Fethi Naci – Eleştiri Günlüğü

15 Kasım 1980’de Fethi Naci sorar: “Türkiye’de Roman Var Mı?” Retorik bir sorudur bu, Türkiye’de roman yoktur, umut verici denemeler vardır, o kadar. Yazarlara çatar Naci, Avrupa düzeyinde romanlar yazdığını söyleyemeyen yazarların Türk romanının Avrupa romanı düzeyine çıktığına dair iddialarını alayla karşılar. İlk Türk romanıyla Avrupa romanları arasındaki farkın sebebi Türk insanının bireyselleşme sorunudur, Osmanlı’nın ekonomik yapısı bireyin ortaya çıkmasını engellediği için kolektif edebiyat geleneği sürmüştür, halk hikâyelerinden öte anlatılar ortaya çıkmamıştır uzunca bir süre, 1980’de hâlâ yoktur. Fakir Baykurt’un romanları okumaya değmez, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’yla Halide Edip Adıvar büyük romancılar olarak anılmaktadır, siyasal ve toplumsal etkenler bu romancıları değerli kılmıştır, romanlarının “büyüklüğü” değil. Naci bu noktada romanın büyüklüğünü öznel bir tartıya koyarak ölçer, yeniden okuma isteği doğuran roman büyüktür. “Sorarım: Hangi Türk romanını okuduktan sonra bir kez daha okumak isteğini duydunuz?” (s. 7) Tanpınar dışında yeniden okunmaya değer bir romancı yoktur, ulusal sınırlar içinde adları saygıyla anılan romancılar Avrupa standartlarında değildir, bu noktada da Avrupa romancılığını kıstas alır Naci, içteki büyümeyi değerli bulmaz. 15 Mayıs 1981’de yayımlanan “Türk Romanında Ölçüt Sorunu” ilk eleştirinin devamıdır, Naci aldığı tepkilere değinir, fikirlerinin değil de kişiliğinin eleştirilmesini ironik üslubuyla alaya alır. Sina Akşin, Tahsin Yücel, Ferit Edgü ve Selim İleri meseleyi açımlayan yazılarıyla meseleye olması gereken şekilde yaklaşarak tartışmaya katılırlar. Naci bu kez Tanpınar’ın 1936’da sorduğu bir soruyu gündeme getirir, aslında kendi sorusunun kaynağını da göstermiş olur. Tanpınar’a göre de bir Türk romanı yoktur, varsa da yoktur, olanlar romanın niteliklerinin tamamını taşımaz, kusurludur. Ölçütü nedir bu kusurun? Batı’da kanonlaşmış bir gelenek vardır, yeni romancılar kanondaki yazarlarla kıyaslanarak yerlerini bulurlar, bizde Tanpınar, Reşat Nuri Güntekin, Yaşar Kemal bir ölçüt değildir, yerleşmiş bir roman anlayışının yapı taşları değillerdir çünkü. Naci’ye göre Türk ve Batı romanı için iki ayrı ölçüt kullanılması doğru değildir, ikisi için de ölçüt bir ve aynıdır. Roman geleneği başka kültürlerin ürünüyse Türk romanı ustalarını Batı’da aramalıdır. “Toplumsal Değişme ve Türk Romanı”nda mevzuya farklı bir noktadan yaklaşarak Türk romanında işçi sınıfının ele alınışını değerlendirir Naci, Osmanlı’daki ilk grevi, greve yer veren ilk Türk romanını belirtir. Grevle roman arasında 55 yıllık bir zaman aralığı vardır, diğer yazılarda önemli toplumsal olayların üzerinden belli bir süre geçmeden edebiyata konu edilemeyeceği defalarca vurgulandığı için makul bir aralık gibi gözüküyor. Bunun yanında tarım toplumu olmamız, sanayileşmemizin gecikmesi gibi etkenler işçi sınıfının ortaya çıkmasını geciktirdiği için edebi pratikler sınıfsal anlatıları yeterince iyi bir şekilde yansıtamamıştır, örnek olarak Pınar Kür, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal gibi yazarlar sıralanır. Bu yazarlar küçük burjuvaları çok iyi anlatmalarına rağmen işçileri idealize ederek gerçeklikten koparırlar, kurmaca-gerçeklik ilişkisi niteliksizleşir. Toplumsal değişimin gerisinde kalındığını gösterir bu, Naci’nin Bodrum’da yazdığı yazılarda Ağaoğlu’nun bir metnini inceleyen Naci, karakterleri teker teker ele alarak defoları bu bağlamda ortaya koyar. Aynı uğraşı Ahmet Altan’ın Sudaki İz‘inin eleştirisinde de sürdürür, Altan’ın karakterlerini başarısız bulur. Bodrum’da kaleme aldığı yazılar ilginçtir, bir yazıda eleştiriye başlar başlamaz dışarıdan gelen davul zurna seslerinden ötürü yazıyı tamamlayamayacağını söyler, içinde bulunduğu atmosferin betimlemelerine girişir. Yer yer matraklaşır ama ciddiyeti bırakmaz elden, günlükle eleştiri arası bir forma girer yazılar. Karşımıza başka öznellikler de çıkar, Naci bazi öyküleri “bir dostu özler gibi özler” ve bu öykülerden bazılarını anar. Joyce, Çehov, Sait Faik, Steinbeck, Tanpınar, Kemal Tahir ve niceleri Naci’nin edebi anlayışının oluşumunda önemli roller üstlenmiş, anlıyoruz. Bugün Selim ve Berkan’la otururken en iyi beş kitabı ve öyküyü düşündük biz de, Selim Kerouac’i, Berkan Pynchon’ı andı, benim aklıma Keret’in “Tamamen Yalnız Değil”i geldi hemen, başka da bir şey söyleyemedim. Ağlamıştım öykünün sonunda. Askerdeyken okumuştum, cumartesiydi, komutanın odasına kendimi kilitleyip kapıyı tıklatanları sessizlikle defediyordum. Böyle miydi? Biri bitti, malum öykü başladı, bitmesiyle beni de bitirdi. Neden, çünkü öyküdeki adamın yaşadığının çok benzerini yaşıyordum o sırada, askerlik cehenneme dönmüştü, acıdan deliriyormuşum gibi hissediyordum. Neyse, kısacası bazı öyküler tek bir kez okunmaya müsaade edecek kadar yüklüdür, ağırdır. Yaşam gibi. Kim buna ikinci kez katlanır ki?

