Fil‘de yine İtalyanların ele avuca sığmazlığı, tuhaflıkları vardı da Sicilya Konuşmaları başka bir merhale. Şehriban Kaya’nın Goodreads’te işaret ettiği önsöze baktım, Calvino’nun birkaç paragrafta özetlediği edebi sürecin yansımalarını Vittorini’nin bu metninde buldum, aşırı yoruma kaçarak inceleyeyim. Örümceklerin Yuvalandığı Patika‘nın önsözünde Calvino der ki İkinci Dünya Savaşı bittikten sonraki edebiyat patlaması bir sanat olgusu değil de fizyolojik, varoluşsal, kolektif bir olgu. Gençler hezimete uğramış gibi değil de galip gelmişler gibi hissederek yeni, sıfır bir hayata başlayabileceklermiş gibi hissetmişler. “Aşırı özgüvene dayalı neşe”, metinlerin kaynağı. Ne anlatılacak, savaştan veya yoksulluktan sağ kurtulmayı başarmış insanın dünya görgüsü. Bol küfürlü, yerel sözcüklü, lirik anlatılar nesnellikle öznelliğin çatışmasında kafa göz yaran metinler çıkmış ortaya, “yeni gerçekçilik” henüz olgunlaşmamış bir kuşağın seslerinin toplamı neyse o. Bambaşka İtalya’ların çeşitliliği yansımış yazılanlara, Calvino ve çağdaşları Pavese-Verga-Vittorini üçgenine yaslanmışlar, Sicilya Konuşmaları‘na özellikle. “Kendimizi, yaşamın yeni yeni öğrendiğimiz buruk tadını, bildiğimizi ya da olduğumuzu sandığımız ve belki de o anda gerçekten bildiğimiz ve olduğumuz pek çok şeyi.” (s. 9) Silvestro’nun yolculuğu bu cümlenin romanlaşmış halidir adeta, bir yandan 20. yüzyılın ilk kırk yılındaki İtalya’nın tarihidir demek mümkün. Kıyaslayayım, başlangıçta öfke nöbetlerine tutulan, arkadaşlarıyla zaman öldüren, eşi ve karısı arasında bölünmüş bir adamdır Silvestro, babasından gelen mektup onun için son damladır artık. Babası evi terk ettiğini, yeni eşiyle birlikte mutlu mesut bir hayat yaşayacağını ve üç oğlunu da unutmayacağını söyler, o sıra babasını Macbeth’i oynarken gören Silvestro’da ev özlemi peydah olur. Sicilya’nın dağ köylerinde coşkuyla tiyatro yapan, şair bir adam, uçarı, yaşamın getirecekleri karşısında heyecanla bekliyor. Silvestro annesini merak edince üç kuruş parasını bilete yatırıp atlıyor gemiye, uzunca bir yolculuğa çıkıyor. Yeni bir hayata duyduğu özlem, on beş yıl önce ayrıldığı topraklara, köklerine dönerek bulmaya çalışacak yeniyi. Öfkesini ve umudunu savaş ve sulhla denkleyip Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ülkesindeki yeniliği görmek isteyişini işaret ederek devam ediyorum, daha gemide başlayan İtalyanların has içtenlikleri anlatı boyunca karşımıza çıkacak karakterlerde de mevcut, Alexis Zorba’nın ermişliğini az veya çok taşıyorlar sanki. Anlamak için İtalyan kültürüne, özellikle Sicilya’ya dair bir iki şey bilmek gerekiyor zannediyorum, ben bir iki filmden ve romandan çokça istifade etmişim. Sapienza’dan Sevme Sanatı, Deledda’dan Cosima, Bertolucci’den Novecento, ondan bu, şundan o derken o cenahın insanını azıcık çözmesem diyaloglar, birtakım davranışlar saçmalık gibi gelebilirdi, mesela gemide denk geldiği Sicilyalılara memleketteki peynirin başka hiçbir peynire benzemediğini defalarca söylemesi, Sicilyalıların Silvestro’yu zerre umursamamaları, sonra birazcık umursamaları matraktır. Hemen çıkmıştır göçmenlikten Silvestro, insanını bulduğu yerde insanına benzemiştir. Soruların ardı arkası kesilmez sonra, İtalya’ya yanaştıkları sıra Amerika’daki yemekleri sorar Sicilyalılardan biri, sabah kahvaltı eder mi Amerikalılar? Ederler. Öğle yemeği yerler mi? Yerler. Akşam yemeği yerler mi? Yerler. Her öğün için ayrı soru ve inanmazlık, çünkü Sicilya’da kahvaltı edilmez, öğlen yiyecek bir şey bulunur mu bilinmez, açlıkla sık sık imtihan olmaktadır Sicilyalılar. Tren faslı başlar sonra, Bıyıklı ve Bıyıksız nam iki adam tiyatro metni okur gibi konuşurlar, birbirlerinin cümlelerine virgül olurlar, arada yoksullarla dalga geçip açlıktan ağzı kokan herkesin tehlikeli olduğunu söylerler. Silvestro kompartımana geçtiğinde yoksullar adamların zortlattığını ima edip pis kokudan dem vururlar, kahkahalar havada uçuşur. Tuhaf anlar, tuhaf insanlar derken Sicilyalıların yoklukla mücadelesine dair bir sohbet başlar, yolculardan biri insanlığın yeni bir şeye hazır olduğundan, eskinin erdemli insanının yerine yeni ve başka ödevleri yapmaya hazır bir insanın ortaya çıkması gerektiğinden bahseder. Savaşın hemen ertesinde doğan umut bu, Silvestro bu fikri hikâye boyunca taşır, gerçek vicdanın ihtiyaçları konusunda düşünür. Biraz, Bıyıklı’yla baş başa kaldığı sırada adamın sorduğu soruya cevap veremez: “Neden Siraküza’ya gidiyorsun?” Eve neden döndüğünü bilir de pratikte henüz bir karşılığı yoktur bunun, Silvestro annesiyle karşılaşana kadar neleri unuttuğunu bilmez. Sefer arkadaşlıkları bir ön gösterimdir sade, kırsalın insanı daha ilginçtir.
