Hoffmann bu metni Wagenseil’in Nürnberg kroniklerinde yer alan iki dizeden esinlenerek yazmış. XIV. Louis zamanında Paris’in genel görünümü hakkında bilgi sahibi olmak için Berlin’deki bir kütüphaneciden mektupla dört kaynak istemiş, aynı zamanda Benvenito Cellini’nin Paris izlenimlerinden de etkilenmiş, Cellini’yi “Cardillac” adıyla metne yerleştirmiş olabileceğinden bahsediliyor. Matmazel, Kral ve bir iki karakter Hoffmann’ın yaratısının ürünü, kendi zamanından yüz yıl öncesini kurguluyor yazar, karakterlerin bazıları yaşamdan olduğu gibi alınmış olabilir, bilemiyoruz. Bildiğimiz şu ki bu metinle birlikte Hoffmann’ın ünü doruğa ulaşıyor, Fransız Devrimi’nden sonra eski dünyanın çekiciliği ve metnin sürükleyiciliği bu durumu ortaya çıkarmış olabilir, tabii Fransızlarla Almanlar/Prusyalılar arasında süren savaşları da düşünürsek komşu millete duyulan merak anlaşılabilir. Novellada polisiye ögeler de var, kovalamacalı sahneler heyecanı artırıyor, hatta Hoffmann’ın romantik tutkusu olmasa ilk polisiye örneği olabilirmiş ama kıyıdan dönmüş gibi gözüküyor, âşıklar mutlu mesut yaşasınlar diye çok yavan bir finale razı olmuş yazar. Baştan alayım, Matmazel ünlü bir yazar ve Kral’ın huzuruna çıkabilen yegane insanlardan biri, yetmişli yaşlarında. 1680’in sonbaharında kapısı yıkılırcasına çalıyor, hizmetçi Martiniére son zamanlarda şehrin korkulu rüyası olan çapulcu çetesinin kapıya dayandığını düşünüp korkuyor. Bu çete yüzünden şehir karışmış durumda, Kral’ın asayişten sorumlu adamları kuş uçurmamaya çalışıyorlar ama hemen her gece birileri bıçaklanıyor, zehirleniyor, curcunası bol bir Paris’in göbeğindeyiz kısaca. Evin uşağı ve kapıcısı Baptiste, köyündeki bir düğüne gittiğinden Martiniére evde yalnız, cama çıkıp evdeki uşaklara haykırıyor numaradan, maksat kapıdakini korkutmak. Gerek kalmıyor buna, kapıdaki adam Matmazel’i ve hizmetçiyi yakından tanıyor, birkaç detay verince kapı açılıyor, içeri giriyor genç adam. Belinde hançer, elinde kutu, kızın ödünü koparıyor, Matmazel’i hemen görmek istediğini söylüyor ama Martiniére arıza çıkarıp bağırınca, dışarıdan da devriyelerin sesi gelince adam kutuyu kızın eline tutuşturup arazi oluyor hemen, kaçarken sokaktaki Baptiste’e çarpıyor, uşak önceki gece içine bir fenalık çökünce atlayıp gelmiş. Hizmetçiyle uşak kutuyu Matmazel’e sunup sunmama konusunda tartışıyorlar, yakın zamanda zehirlenme olayları ayyuka çıktığı için kutunun da zehirli olduğunu düşünüp korkuyorlar. Anlatının başlarında zamanı ileri geri sarmayı, farklı olayları yakın zamanlara bağlamayı veya iç içe geçirmeyi bir teknik olarak kullanıyor Hoffmann, bu noktada zehirlenme vakalarının artış sebebini öğreniyoruz. Dönemin simyacılarından biri çok etkili bir zehir imal ediyor, tesadüfler sonucu bu zehir habis insanların eline geçince herhangi bir sebep olmadan herkesi öldürmeye başlıyorlar. Yurtlardaki insanlar, hayırseverlerin verdiği yemekleri yiyen yoksullar toplu halde ölünce herkes birbirinden şüphelenmeye başlıyor, sofrada yemekler olduğu gibi kalıyor, paranoya ortamı oluşuyor, karakterlerin korkuları bundan. Desgrais’le bu sırada tanışıyoruz, şehirdeki suçluları darağacına çeken, asayişi sağlayan esas adamla. Elinden geleni yapıyor ama paranoyanın üzerine bir de çete haberleri çıkınca iyice çaresiz kalıyor. Söylenene göre şehirde yeni bir çete peydah olmuş, geceleri yolda yürüyenlere saldırıp kalbe tek bir hançer darbesiyle işlerini görüyorlar. İz bırakmıyorlar artlarında, Desgrais’in özenle kurduğu tuzaktan bile kurtuluyorlar. Emniyet Amiri Regnie olanları öğrenmek istiyor, Desgrais’in anlattığına göre boğuştuğu adam bir duvarın “içine girip” gözden kaybolmuş, onca adamın duvarı karış karış aramasına rağmen ne bir kapı, ne bir geçit bulunabilmiş. Bu hikâye şehirde yayılınca Paris’e ilahi bir kötülüğün çöktüğünü düşünmeye başlıyor insanlar, Şeytan’ın suretinin şehirde gezdiğine inanıyorlar, ortalık yangın yerine dönüyor iyice. Matmazel’e dönüyoruz, hizmetçilerinin tartışmasına gerek olmadığını söyleyerek açıyor kutuyu, şahane ziynet eşyaları çıkıyor kutudan. Takıyor, arabasıyla gezintiye çıkıyor, şehrin kalabalık, yoksul bir kesimine denk geliyor ki o dönemde şehrin ne halde olduğunu filmlerden, romanlardan biliyoruz, insanlar çok kötü şartlarda yaşıyorlar, açlıktan ölüyorlar sokaklarda, feci. Neyse, evi basan genç adam arabaya yanaşıyor, Matmazel’in eline mektup tutuşturup kayboluyor ortalıktan. Mektupta mücevherleri Cardillac Usta’ya vermezse öleceği yazıyor, korkuyor kadın. Bu usta şehirdeki en iyi kuyumcu denebilir, yaptığı takılar büyük rağbet görüyor. Mücevherler belli ki onun elinden çıkma, Matmazel ne yapacağına karar veremiyor. Mektup “Görünmezler” adıyla imzalanmış, çetenin kendisine taktığını düşünüyor Matmazel, iyice korkuyor.
