Ceyhun’un ödül üzerine ödül almasına rağmen pek bilinmemesini kulis çalışmaları sonucu sağladığı görece başarının kofluğuna ve metinlerinin ortalamalığına bağlıyorum, anılarında jüri üyelerini sıklıkla darladığını, ödülün “ölmek üzere olan” yazarlardan birine verileceğini öğrenince öfkelendiğini falan anlatır. Üç beş ödül aldıktan sonra rahatlamıştır zannediyorum. Ödül kanonunda yer bulmuştur da edebiyata damgasını vuramamıştır, normal. 1975’te Türk Dil Kurumu Hikâye Ödülü’nü kazanan Apartman‘daki öykülere baktığımızda birçok sahnenin iliştirilmesiyle ortaya çıkan hikâye toplamıyla karşılaşırız, Ceyhun toplumun her kesiminden insana rol vermiş, bu insanlar spot ışıklarının altında tiratlarını atıp görevlerini yerine getirmişlerdir, tam bir görev insanıdırlar, köşeleri çok keskindir, göze batar. Kapıcılar Kralı‘yla ne gibi bir ilişkisi var bilmiyorum, gerçi ilişkisinin olup olmadığını da bilmiyorum ama yapı aynı, bir tek mizah dozu kısık bu öykünün, bir de 12 Mart’ın dehşet saçan ortamı var tabii. Öykü dedim, aslında novella olarak değerlendirilebilir zira öykünün uçarılığı yoktur bu metinde, dümdüz anlatı. Kameranın karakterden karaktere sürekli dolaşım halinde olduğunu düşünelim, hani en alt kattan en üste doğru bir seyir varsa ışığın, sesin değişeceğini düşünürüz ama gösterilenin tonu hiç değişmez. Saat sabahın onu, adeta mezarlıkta uyanıyor Oyuncu’nun eşi. Önceki gün çok içmişler, kafa beton, ışık zaten yok çünkü küçücük pencerenin önüne bir araba park etmiş, hava da girmiyor içeri. Kadının öfkelenmesi için her türlü sebep var, mesela yemekte Oyuncu bir kadına sarkmış, bir de öküz gibi uyuyormuş sabah, sayıp döküyor kadın. Görgüsüz, kaba, pis adam, yalancı, hani sanatçıların böyle olması sanattan değil de leş kişiliklerinden kaynaklanıyor, üstüne bir de burjuva değer yargılarını gömüyorlarmış, halkların eşitliği falan, hepsi tatavaymış. Kadın eğitimli, eşiyle bir oyundan sonra tanışmış, evlenmişler ama pişmanlık ele geçirmiş yaşamı. “‘İnsan, sandığınız gibi kılığına girilip adına rol kesilecek birer nesne değil sadece. Küstah adam, insan demek duygu demektir. Önce bunu öğren sen. Devrimcilik mevrimcilik sonra gelir, anladın mı?’” (s. 9) Adamın kafasını parçalamakta kadınlığa dair bir mutluluk buluyor ama parçalamayacak, onun yerine pencerenin önündeki arabayı kapıcıya söylemesi için uyandıracak adamı. Oradan da Oyuncu’ya geçip bodrum kattan kurtulalım, beyefendi “okumuş karı”yla evlenmemeye and içmiş ama yine de evlenmiş, usanmamış, onca lafı yemesine rağmen “kısrak” dediği eşini sever görünüyor. Kapitalist köpeklerden birinin havaya el koymasına karşı çıkacak hemen, kapıcı Şamid’e seslenecek ama gelmeyecek Şamid, muhtemelen baktığı diğer apartmanlardan birinin işini görüyor. Oyuncu hemen sınıfsal tespit üfürüyor, kapıcı milletinin ne işçi ne köylü olduğunu söylüyor, DP kapitalizminin başa musallat ettiği bir köle türü sadece. Topu da Sivaslı, köyü olduğu gibi şehre getirmişler de kapıların önünde oturup örgü örerler, dedikodu yaparlarmış, Oyuncu’nun anlattığı sermayeyi, politikayı, sömürüyü hiç anlamazlarmış. Aydınla işçinin, köylünün birleşememesi öyle bir şeymiş, Ceyhun bu mevzu üzerinde özellikle duruyor. Kapıcının eşine çıkışan Oyuncu’dan sokağa geçiyoruz, kadınlar toplanıp dedikodu yapıyorlar, sokağın sakinleri sıradan geçiriliyor bir güzel. Dil başarılı, geldikleri yerin ağzıyla konuşuyorlar, yüzeysellikleri de başarılı. Dinden bahsettikleri zaman mahallenin kâfirlerini anıyorlar, gomüniklerin memleketi mahvedeceğinden bahsediyorlar, misal sürekli adam tasviri çizen biri varmış da çarpılacakmış, Allah yasak etmemiş mi insan tasviri çizmeyi? Sohbetin orta yerinde meşhur araç geliyor, apartmanın üst katlarında oturan Kodaman’ın mezarlık ziyaretinden dönüşü. Öykünün politik ağırlığını bu adam çekiyor, kendisi ünlü paşalardan birinin oğlu ve İstanbul’un, ülkenin değişimini yakından gözlemleyenlerden biri. Büyük savaşlarda İstanbul’a atılan bombaları, uçakların saçtığı kâğıtları hatırlıyor, halka teslim olması için telkin. Sonra bağımsızlık, Menderes dönemi, darbe. Tarihte