sanatçıdır, tartışmasız, kurguysa kurgu çünkü. İlla öykü mü yazması lazım, değil, yazdığı metinler karma metinlerdir, röportajdan istatistiğe, meclis tutanaklarından yetmiş kişinin sığıştığı kamyonun tozu toprağa katıp yol alırken durdurduğu zamana hemen her şeyi alır. Minik ellerle başlar bu metnine, minik olmayan ellerle, nasırlı, mor dövmeli, parmaksız ellerle, sonra başlara geçer, tülbentli, yemenili, tıraşlı, tıraşsız, ardından burunlar, gözler derken şose boyunda, yol kenarında, lüks otellerin reklam panoları altındaki gölgeliklerde oturan insanlar belirir. Kavganın ortasına gireriz, altta kalanların feryadına anlatıcının feryatları karışır, birileri ekmeğe, peynire saldırırken durmalarını ister anlatıcı, Allah rızası için, sonradan o sandığı getirdiğine, nevale dağıtma isteğine lanet edecektir, öyle bir kargaşaya yol açacağını hiç düşünmemiştir. Zaliha kadın Şeyhmuz’un yüzüne gözüne vurunca kan akar, Kürtçe saydırmaya başlar kadın, hem Şeyhmuz’a hem anlatıcıya söver. Ne gerek vardı taze ekmeğe, düzeni sanki anlatıcı mı değiştirecek, yokluğu bir anlığına unutturmaya lüzum var mıydı, üstelik Şeyhmuz’u da yitirdiler çünkü kamyona binmedi çocuk, Adana’nın sıcağında koşmaya başladı, kayboldu ortadan. Bağırıp çağırdılar ama başka bir tarlaya gitti çoktan, sineklerin yediği çocuklarla dolu, paralarını almayı bekleyen ırgatların orta yerinde beklediği tarlalardan birine. Orhan Peker resimlerini yapıyor insanların, Ara Güler fotoğraflarını çekiyor, Otyam’sa eskici pazarından aldığı kıyafetlerle dolanıyor işçilerin arasında, hikâyelerini dinliyor, zamanı gelince tarlalarda çalışıp pamuğun nasıl toplandığını anlatıyor. Gazap Üzümleri‘nden, Ali Suavi’nin gazete yazılarından aldığı bölümler gösteriyor ki dünyanın öbür ucunda, dünyanın yüz yıl, bin yıl öncesinde de hikâye aynıdır, ezilenlerin açlığa mahkum edilmesine kimse karşı çıkmaz, karşı çıkan olursa sesini kısarlar, bürokratik cehennemde kaybolur yankı. İşçi kanunu mu çıkacaktır, uygulanabilirliği yoktur, kanun tarlaya gelesiye çoktan kalkar tedavülden. Aracılar ağadan aldıkları yevmiyelerin üzerine yatarlar, koydun ki bulasın, bir ara Otyam celallenir de gidip ağayla konuşur, işçilerle birlikte hareket edip aracıyı bulurlar, paralarını zorla alırlar, işçilerin aracıyı linç etmesine ramak kalır. İş yine vardır, aracı iyi çalıştıklarını, pamuğa devam etmek isterlerse çalışmaya devam edebileceklerini söyler ama kimsenin gönlü yoktur orada çalışmaya artık, hiçbir el kalkmaz. Federasyonların, odaların, bilmem ne örgütlenmesinin iddiasına göre yerlerinde durmaz bu işçiler, bırakıp giderler de pamuk tarlada kalır, zarardırlar. Diğer taraftan bakınca posası kalmış insanı görürüz: devletin verdiği krediler hep ağalara gitmektedir, Sümerbank üç kuruşa çökmek ister pamuğa, ağalar topraklarını büyütüp tröst rüzgârı estirirler, işçilerin yevmiyelerine aracılar el koyarlar, işçilerin kazandığının on katını aracılar kazanırlar, büyük on ailenin tarım geliriyle on bin aileninki birdir, gelir uçurumu giderek büyümektedir, üstelik 1960’larda ayyuka çıkan bir durumdur bu. Gazetelerde yazar, Meclis’te konuşulur, öyle ki Ege’den pamuk üreticileri traktörlerini Meclis’in önüne çekip kontak kapama eylemi yapmak üzere yola çıkarlar. Seçilmişlerin seçtikleri dışında kazanan yoktur, korkunç bir sömürüdür söz konusu. Can pazarıdır, insanlar bir kuru hamur yerler, bir salkım üzüm pay edilir, açlıktan çocukların kemikleri çıkmıştır. Otyam’ın yanından hızla geçen arabadakiler höstlerler, fren balatası kadar etmeyeceğini söylerler Otyam’a, alet komple 120 lira ve Otyam’ın işçilikten günlük kazancı 3 lira olduğuna göre haklılık payı vardır. Bekir Yıldız’ın aynı konuda bir öyküsü vardır, Otyam’ın röportajından faydalanmış mıdır acaba? Orhan Peker uçakla Adana’ya geldiğinde Otyam tam tekmil