Cardillac’ın apansız ölümü işleri iyice çıkmaza sokuyor, mevzu masumiyet ispatlamaya geçiyor bu noktadan sonra. Cardillac odasında ölü bulunuyor, yanında çırağı var, adam hemen gözaltına alınıyor. Dediğine göre kendisi suçsuz, ustasını öldüren bir başkası. İnandıramıyor, işkenceyle konuşturulacak. Tek bir şey istiyor, Matmazel’le konuşmak. Kadına haber veriliyor, zanlı eve getiriliyor ve dönemin anlatısına uygun bir gariplik çıkıyor ortaya, çırak aslında Matmazel’in çok sevdiği bir kadının oğlu, yıllar önce çırağı kucağına alıp severmiş. Çırak ve ailesi Cenevre’ye taşınınca bağlantı kopmuş ama uzun zaman sonra geri dönmüş çırak, ustasının yanında işe girmiş ve ustanın kızına âşık olmuş. Kız da oğlana âşık ama Cardillac rıza göstermiyor, kovuyor çırağını. Tabii genç adam Cardillac’ın yediği haltların farkında, kuyumcu mücevherlerini o kadar seviyor ki sattığı parçaları geri almak için cinayet işliyor durmadan, aslında çete kendisi. Gizli bir geçit yaptırarak sokağa çıkıyor, öldüreceğini öldürüyor, mücevherleri alıp gizli kapıdan evine geri dönüyor. Onca aramaya rağmen kapının bulunamaması da ilginç tabii, Cardillac iyi bir düzenek kurmuş olsa da bir şekilde ortaya çıkardı o kapı, Desgrais ve uyanık adamlarının başka bir beceriksizliği deyip geçiyoruz. Kız da ağlayıp dövününce çırağını geri alıyor Cardillac, çırağını suç ortağı yapıyor, kızın hiçbir şeyden haberi yok. En sonunda sert kayaya tosluyor kuyumcu, öldüreceği adam asker çıkıyor, üstelik hançerin gireceği noktaya metal bir parça koyduğu için yaralanmıyor, Cardillac’a ölümcül bir darbe indiriyor. Çırak ustasını odasına taşıyor, başında duruyor, gerisi malum. Bütün bunları Matmazel’e anlatıyor oğlan, kızın onuruna halel gelmemesi için hiçbir şey anlatamadığını ama ölmek de istemediğini söylüyor, Matmazel’den yardım diliyor. Anlatının sonuna kadar uğraşıp duruyor Matmazel, meşhur bir avukatla görüşüyor, Kral’dan merhamet dileniyor, en sonunda mevzu anlaşılınca âşıklar bayram ediyorlar, Kral’ın buyruğu uyarınca şehirden gidiyorlar. Onlar eriyorlar muratlarına.
Birkaç ilginç nokta var, biri sarayın önündeki kalabalık. Halk önce çocuğun idamını istiyor, hikâyeyi öğrendikten sonra camları taşlamaya başlıyor, idamı durdurmaya çalışıyor. Önemli bir karar veriliyor sonuçta, bütün şehri tir tir titreten Şeytan’ın aslında Cardillac olduğu ortaya çıktıktan sonra çırağı kahraman bile ilan edebilirler. Sürgün kararına kimse ses çıkarmıyor gerçi, zaten gençler de başka bir yerde yaşamak istediklerinden hemen gidiyorlar.
Hoş bir novella, dönemin Paris’i ilgi çekici, Hoffmann kaynakları iyi tarayarak gerçekçi bir tablo çizmiş. Sarayın tasviri, sokakların durumu, karakterlerin saray üslupları ve gündelik konuşmaları da son derece başarılı. Hoffmann ölümünden üç yıl önce yazmış bunu, üç yıllık süreye birkaç metin daha sıkıştırmış, okumak lazım çevrilenleri. 1819’da yayımlanan bu metin o dönemden iyi bir klasik.
Cevap yaz