tuttuğu bir figür yok Kodaman’ın, Osmanlıcı olduğu söylenebilir belki. Menderes’ten hiç hoşlanmıyor, bu kesin. Bahçeler içindeki evlerin yerini biçimsiz apartmanların almasına Menderes yol açmış, insanlar kutu gibi evlere sıkışmışlar da altılı üstlü dert çekiyorlarmış, Kodaman evinin karşısındaki konağı, Hüseyin Cahit’in evini hatırladığı zaman anılara dalıp geçmişinde ne varsa gözlerinin önüne getiriyor ama tutamıyor orada, yaşı seksen, yoruluyor. Apartmana taşınıp Kodaman’ın kiracısı olan genç çift son basamak, erkek olan belli ki askerden saklanıyor ama Kodaman’la siyaset üzerine konuşmaktan, adamı kızdırmaktan çekinmiyor, nitekim Şamid’in gammazlamasıyla evini askerlerin basmasına da pek yok. Para veriyorlarmış gammazcılara, bu yüzden herkes birbirini suçlar olmuş, özellikle kapıcılara gün doğmuş. Şamid iyi bir eğitim almamış, buna rağmen az biraz okumuş diğer karakterlerin ayarında konuşması tuhaf. Hani Kodaman’la siyasi suçlunun diyaloğu uzar da uzar, makul, birikimli insanlar da Şamid’e taşıyabileceğinden çok söz yüklenmiş, oturmuyor. Hasılı bu öykü apartmana şu ve bu açıdan bakışlarla dolu, Şamid için gammazlanacakların toplanma alanı, Kodaman için Menderes’in rant politikalarını yermece, Oyuncu’ya göre devrim potansiyeli, başkasına göre başka şey. Evet.
“Kuranşa Ana” uzunca bir öykü, uzun öykü, yine karakterden karaktere zıplamayla örülü. Bu anamız torununu kuş peşinde koştuğu için azarlıyor, öykünün sonunda yine bir kuş kovalamaca var ama umut yok bu kez, zıtlığı gösterdiği için kuşların imlediğine dikkat: kuş yakalamak/avlamak tasvip edilmiyor, hikâyenin başında kuşlar kaçıyor ama sonunda birini yakalıyor çocuk, evinin mahvolmasında rolü yok ama var. Sırayla gidelim, Ana ve torunu şehrin sokaklarında dolanırlar, şöyle bir görürüz, yağmur da gelmektedir, daracık parke yollar da arıza çıkarmaktadır, menzile dek şehir betimi. Anlatıcı kabak gibi ortadadır, meydana çıkarır kendini, Melling’in ve Serkis Balyan’ın yaptığı binaları nereden bilsin zira köyden gelen Ana? Bu kadarı göze zarar. Neyse, gelirler: Avıkat Mıhtat Efendi. Kapıdan girerler, Mithat başını kâğıtlara eğmiş çalışmaktadır, Ana’nın coşkusuna iştirak etmez başta. Babasının işi gereği Anadolu’nun bir köşesinde, neresiydi, Hatay veya Antep, oralarda bir yerde yaşamışlardır bir süre, Ana’yla kapı komşusuydular bir zamanlar. Sütoğlan Mithat iyice bir süt emmiş, okumuş da avukat olmuştur, Ana’nın müşkülünü çözmek zorunda hisseder kendini. Ana da alttan girer üstten çıkar, başta genç adamın başını kaldırmamasına bozulur ama nihayet yardım sözünü koparır. Mithat eski günleri unutmak istediği için değil, burjuvaziye örtük de olsa onay verdikleri için kırgındır aslında Ana gibilere, yine de yüreği dayanmaz da Hisar’daki gecekonduların yıkımına engel olacağına dair söz verir. Öykü bu noktadan sonra eksen değiştirir, Mithat’ın Sıkıyönetim’e uğradığını görürüz. Geçmiş sayfa sayfa açılacaktır bu süreçte, Mithat yitip giden arkadaşlarını, kendi mahpusluğunu hatırlar, askerleri görünce korkudan titrer ama söz vermiştir, halkla ilişkilenen albayın karşısına oturtulur. Ne albayı ne Mithat’ı iyi tanırız, ideolojilerini çarpıştırdıkları zaman -eşitsizlik burada da vardır, albayın bir sözüyle o çok korktuğu hapse girebilir Mithat ama kendini tutamaz, konuştukça konuşur- ikisinin bilgi birikiminden de etkileniriz ama en azından Mithat’ı biraz daha yakından tanısaydık da Osmanlı’dan 1970’e kadarki çıkarımlarına nasıl ulaştığını en azından sezebilseydik. Yok, hemen analizlere, sınıf mücadelesinin ülkedeki temellerine ve Cumhuriyet’in bu mücadeleyi konumlandırma biçimine, oradan askerî darbelerin sebeplerine dalar. Albay şöyle bir korkutur adamı, boncuk boncuk terleri görünce rahat bırakır ve gecekondularla ilgileneceğini söyler. İlgilenir gerçekten de, Mithat’ın neden Hisar’a geldiği muammadır ama herkes izler trajediyi. Bu da ideolojik çatışmaların ön planda olduğu bir öykü, bol sahneli, hayatın olağan akışına uymayan olaylarla süslü.
Okunası öyküler. Ceyhun’un kurmaca anlayışı tatsız olsa da dönemin nabzını portlatıyor, iyi.
Cevap yaz