Bazı arka kapak yazıları biraz şey. Ön kapaklar da öyle. Büyük yayınevlerinin yanlış bilgi veren yazıları, korkunç kapak tercihleri var, metni okuyup okumadıklarını merak ediyor insan. Tasarımcılar yeterince bilgilendirilmiyorlar belki, yazıları yazanlar metni yanlış okuyorlar, bir sürü sebep sayılabilir. Nadirdir ama mümkündür, denk gelinir. İçerik mahf, o tanımları ve temsilleri hak edecek ne yaptığını düşünüyor, okurdan da soğuyor, kapanıyor iyice. Altınöz bu noktada metnin gönlünü alıyor, metnin dışındakileri yorumlayarak yeriyor, pek matrak. Korkunç içerikleri de yeriyor tabii, aslında tamamen “okumadan” da değil yaptığı iş, alıntılara başvuruyor bazen. Çok deli şeyler var içeride çünkü, Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları mesela, nereye bakacağımızı ve baktığımız yerde bulduğumuz şeyi nasıl koruyacağımızı anlatıyor. Ön kapaktaki kadın anlatıyor bunu, ben de Altınöz’den çarpa çırpa anlatayım, “Aşkı buldum ve koruyorum, para verirseniz siz de bulup koruyabilirsiniz yoksa bulup koruyamazsınız veya hiç bulamadığınızı korumaya kalkarsınız, deli misiniz?” diyor kadın, biz de piyasada aşk kaldıysa bulalım diye alıyoruz kitabı. Pardon, kapaktaki kadın aynaya bakıyormuş, göğüs dekoltesi göz alıcıymış, karede yer almayan adamla yemeğe çıkacak veya adamdan ayrılmış da dönmüş eve, her senaryoya uygun. Giden Sevgiliyi Geri Getirmenin 3-5-2’si de olabilir kitabın adı, olur. Kadın hüzünlüyse aşkı korumak gerekir, mutluysa bulmak gerekir, aşk her türlü satar çünkü. İnsanın dönüp dolaşıp ölümü ve aşkı anlatacağını kim söylemişti, bu kitabı okumalı. “Aşkın para ettiği devirdeyiz. İçinden aşk geçen kitaplar yazmak makbul. İyi bir kapak da bulabilirseniz satarsınız.” (s. 16) Bölümün en didaktik cümleleri, geri kalanı kaliteli makara. Hoşunuza gidecektir, bazı kitaplar biraz şey çünkü. Arka kapak on anlatıyor, içeriden bir çıkıyor mesela, arka kapak yazısı bir kitabın en iyi bölümü haline geliyor bu durumda. Sırf arka kapak yazılarından oluşan bir kurmaca düşünüyorum, arka kapak yazılarından sorumlu editör veya her kimse kendi kurmaca metnini yazdığı arka kapak yazılarını aynı kurguya sokabileceği şekilde yazıyor örneğin, bağlantılar fark edilebilecek kadar bariz. Bu da olur. Ersan Üldes bir karakterine çeviri serbestiyeti tanıyor mesela, karakter çevirdiği metni dilediğince yorumlamaya başlar başlamaz kendi metnini yazmaya başlamış demektir. Midir? Bu bir yana, Yalnızca Paranoidler Ayakta Kalabilir konusunda ne söylenebilir? Yazar Andrew S. Grove kodaman bir abiye benziyor, tepelerden bir yerlerden konuşuyor, ayakta kalabilmek için nasıl paranoidleştiğini ve dahi androidleştiğini, paranoyak androyak hallerini anlatıyor bu müstesna metninde. “Ve yetinmiyor… Bütün âlemlerin anasını bellemekle yetinmiyor, oturup bir de kitap yazarak belletenliğe soyunuyor arkadaş.” (s. 17) Kapaktaki fotoğrafta Andy’nin yüzünün yarısı görünüyor, diğer yarısı karanlıkta, gizemli, kim bilir hangi sırları saklıyor, parayı bastırıp kitabın içinde yüzün geri kalanını bulabilir ve bir paranoidin haletiruhiyesini anlayabilirsiniz. Yüzünün yarısı yoksa da anlayabilirsiniz, güçsüzlüğünü göstermemek için kendini gizlemeye çalışır, robotlaşır, poker suratını takınarak kariyer basamaklarını birer birer tırmanır. Altınöz’e göre göz de önemli. “Belki biraz abarttığımızı sanacaksınız, ama insan yüzlerine meraklı biri olarak iddia ediyoruz ki bu gözden insan çıkmaz. Mümkün değil. İnanın.” (s. 18) Gözü bilemem ama Intel’de yetkili bir abi olan Andy’nin elinde çip var, elinde çip olan adamdan hayır gelmeyeceğini cemi cümlemiz biliriz. Parayı bastırıp kitabı alınca Andy o çipi bol elektrikli bir yerimize monte edecek ve bizi robotlaştıracak gibi bakmaktadır, evet, gözün olayı bu. Göz anlamlı anlamlı bakmaktadır, okuru çağırmaktadır, başarı için bütün gözleri kendine benzetmek istemektedir. Zehirli ilişkilerden kurtulmak için zehrin kendisine dönüşmeye davettir. Ayakta kalabilmek için önce problemli bir ilişki kurarız ki metin işe yarasın. Patronla, sevgiliyle, ebeveynle bol arızalı yakınlıklarımız bizi diz çökmeye zorlar ama korkmaya lüzum yok, insanlıktan çıkarak diz çöktürebiliriz. Ayakta kalmamıza da gerek yok aslında, karşımızdakini bizden daha aşağıya çekersek iş tamam. Yalan söylemek, aldatmak bizi yukarıda tutar, milletin işini gücünü bozarsak da yukarıdayız, yukarısı pek güzel. Meseleye dönelim, metin bunu mu anlatıyor? Metnin bunlarla ilgisinin Altınöz’ün metniyle hiçbir ilgisi yok, Altınöz okumadan okuyor, kör okuma da yapmıyor, hiç okuma yapıyor.
