Olumsuzluklar diyarı vardır, bu diyarın sakinleri Araplara ve hükümete küfrederler. Buluşmalara geç gelirler veya gelmezler, yola çıkmaktan alıkonurlar, sebep muhteliftir, var olmalarının ve geç kalmalarının sebebi. Var olmuşlardır çünkü yeni memleketlerinde güven içinde yaşarlar, gaz odalarından yırtmışlardır, çocuklarının şımarıklığından bıksalar da kendi ülkelerinde doğan ilk nesil olmalarından ötürü şefkatle yaklaşırlar, vurmazlar da küfrederler en fazla. Geç kalırlar çünkü yolda başlarına bir şey gelir, bu şey rastlanan bir arkadaştır genellikle, birlikte nöbet tutulan çenesi düşük bir adamdır, dolandırıcılık yaptığını alenen söyleyen bir klima tamircisidir, inşa ettiği evin dandikliğini kabul etmeyen müteahhittir, ne bileyim, makaraya alınacak bir adamdır. Diyarlılar girmemeleri gereken bir odaya girmezler de kapıyı açıp şöyle bir bakarlar, o kadar meraklıdırlar. Bir şeyin sahici olup olmadığını anlamak için mutlaka dokunmaları gerekir, satranç oynayan adamlara salça olurlar, burun sokacak bir şey bulamayınca kendi burunlarına parmaklarını sokarlar. Bir dünya anahtar taşırlar, evlerine girmek için sekiz anahtarı denerler, kullanım kılavuzlarında yazanların tam tersini yaparlar, merak işte. Vida yerine yapışkan bant kullanırlar, üç vidadan birini çıkarıp ne olacağını görürler ve fazla vidayı başka bir şeyde kullanmak için cebe atarlar. Bağırarak konuşurlar, gürültüden rahatsız olurlar. Bir öyküde kıyameti koparan çöpçülerden bahseder Kishon, ben de çok şikayetçi olduğum için yakınlık kurdum hemen. Uykumun en güzel yeri aşağı yukarı sabahın beşine denk gelmektedir ki Kishon da en uyunan uykunun beşle altı arasında olduğunu söyler, o sıralarda rüya görürüz. İşin bilimsel yanını unuttum, ben rüya görmeden dinlenemiyorum ve rüya için beş saat uyumak lazımsa bana yeten altı saatin nedenini anlarım. İşte bu beşinci saatte çöp arabası gargargar gelir, dank dunk sesler çıkaran konteynerler itilip kakılır, küttedek çarpılırlar duvara, neyse ki çöpçülerin bağır çağır konuşmaları pencereme varmaz, sanırım yapraklara borçluyum bunu. Öyküdeyse haykır haykır konuşur çöpçüler, anlatıcı ve komşular şikayet etmekten fazlasını yaparlar ve kırmızı bir kazak alırlar çöpçülerden birine. Ertesi gün kazağın güzelliğini el âlemi uyandırarak konuşurlar, hiçbir şey değişmez. Zaman buharlaşmıştır orada, özellikle yaz ayları o kadar sıcaktır ki insanlar hareket etmeleri gerektiğinde vatanlarına küfrederler, o kadar sıcak olması şart mıdır oraların, eziyet sona ermemiş midir? Musa’ya yakınmamışlar mıdır mesela, petrolün oralarda da çıkabileceğini söyleyip Mısır’da kalmak istediklerini, orada da gizli saklı yaşayabileceklerini dile getirmemişler midir? Diyarlılar rehbere bakmazlar da bilinmeyen numaraları ararlar da düşüremedikleri zaman yanlış numarayı çevirdiklerini düşünürler, belki telefon etmeyi bile unuturlar sonra. Çok şeyi unuturlar, buluşacakları arkadaşın kim olduğunu hatırlamaları için önce kendilerini hatırlamaları lazım gelmektedir de her an tehdit altında yaşamak bunu zorlaştırmaktadır muhtemelen. Kishon’un aşırı aşırı semitist olduğu malum, diyarlılarla dalgasını geçer ama şefkatini de gösterir, Araplaraysa affı yoktur, ağzına geleni söyler. ABD taş koymadıkça Arapları mahvedeceklerini defalarca belirtir, kaçı gelirse gelsin bir İsrail hepsine bedeldir. Ekonominin mahvı, insanların gevşekliği önemli değildir, saldırı sırasında bütün İsrailliler vatanlarını korumak için adeta uyanırlar. “Yarı uykulu olarak kullandığı tankı istemeyerek ters yöne götürecek olursa, oradaki düşman kurmaylarını yanlışlıkla tutuklar ve uykulu bir şekilde kullandığı tankı çıkış noktasına geri getirdiğinde kahraman ilan edilir.” (s. 290) Mühendisli öyküde kardeşimiz bir iş kazası geçirir, ayak bileği alçıya alındıktan sonra gittiği her yerde savaş kahramanı gibi karşılanır, parası kabul edilmez. Vatanı onlar korumaktadır, dolayısıyla tüm hizmetler ücretsizdir, ücretler vatan savunması tarafından ödenmiştir. Diyarlılar