Tüneller, deniz, ağaçlar ve dağlar, Silvestro köyüne gitmek için dağı tırmanmayı başlayınca aşağıda bıraktıkları yeni yaşamına fon olacaktır. Concezione kapıyı açar açmaz oğlunu coşkuyla karşılar, on beş yıldan sonra eve dönen ilk oğludur Silvestre. Felice ve Liborio uzaklardadır, Concezione oğlanları özlemiştir de hemen anılara dalar, çocukluklarını anlatır. Özetleyeyim, fakirlik belası çocukların kendi oyunlarını icat etmelerine yol açmıştır, yiyecek bulamadıkları zaman ot kaynatıp yerler, ringa da yerler, Concezione hemen bir ringa hazırlar Silvestro’ya çünkü fakirlik orada salgın bir hastalık gibidir. Baba mevzusu da açılır arada, Constantino’nun köy köy gezip oyunlar oynaması, şiirler okuması kadınların ilgisini çekmektedir elbet, Concezione eve dahi gelen kadınlardan bıktığını, nihayet de eşini evden şutladığını söyler, mektupta yazanların büyük bir kısmı doğru değildir. Constantino’nun “zayıflığı” annenin abartısı da olabilir, adamın hemen hiçbir iş yapmadığının üzerinde duran Concezione’nin anlattığına göre son doğumda bebeğin başı görünmüştür de korkudan kalakalmıştır baba, eşinin yardım isteğini duymazdan gelmiş ve hemen arazi olmuştur. Silvestro biraz da babasını korumak istediği için mi, annesinin de fındık kırıp kırmadığını sorar. Bir iki adam olmuştur Concezione’nin hayatında da, biri savaştan dönen bir askerdir. Düzenli bir ilişkiyi sürdürürlerken adamın çalıştığı iş yerini polisler basar ve birkaç kişiyi öldürürler, Concezione’ye göre partneri de ölenlerin arasındadır. Kadın babasına hayrandır, yasak aşkını da babasına benzetir belki. Mantıksızlık Silvestro’nun Bıyıklı’dan bahsettiği noktada başlar, Concezione eşini, babasını ve Bıyıklı’yı sürekli karıştırır. Babası gibi değildir eşi, Bıyıklı gibi de değildir ama erkekler birdir, en iyisi de kötüdür, hepsi tek bir insanda toplanabilir. Silvestro nedir, ev ziyaretlerinde ortaya çıkar. Concezione köy köy gezip kadınlara iğne yaparak geçinmektedir, ziyaretlere birlikte giderler ve iğne olacak kadınlardan bazıları çekinmelerine rağmen Silvestro’nun karşısında soyunurlar, gülerler, utanırlar ve cilveleşirler. “Ani cinsellik” diyeceğim buna, kadınla erkek arasında hiçbir sınır yoktur, hele savaştan sonra. Ne ki Silvestro’nun aradığı kadınlarda değildir, bir başına dolaşmaya çıkınca karşılaştığı insanlar sayesinde yaşamı hatırlar adeta, Sicilya’yı dünyayla, yetişkinliğini çocukluğuyla kıyaslar. Küçükken kendisine anlatılan hikâyelerin büyüdüğünde yaşadıklarıyla koşutluğunu düşünür, büyüklerin dünyasındaki arızaları tespit etmeye başlar. Savaşta ölen kardeşinin mezarını şans eseri bulduğunda, daha da önemlisi kardeşiyle konuşmaya başladığında ne yapmayacağını bilir artık. Köşeli bir yaşam yaşamayacaktır, savaşmayacaktır, sevecektir, uçurtmalı çocuğun uçurtması olacaktır, kardeşinin ardından gözyaşı dökecektir ve babasını affedecektir. Üç gün üç gecelik tatilin sonunda babası geri döner, annesi hiçbir şey değişmemiş gibi yaşamayı sürdürür çünkü kabullenmeyi bilir oranın insanı, yaşam ne getirdiyse boyun eğer. Büyük bir değişimin içindeki küçük sabit. İnsan kendine daha az bakar artık, dışını anlamaya çalışacaktır. “‘Dünya büyük, dünya güzel, ama çok canına okunmuş. Herkes acı çekiyor, ama her insan kendisi için, canına okunan dünya için değil. Bu yüzden de dünyanın canına okuyanların sonu gelmiyor.’” (s. 144)
Helikopter tekrar basmış, süper iş. Vittorini iyi bir yazar, rağbet görseydi de diğer metinleri de çevrilseydi keşke. Bunu yapsa yapsa Jaguar veya Helikopter yapar, belki Yedi. Beklemedeyiz.
Cevap yaz