Ölürsek etrafta başka yiyecekler olmasına rağmen evcil hayvanımızın bizi yemesi muhtemel. Kedi köpek yiyor, kuşların bir kısmı da yiyor, yumuşak dokularımız iştah kabartıcı. Köpeğim diyelim, kocaman bir canlı var, bana yemek veriyor, sevgi gösteriyor ve tadı çok güzel. İlk iki eyleminden ötürü onu yemiyorum çünkü canlı, beni dövebilir. Dövemeyeceği konuma geldiğini bir iki dürterek anlıyorum, biraz bekliyorum, yine hareket yoksa dudaklarını yemeye başlıyorum çünkü neden olmasın. Yaladığım zaman tadı güzeldi, ben de kurtların soyundan geliyorum, yiyeyim. 2015’teki bir araştırmaya göre vakaların dörtte birinde ölümün üzerinden bir gün bile geçmeden kısmen yeniyormuş insanlar. “Köpeğinize yakınsanız ve ona iyi davrandıysanız onun yanında öldüğünüzde muhtemelen sizi yemeyeceğini düşünebilirsiniz. Ancak köpeklerin davranış kalıpları bu kadar net ve keskin çizgilere sahip değil. Gördüğüm raporların hiçbirinde bir hayvan istismarı geçmişi mevcut değildi ve hatta ölenlerin arkadaşlarına ve komşularına sorulduğunda birçoğunun köpekleriyle çok iyi ilişkileri olduğu kaydedilmişti.” (s. 46) Ölüyüz, bence köpeğim beni yiyebilir, bağışladığım organlara zarar vermesin yeter. Yalasın mı, canlıyken tabii yalasın ama ağzımı yüzümü değil, köpeğin tükmüğünün tertemiz olduğuna dair şehir efsanesinin ipliğini pazara çıkarmış Engelhaupt. Yıkıyoruz, kirden uzak tutmaya çalışıyoruz ama köpeğimiz veya kedimiz ilginç yerlere gidip ilginç şeyleri yalayabilir, bulaştıracağı bakterilerle ne yapacağını bilmeyen bir bağışıklık sistemimiz varsa yandık. Diyorlar ki köpeğiniz sizi şlaps şlaps yalıyorsa işlem bittikten sonra tükmüğü hemen temizleyin, derinizin altına ulaşan yaradır, çiziktir, bunları asla yalatmayın. Aksi durumda her türlü arıza ortaya çıkabilir, Engelhaupt’un anlattığı olaylar korkutucu ve milyonda birlik örnekler değil.
Böcekler. 2018’de Böcek Yeme Konferansı düzenlenmiş bir yerde, Engelhaupt yiyebildiğini yemiş. Şefin spesyallerinden biri üstüne Japon eşekarısı tünemiş çikolatalı mus. Şimdi o eşekarısını olduğu gibi koyarsak insanların yemek istememesi doğal, böceklerin ve sineklerin yaşamımız için pek de olumlu sonuçlara yol açmayacağını içeren bir evrim sürecinden geçtik, öyle olduğu gibi yemeğe konan canlıları yemek istemememiz normal. Mesela tavuk yiyeceğiz ama kafası falan duruyor, öyle pişirilmiş, ben yemem. Fileto geliyor, yerim. Kocaman arı var yemeğin üstünde, yemem. Toz halinde geliyor, yerim. Hayvanın canlı halini çağrıştıran bir biçimde gelen kısmı yemem, çağrıştırmayan kısmı yerim. Meksika çekirgeli patlamış mısır sunulmuş mesela, çekirgeye dair bir şey görmeyeceğim için yerim. “İskeleti vücudunun dış kısmında olan” bir canlıyı yeme fikri iğrenç geliyor ama o çıtırtıyı sağlıklı da belledik bir yandan, geçişi sağlayabilirsek rahatlıkla yiyebiliriz böcekleri. Çıtırtı iyidir, çok kalori alacağımızı gösterir, bu yüzden ekstra çıtır ultra kıtır patates, tavuk falan hoşumuza gidiyor, yine evrimle alakalı. E ye böceği de. Hayır, yani pilavın içinden pişmiş larva çıkmış mesela, bunun için zamana ihtiyaç var ama sunumu iyi yap, kültürel kodu dank diye zedeleme, er geç oraya varırız. Şuraya değil ama: “Yetiştiriciler ve satıcılar böcekleri lezzetli hale getirmenin ve organik olarak yetiştirmenin yeni yollarını arıyor. Hatta bir kadın Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki yetimhanelerin kendi kırmızı palmiye böceği larvalarını yetiştirmelerine yardım etme çabalarından bahsetti; ülkedeki çocukların neredeyse yarısı o kadar yetersiz besleniyor ki büyüme süreçleri sekteye uğruyor. Ayrıca bu böcek türleri orada çok popüler.” (s. 71) Çoğumuzun böcek yediği bir dünyada da can sıkıcı olurdu bu, sömürüden başka bir şey çağrıştırmıyor.