hazırdır, kasketini eğip Peker’in eline uzanır bavulu taşımak için, Peker tersler. Hamal ya, bir daha uzanır, Peker yine tersler. Sonra başını kaldırıp gülümser Otyam, Peker şaşırır, özür diler, kaç yıllık dostunu tanıyamamıştır. Neden özür diler, tersleyişindeki hırstan bilmeli. İnsana insan gözüyle bakılmaz orada. “Çukurova’nın çıldırmış sıcağı altında, sabahtan akşama dek, hiçbir sosyal güvenliği olmayan bu onbinler ‘tarım işçisi’ olarak ölesiye çalışır, alın teri döker yaşamak için. Yaşamak için, ölerek.” (s. 22) Traktör devrilmiştir, on bir ölü. Açlıktan mantar yer işçiler, buldukları mantarları ağızlarına tıkarlar, dört ölü. Hastalık kol gezer, sıtmadan kıvrılırlar, Güler de bir zaman sıtmaya tutulup kırk derece ateşte yanmış, arkadaşlarıyla vedalaşıp ilk uçakla İstanbul’a gönderilmiştir, insanın zor yaşayacağı şartlarda pamuk toplamak tam bir işkencedir. Yağmur yağdıysa daha bir çöker pamuk, az sulandıysa ayrı, çok sulandıysa ayrıdır, toplama tekniği değişmese de uğraş değişir. Yaprakları almamak gerekir, kuruluğa göre daha fazla asılmak gerekir, belli bir ağırlığa ulaşan pamuğun kıymeti vardır ve işçiler hiçbir zaman tek tek alınmaz, gruplar halinde gelenler iş bulabilirler. Mardinliler, Siirtliler, Adanalılar. Salim Şengil’in öyküsü müydü o, bir ailenin pamuk tarlalarına gide gele helak oldukları, iş bulmak için aç susuz dolandıkları öykü. Bekir Yıldız’ın var, Osman Şahin’in, 13. yüzyıldan beri kimlerin kimlerin. Churchill nam kişinin çıkardığı gazetenin hikâyesini az çok biliriz, Ceride-i Havadis, gazetede nelerin yer aldığını bilmeyiz. Pamuk, uzunca bir süre. ABD’de çıkacak İç Savaş elbet pamuk ithalatını düşürecektir İngiltere için, sanayinin işlemesi için pamuk lazımdır, o zaman Anadolu’yu pamuk tarlasına çevirmek gerekir. Churchill pamuğun ne kadar süper bir şey olduğunu ballaya ballaya anlatır, pamuktan başka bir şey ektirmez ona kalsa. O zamanlar ilk sırada Amerika ve Mısır mahsulü vardır, ikinci sırada Anadolu pamuğu gelir, Baltalimanı Antlaşması’yla iyice darmaduman olan ekonomiyi pamuk da aşındıracaktır. Namık Kemal yazmış bunu, Ziya Paşa’yla Londra’da çıkardıkları Hürriyet‘in 10 Ağustos 1868 tarihli sayısındaki yazı: “Eskiden, zıraatte olduğu gibi san’atte dahi vaktile kendi yağımızla kavrulurduk. Hemen her ihtiyacımızı  ifa edecek tezgâhlarımız vardı. Yirmi otuz senede onların hemen cümlesi mahvoldu. Bunun sebebi de hiç şüphe yok ki mahut muahedat ile Avrupalılara verilen hurriyeti ticarettir…” (s. 37) Pamuk üreteceklere madalya verilmesine dair nizamname çıkıyor, ABD bol bol pamuk tohumu “ihsan ediyor”, memleketler yavaş yavaş mahvoluyor. İngiltere’de başladı bu, evindeki tezgâhından olan köylülerin sanayide çalışmaktan başka çare bulamamalarının örneğini Hindistan’da görüyoruz, Osmanlı da payını alıyor bu itelemeden.

Çocukları istemez ırgatbaşı, “pamuk bırakırlar”. Acemiler saldırırlar çok toplamak için, olduğu gibi köküyle çekip koyarlar yığına, ırgatbaşı kişeler. Üstler başlar eskir, oklavalar eskir, ömürler eskir, Çukurova’da yaşam olduğu gibi eskir. Krediler malum, kodamanlara gider, kodamanlar bu parayı küçük üreticilere %300 faizle borç verir! İşçilere hazmı kolay yiyecekler verilmesi önerilir, yatacak yer yapılması önerilir, hani devlet ilk katı çıksa geri kalanı hem işçiler hem sendikalar el ele verip hallederler ama o da yoktur. “Meksika Pamuk İşçilerinin Türküsü”, Adalet Cimcoz çevirmiş, B. Traven’ın şiiri. Deli Memet çıkışır: “‘Biz Türk değil miyiz? Harp olacak beraber gitmeyeceğiz? Baglar vardı harapoldu dolu vurunca. Yardıma yazıldık, alamadık. Selsefil olduk. Başmuhtar geldi, nutuk söyledi. Çalışın, dedi. Dedim sayn başbakanim iş nerde? Polisler tutup çektiler. Nerede çalişalim? Hani iş nerde? Çalış demek kolay.’” (s. 118)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!