5 Sevgi Dili sert sırtlı, birkaç santimlik bir kitap, rafta duruyor, yan yana 5, 5, 5, 5, toplamda kaç kitap varsa o kadar sevgi dili etmektedir, her insana beş dil düştüğüne göre iki sevgili bu kitabı alsa on dilli sevgililere dönüşeceklerdir, permütasyonu da işin içine katınca vay. Biri tutmazsa diğeri tutacaktır, dil öğrenilecektir, böylece çökmek üzere olan evlilikler kurtarılacaktır. Kitabın arka kapağında yazdığına göre koca cesaret verici sözler beklerken kadın yemek yaparsa aynı dili konuşmazlar. Kadının yemek yapma yeteneği belki de adamın diğer yeteneksizlikleri göz ardı etmesine yol açacaktır, kim bilir, belki de adama aslan kaplan çekmek yemek yapmayı gereksiz kılacaktır, şu günlerde evde yapılan yemekler dışarıdan söylenenlerden daha pahalıya geldiğine göre en iyisi yemek yemek yerine tarafların birbirlerini fiştekleyici, iteleyici sözlerle doyurmalarıdır. Okursak biliriz, okumazsak daha da biliriz, sonuçta evliliği yürütmek için birkaç dile ve kitaba muhtacız. Evlilikler böyle kitaplara ihtiyaç duyar, malum. Şaban bir filmde söylüyordu, o hesap: “İyi dans ederim, ısrar ederim, o kadar!”
Bir de büyük yayınevi, Can. Geceyarısı Şarkıları‘nın arka kapak yazısı bir okurun on ödevini hatırlatması açısından önemli. Özlemlerimizi su yüzüne çıkaracağız, içime atmayacağız. Kendi kendimize hesap soracağız, “Bunu okudun da anladın mı, hakkını verdin mi, vermediysen niye okudun, okuduysan niye vermedin, verdiysen niye almadın, ittiysen niye çekmedin?” diyeceğiz, demezsek niye çünkü. Birey olacağız, tutkularımızı, iç çatışmalarımızı, insanlık hallerimizi değerlendireceğiz, bunu istiyor arka kapak bizden. Yazılar öyle çünkü, Ahmet Altan öyle istiyor veya istemiyor, fark etmez, biz okur olarak, evet. İnsan ruhunun derinliklerine ineceğiz, dip köşe alıp çıkacağız, cürüfü kiri pası iyice bir atıp kendimizi bulacağız. “Eğer bu kitap sizi rahatsız ederse, kendi iç çatışmalarınızla, çelişkilerinizle, zayıflıklarınızla yüzleşmekten korkuyorsunuz demektir. Hiç itiraz etmeyin, sizin suçunuz.” (s. 30) Bize biçileni giyeceğiz, kaçarı yok. Bundan Ahmet Altan’ın haberi var mı, niyeti okurunun derinliklerine kafayı şöyle bir sokmak mı, sokmayı sağlamak mı, ayakları çimdirmek mi, ney? Güzel bir nokta da şu: “Bir yazarın, insanın kendisinden bile sakladığı duyguları, özlemleri su yüzüne çıkardığını iddia etmek ise olsa olsa yazanın veya yayınlayanın kafasındaki totalitarizmin boyutlarının, dünyanın merkezine kendilerini ne kadar yakın hissettiklerinin bir göstergesi olabilir.” (s. 31) Bir Gündüz Vassaf havası. Dün bir tartışma vardı Twitter’da, başvuru kitaplarına başvuran bilinçli kişilerin gayet şeker insanlar oldukları, başvuru kitaplarına başvurmayanların, onları odun gibi, baştan sona, höylemesine, doğrudan okumak isteyenlerin azıcık şuursuz olduğu söyleniyordu. Ey kari, bırak bunları, bırak ne hissetmen gerektiğini söyleyen kapak yazılarını, gönlünce oku. İster başından, ister sonundan, tersten, yekten, düden, kafana göre. Mesela ben Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi‘ni okudum üç yaz önce, şimdi soran olursa he hö demekten öteye gidemem ama okurken iyiydi her şey. Okurken bazen, çoğu zaman her şeyin iyi olması paşa gönlümüze kâfidir.
Okumadığımız kitaplar hakkında böyle de konuşuruz, ben Altınöz’den apardım, onun yazıları çok daha güzel. Tavsiye ederim, okunsun.
Cevap yaz