Eduardo Berti – Düşlenen Ülke

Bugüne dek yeryüzünde Çin kadar batıl inançları güçlü bir başka ülke daha var olmamıştır. Çin’de yazılan gerçekçi ve epey uzun romanlar —aşağıda değineceğimiz Hong Lou Meng (Kırmızı Köşk Düşleri) gibi— özellikle gerçekçi oldukları için doğaüstü olaylarla doludur; çünkü bu ülkede olağanüstü olaylar imkânsız ya da gerçekdışı gibi algılanmazlar.” (s. 5)

Konuk Kaplan için yazdığı önsözde Borges söylüyor bunları, dünyanın en eski kültürlerinden birinin çağları deviren klasiklerinden birkaçı olağanlığın dışına taşanları gerçeğe sıkıştırıyorsa, sözlü ve yazılı kültürde yaşayanlarla ölülerin iç içe geçtiği onca eser varsa geleneğin örneklerine günümüzün edebiyatında da rastlayabilirdik, rastladık. Berti her ne kadar İspanya doğumlu olsa da Çin kültürünü özümlemiş, iyi bir metin çıkarmış ortaya, hoş. Aslında iki genç kızın birbirine duydukları aşkı anlatıyor gibi görünse de sular derinden akıyor, örneğin Çin’deki ayak bağlama geleneğinin yol açtığı tahribat var, ataerkil aile yapısının çocuklara zorla dayattığı evlilikler var, Daron Acemoğlu’nun Dar Koridor‘da değindiği bürokratik yozlaşmanın izleri de var, bir sürü toplumsal meseleye usul usul değiniyor Berti, metni sırf bir sevi romanı olarak görmemek lazım. Dünyaların giriftliği de cabası, ötelerin sihriyle yaşamın tekdüzeliği öyle birleşiyor ki hayaletler, efsanevi kuşlar mevzubahis edilmekten öteye geçip bir anda dolapların içinden, parklardan veya karakterlerin dolandığı pazarlardan fırlasalar şaşırmayacağız. Şaşırmıyoruz zaten, kuşlar fırlamasa da hayaletler çıkıyor ortaya. Hayaletse onlar tabii. Ne onlar? Bilemiyorum, karakterler korkudan bakamıyorlar. Ölü düğünleri var mesela, iki ölüyü veya bir ölüyle bir diriyi evlendiriyorlar, öylesi bir iç içelik. Ölünün ruhu geliyor mu peki? Gelmese de gelmiş kadar oluyor, adını bilmediğimiz esas kız/anlatıcı anlatının başında ölen ninesi ne söylemişse, ne yapmışsa miras gibi hatırlanıyor, uygulanıyor, böylece kadının ölüp ölmediğinden emin olamıyoruz. Oluyoruz çünkü öldü ama anlatıcının rüyalarına giriyor her üç beş bölümde bir, Berti öyle güzel anlatmış ki ne rüya gören kız ne de ninesi birbirlerinin varlığından eminler. Kelebek rüya görse kendini insan olarak bulabilir, tersi de olabilir, anlatıcının bilinçaltı ninesini rüya olarak ortaya çıkarıp kıza yol gösteriyor olabilir, düşsellik müthiş. Daha en başta komşuların temennisi ninenin ölümünün diğer ölümleri korkutup kaçırması, aileye huzur getirmesi ama kitaplar ve diğer eşyalar olduğu gibi duruyor, nineye ait ne varsa güneşe çıkarılıp silkiliyor ki ölü toprağı dünyaya karışsın. Garez var oysa, geliniyle nine arasındaki gerginlik yüzünden baba tedirgin, ruhu düşmanlıkla doluysa gitmemiş olabilir. Rüyalarda buluşuyorlar, ne anlam çıkarsa bundan, okura kalmış. Hayat devam ediyor, peşe takılıyoruz, batıl inançlara oldukça düşkün babanın her türlü hurafeden etkilenebileceğini gördükten sonra en yakın arkadaşı Gu Xiaogang’la tanışıyoruz. Kendisi devlet memuru, belli ki rüşvetini yedirip yerini tutmuş, hali vakti yerinde bir adam. Üç kızı da cazibeden yoksunsa da en büyük kızı Mulan’ı oğluyla, adını sallıyorum: Yiu’nun abisiyle evlendirmek istiyor. Çin’in kast sistemi devlet memurlarıyla geri kalanları keskin bir şekilde ayırdığı için bu evlilik ailenin sınıf atlamasını sağlayacak. Sözleşiliyor, Gu ailesinin nihai ziyareti bekleniyor ama gelen giden yok, en sonunda Gu Xiaogang tek başına geliyor ve kısa bir görüşmeden sonra o işin olmayacağını söyleyerek kaçarcasına gidiyor. Yenilgi. Üç kız zengin bir tüccarın üç oğluyla evlendiriliyor, sınıflar arasında büyük farklar olmadığı için bu evlilikler ideal. Bizimkiler için durum daha da kötü, düğün davetiyeleri gelmeyince baba o günden sonra dostluğa ihanetten başka bir şey demiyor konu açılınca.