Bugünlerde Zülfü Livaneli’nin sonunu değiştirdiği romanı tartışılıyor, geçmişte Kemal Tahir de girişmiş benzer bir işe. Naci, Tahir’in metinlerinden birindeki karakter değişimine odaklanıyor, iki farklı baskıdaki karakter inşasını karşılaştırarak yapılan “güncellemeyi” ele alıyor. Tahir, yarattığı karakterin erdemini yok ederek karalayıcı bir kurguya girişiyor, Naci’ye göre böyle bir değişiklik edebiyatımızda görülmüş şey değil. Bu  değişikliğin sebebi yine Naci’ye göre Nâzım Hikmet’e duyulan öfke. Memet Fuat’ın anlattığına göre Nâzım Hikmet’le ayrılmalarından bir süre sonra Piraye’ye bir ziyaretçi geliyor, hapisten yeni çıkan Kemal Tahir. Baş başa bir müddet konuşuyorlar, sonra Kemal Tahir yüzü kızarmış bir şekilde ayrılıyor mekandan, Piraye’ye, “Sen yine de iyi düşün!” diye ünlüyor. Mesele hapiste verilen bir sözün tutulmaması, Nâzım Hikmet çıkacak kitapları için yayıneviyle anlaşırken Kemal Tahir için de anlaşma yapacağını söylüyor Tahir’in iddiasına göre, sonradan bu sözü unutmuş gibi gözüküyor. Tahir’in niyeti Piraye’yle bir olup Nâzım Hikmet’i karalamak, tahkir etmek. Piraye yanaşmıyor böyle bir şeye tabii, kin gütmüyor. Tahir’se için için yanıyor, başka bir yerde ve zamanda da hapisteki dokuma tezgâhlarından kazanılan paraların nereye gittiğini imalı bir şekilde sorduğu oluyor, kısacası öfke derin. Bunun yanında Naci’nin bir parça haksızlık yaptığı noktalar da mevcut, bir yazıda Kemal Tahir’in Ahmet Ağaoğlu’ndan “çarptığı” bölümlerden bahsediyor. Ağaoğlu’nun anıları Tahir’in metninde kurguyu oluşturan yapının temeli görevinde. İntihal meselesi tartışmalı, Naci hükmü doğrudan veriyor ama çok su götürür bu hüküm, üzerine düşünmeli.

Kalem kavgalarına da değinerek bitireyim, Ahmet Oktay’la imgenin doğası üzerine bir tartışmaya giriyor Naci, kaynak kullanımındaki ve argüman sunumundaki problemlere değiniyor. Makul bir üslup kullanıyor genelde ama Mehmed Kemal’i eleştirirken inceliği bırakıyor elden. Mesele Garip şiiri, Mehmed Kemal muhteşem üçlünün devlet tarafından kollandığını, 40 Kuşağı şairlerinin dönemin acı yükünü omuzlandığını söylüyor. Hak, emek, hukuk,eşitlik gibi konularda kalem oynatmaları Kemal’e göre takdir edilmesi gereken bir cesaret örneği, zira kuşağının çoğu sanatçısı despotizme maruz kalmış. Naci sanatın sanatla ölçülmesi gerektiğini söylüyor ve son darbeyi indiriyor: “’40 kuşağı şairleri’ gölgede kalmışlarsa bunun suçunu Garip şairlerine yüklemek gülünç olmuyor mu? Eş dost hatırı dinlemeyip bir gerçeği söylemenin sanrım artık sırası gelmiştir: 40 kuşağı şairleri gölgede kalmışlardır, çünkü yeteneksiz şairlerdi. (…) Eş dost hatırı dinlemeyip bir gerçeği daha söylemenin artık sırası gelmiştir: Siyasal ve toplumsal bir savaşa katılmakla, bu savaş uğruna hapislere girmekle, sürgünlere gitmekle övünmek, hiçbir devrimciye yakışmayacak çirkin bir davranıştır.” (s. 61) Naci sanırım birçok kez hapse giriyor, Marksist dünya görüşü doğrudan tehlikeli biri olarak görülmesine yol açıyor, dava adamı. Bunun yanında takdire en çok değer davranışı, sırf aynı görüşe sahip diye kötü bir yazara iyi dememesi, denemeyeceğini söylemesi. Nitelik her şeyin üstünde.

Gençlik yılları, Erzurum, İstanbul ve Bodrum, yazarlar, şairler, metinler, dolu dolu bir içerik. Naci’nin eleştirileri üslup geliştirmek isteyen eleştirmenler için yol gösterici olabilir. Kırıp dökmeden, iyi bir eleştiri diliyle yazıyor Naci, meraklısı kaçırmasın bu kitabı.

 

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!