Kafa nakli, beyin nakli. Yol açabileceği etik sorunların bir kısmını Gibi‘de gördük, Hüseyin’in bisikletine Hüseyin’den başkası binemez ama beden Hüseyin’in, başkasına ait bir kafa işin içine girince Hüseyin tamamen siliniyor. Bağışıklığın yeni organı reddetme ihtimali var, önleyici ilaçları ömür boyunca almak lazım, geri kalanı tamamen spekülasyon çünkü hiç gerçekleşmemiş. 2010’lu yıllarda çok yaklaşılmış, kas erimesinden mustarip Valery Spiridonov kafasının nakledilmesi konusunda cerrah Sergio Canavero’yla başladığı proje tam sonuçlanacakken son anda caymış ama Canavero çalışmalarına Çin’de devam etmiş, ölü bedenler arasında kusursuz bir aktarım sağlamışsa da canlı insanlar üzerinde yapılan bir şey yok. Henüz, Michio Kaku etik nedenlerle -Kilise başta olmak üzere pek çok muhalif var- gerçekleşmeyen tasarıların merdiven altlarında hayata geçirileceğini söylüyor, Canavero’nun Çin’de çalışması manidar. Zaman meselesi sadece, her şey olur. Bundan yetmiş yıl önce hayvanların kafaları nakledilmiş, hayvanlar uzun süre yaşamamışlar ama yaşamışlar. Ağır yaralı bir askere takılan penisi düşünelim, yumurtalıkları boş bırakmışlar çünkü doğacak çocuk yüzünden çıkacak çıngar korkutmuş insanları.
Engelhaupt tabulara çomak sokuyor bir bölümde, mesela yamyamlık. Normal, hayvanlar yavrularını yiyorlar, birbirlerini yiyorlar, biz de birbirimizi yiyoruz ama iyi bir seçenek değil, insanın besin değeri bir geyiğinkine göre çok düşük, bu yüzden geyik avlamayı tercih ediyoruz. Kıtlık varsa biri öldüğü zaman yiyoruz onu, daha vahim durumlarda ölmeden yiyoruz. İspanya’da ortaya çıkarılan 100.000 yıllık kalıntılarda menünün insan eti de barındırdığı görülüyor, burada sosyal saikler devreye girmiş olabilir, mesela insan kemiklerinin ortada bırakılmasının sebebi başka grupları tehdit etmek için olabilir, bilim insanları kesin bir sonuca varamamışlar. Nekrofiliye bakalım, mantıksız. Hastalık riski taşıyor, üreme açısından faydasız, enerji israfı. Ey? Pek çok hayvanın nekrofil olduğu anlaşılmış, kargalar meşhur. Kuşların üreme mevsiminde kargalarla bir deney yapılıyor, doldurulmuş kargalara yanaşanlar gagalıyor, çekiştiriyor, parçalıyor, çok az bir kısmı da çiftleşmeye çalışıyor. Belki ayırt edemiyorlar, belki bir veda ritüeli, ölüye duyulan nefret, karışık. Smokinli penguenlerin de böyle huyları var, hoş değil. “Ancak bu tavrımız doğanın düzeninden ziyade kendi ahlaksızlığımızdan duyduğumuz rahatsızlığı gösteriyor. Değerlerimizin taşa yazılmış gibi evrene sirayet ettiğine inanmak istiyoruz. Ancak evren o kadar nazik değil. Kendi kurallarımızı belirlemek ve onlara uymak bize kalmış bir şey.” (s. 150) Carl von Cosel vakası: 1926’da Almanya’dan ABD’ye göçen von Cossel hasta bir kadına âşık oluyor, kadın öldükten sonra kendi parasıyla çok güzel bir mezar yaptırıyor, mezarın içine bir telefon hattı döşetiyor ve bunların hiçbiri yetmeyince çıkarıyor kadını mezardan. Yedi yıl boyunca sakladığı cesedi balmumu ve alçıya batırılmış ipekle yamıyor, mevzu ortaya çıkınca fırtına kopuyor ama toplum bu âşık adama sempati duyuyor, aşkından neler yapmaz insan, aşk için ölmeli ve aşk için yaşatmalı. Nekrofilinin suç olarak kabul edilmediği eyaletler varmış, spesifik kanunlar yokmuş konuyla ilgili, kafayı kuma gömmenin sonucu. Bu yüzden 2006’daki bir nekrofili vakası “cinsel saldırı” üzerinden değerlendirilmiş, bir cesedin şahıs olarak görülüp görülmeyeceği muamma.
Dışkı ve idrarla ilgili bölümler kaldı, iki şey söyleyip bitireyim. Antibiyotiklere abanınca bağırsağımızdaki bakterileri mahvediyoruz, bir tedavi biçimi olarak “boksül” kullanılıyor. Sağlıklı birinin dışkısı işleniyor, kapsüllerin içine konuyor, yutuyoruz ve dışkıdaki bakteriler bizim oluyor artık, sağlıklı bir bağırsakla yaşamaya devam edebiliriz. Yaraya maraya da kimse işemesin, son derece sağlıksızmış, bir şehir efsanesi daha dibi boyladı. Vücuttan çıkan maddelerin pek bir yararı yok insanlara, bir tek kulak sıvısı lazım. Pamukla harş harş temizlemek çok zararlı, o sıvı katılaşarak kendi kendine düşüyormuş. Köşe bucak temizlemeyelim de topağı mopağı alalım en azından.
Cevap yaz