Buraya kadarı bir nevi girizgâh. Aileyi tanıdık, sosyal normları gördük, arada ülkenin silahlandığını ve Japon işgaline karşı önlemlerin alındığına şahit olduk. Mevzu başlayabilir: Yiu ninesinden kalan kuşlar için pazardan yem almaya gittiği zaman âmâ yemci Liu Feihong’un kızını, Xiaomei’i görüyor ve âşık oluyor adeta, incecik bir tutku, sözcüklerin ağırlığıyla ezilecek kadar narin. “Zamanı ölçmenin sadece iki yolu vardı benim için: nihayet Xiaomei’in yanında olduğum zamanlar ve bir sonraki randevumuza kaç saat kaldığını saydığım zamanlar.” (s. 51) O dönemlerin ünlü oyuncusu Ruan Lingyu’ya benziyor Xiaomei, ayakları küçücük, kendine has giyimiyle dikkatleri üzerine çekiyor ve Yiu’yu da bilmeden kendine benzetiyor, geleneksel kıyafetlerin yırtmaçları daha geniş, saç modeli Xiaomei’inkiyle aynı, kapaktaki iki kız işte. Tanışıyorlar nihayet, Yiu yakınlardaki bir parka gidip hem ders çalışıp hem çizim yaptığı günlerden birinde Xiaomei’in yaklaştığını görüyor, o günden sonra hemen her gün görüşecekler ve Xiaomei anlatacak, Yiu dinleyecek. İlişkinin dengesi en baştan kuruluyor, Yiu azıcık çok konuşsa âşık olduğu kızın ilgisinin kaybolduğunu görünce dinleyen konumuna geçiyor hemen. İpek gibi bir ses, büyüleniyor. Adının “Ling” olduğunu söylüyor Xiaomei’e, yalan ama neden yalan söylediğini bilemiyoruz başta. Mesafeyi koruma isteğinden belki, Xiaomei kendini anlattıkça var ediyor, Yiu hiçbir şey söylemeyerek. Dostluk giderek derinleştikçe kendi icatlarını ortaya çıkarıyorlar, örneğin ninesinin öğrettiği nu-shu isimli gizli bir dili öğrenmeleri gerektiğini söylüyor Yiu, aileleri yüzünden iletişim kuramazlarsa o gizli dilin yardımıyla haberleşecekler. Ayrılma ihtimalleri Yiu’nun içine kor düşürdüğü için hemen bir çözüm yolu buluyor, acaba abisi Xiaomei’le evlenir mi? Bir gün abisini de alıp parka gidiyor Yiu, Xiaomei plandan habersiz olduğu için başta Yiu’ya kızsa da belki o da aynı şeyi düşündüğü için yumuşuyor sonra. Tabii ailelerin başka planları var, Yiu’nun babası iki evladına da hayırlı kısmetler buluyor, evlilik süreci hemen başlıyor ve Xiaomei’le bağlar kopuyor haliyle. Aynı dönemde salgın da patlak verdiği için abinin müstakbel eşi vefat ediyor, hemen bir ölü düğünü düzenleniyor ve ölü kadının kartondan yapılan maketiyle evleniyor adam, yoksa kadının ruhu bir ömür boyu bırakmayacak peşini. İnanca göre abinin yaşayan bir kadınla evlenmesi yasak olsa da evleniyor, hayatını kurtarıyor. Yiu da evleniyor, neyse ki eşi anlayışlı bir adam çıktığı için bir tek Xiaomei’i kaybettiği için acı çekiyor. Sonradan öğrendiğine göre Liu Feihong kızını yaşlı ve zengin bir adama “satmış” ve ailecek göçmüş oralardan. Yiu kızın adresini bilmediği için mektup yazamıyor, beklediği mektup da bir türlü gelmeyince eşinden mahrem anlarda kendisine “Ling” demesini istiyor. Arzulanan her neyse elde edilemeyince bir başkası veya öznenin kendisi nesneye dönüşüyor hemen, ödünleme yoluyla tatmin.

Aşağı yukarı bu, aralarda Çin kültürüne dair pek çok detay anlatıyı besliyor bir güzel. Efsanevi kuşlar var, doğruyla yalanı ayırt edebileninden denizleri çakıllarla doldurmaya kalkışan Çin kuşları. Yıl bağışlama törenleri yaşamla ölümün ne denli iç içe geçtiğini gösteren bir başka gelenek, para karşılığında ömürlerinden birkaç yılı satan insanlar toplamda yüzlerce yıl karşılığında ceplerini dolduruyorlar, ömrü uzamayan her kimse erkenden ölebiliyor. Sömürüye açık inançlar toplumun kodlarına işlemiş, örnekleri anlatıda var. Hasılı iyi bir roman bu, anlatımı Tanizaki’nin Nazlı Kar‘ına benziyor biraz, iki metnin karakterleri, olayları aktarımı çok benzer. Bu metni Roza Hakmen çevirmiş bir de, sırf bu sebepten okunur.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!