gururludurlar, özgürlüğe düşkündürler, çok seyahat edip vejetaryen lokantalarda biftek yerler. Dilleri sürprizlerle doludur, bir işin hallolacağını söyleyen adam aslında kısa sürede hallolmayacağını söyler, zıddını da barındıran bir anlam. Öyküsü var, anlatıcı bir masa ısmarlar ve marangoz masayı yapmaz. “Dünyanın en iyi eşi” iddiaya girer, söylediği sürede masa yapılmayacaktır, gerçekten de yapılmaz. Marangozun bahaneleri muhteşemdir, müşterilerin bir araya gelip dernek kurmaları ve eşyalarının ne zaman teslim edileceğine dair bahis oynamaları da muhteşemdir, öyle ki şaşırtıcı bir biçimde bekledikleri günün gelip eşyaları evlerinde bulmaları üzer, bir araya gelmeleri için sebep kalmamıştır artık. Bar Mitzva ve futbolla ilgilenirler, oğullarının erginlik ayini için Kishon gibi önemli yazarlara metinler yazdırmaya çalışırlar, futbol konusundaysa ne yaptıklarını bilmiyorum ama futbola ciddi ciddi mesai ayıran avanaklardan daha da avanak olduklarını söyleyebilirim. Sevimli insanlardır, kendilerine özgü bir Akdeniz stili geliştirmişlerdir, mizahta üzerlerine yoktur, ülkelerini ne kadar sevdikleri hiçbir şekilde anlatılamaz. “Ne taraftan bakılırsa bakılsın o, dünya yüzünde sahip olduğu, bir Yahudi’nin Yahudi olmadığı tek ülkedir.” (s. 291)
Kishon küçücük bir ülkenin insanlarını anlatırken absürde başvurur sıklıkla, defalarca söylenmiştir de gerçekten Aziz Nesin’in İsrail şubesidir. Kitaba adını veren mevzu ülkenin küçüklüğünden kaynaklanmaktadır, latifeşinas şahıs sabahtan ülkeyi gezmeyi teklif eder arkadaşına, sonrası muammadır. Bu mizah anlayışına Kosztolányi’de de rastlarız, Kishon’un esin kaynağıdır muhtemelen. İkisi de Macar, üsluplar benzer, konular yakın, haliyle Kishon’un öyküleri iyi. İsrail’in geçirdiği büyük değişimleri içeriden anlatıyor, o da iyi. 1990’larda Rusya’dan gelen bir milyon Yahudi’nin entegrasyonu sırasında yaşananları gösteriyor, o zamanlar komünist çalışma ahlakına sahip Yahudilerin ülkeyi uçuracağını düşünmüşler ki uçtu İsrail gerçekten, askerlikle ilgili bir öyküde deden kalma silahların kullanıldığından bahsedilse de günümüzdeki durumu biliyoruz. Zamanında bir kuruşa bile muhtaçlarken yapılan haksızlıkları da iğneliyor Kishon, örneğin her haltı yiyen bir genç adamın babası ülkeye binlerce dolar bağışladı diye görmezden gelinmiş, o zamanlar kamu vicdanı var olmaktan sonraymış. Anlaşılabilir, Kishon ülkeye ayak bastığında adını keyfince değiştiren memura karşı çıkmıyor pek, “Ferenc” olan adını korumaya çalışsa da Tevrat’tan verilen isimlerine alışıyor bir süre sonra. Dil meselesi yine matrak, yüz iki milletin bir arada yaşamaya çalıştığı bir ülkede dil ve kültür zenginliği müthiş. Güldürdü Kishon, mesela sokakta bisiklete binerken meme ucuna ketçap döküp gökyüzüne ünleyen bir adam görmek aslında başka bir ülkenin gelenekleriyle yaşayan bir adamın sıradan eylemlerini görmek demek, şaşırmamalı. İşin diğer yanında bilgisizlik ve bu bilgisizliği göstermemek, kuyruğu titretmemek var. İbranice, Yidiş, Almanca, diller iç içe geçtikçe sözcükler paylaşılıyor da herkes her sözcüğü bilmediği, İbranice bilmediği için ayıplanmaktan korkan insanlar yalan söylemeye çok meyilli oldukları için acayip durumlar ve sözcükler çıkıyor ortaya, tam bir “kral çıplak” durumu. Okuyan görsün, bürokratik saçmalıklar da tam bizim kalemimiz aslında. Anlatıcı yakın bir arkadaşının küçük yeğeni için ABD’deki dayısından oyuncak bir at ister. At gelir, gümrük vergisine tabi tutulur çünkü binek hayvanıdır, kanunlarda atların canlı veya cansız olmasına dair hiçbir ayırıcı madde yer almamaktadır, canlı hayvan vergisi alınacaktır o attan. İş dallanıp budaklanır tabii, atın yediklerinden de bir fatura çıkarılır, kira parası alınır, kısacası İsrailliler sömürülürler de bu sömürülere pek ses çıkarmazlar anlaşıldığı kadarıyla, paralar vatan savunmasına gitmektedir.
Kishon zamanında pek iyi bilinen bir yazarmış, yine biliniyordur da yeni nesle tanıtılması lazım. Tavsiye ederim ben, mutlaka okunmalı.
Cevap yaz