Dave Grohl – Hikâyeci

Buraya elbette Nirvana’dan geldim, zilleri kırıp derileri patlatırcasına döven adamın “The Man Who Sold The World”de davulları usul usul çalmasına aklım ermemişti, Martin Lopez’in yaptıklarına daha da ermedi ama o zamanlar Nirvana piyasadaydı hâlâ, “You Know You’re Right” çıktıktan sonra bir süre daha gezindi, sonra günceli yitirip tarihteki yerini aldı. 2000’lerin başında bombardımana tutulduk resmen, Korn ve Limp Bizkit bir süredir vardı, RHCP bayağıdır vardı ama şu bir çıktı, aman. Maksimum iki haneli hızla kilobayt kilobayt şarkı indirmeye çalışıyoruz, CD’ye yazıp birbirimize veriyoruz, sınıfın müzik kültürü imece usulüyle gelişiyor, o sıra davulcuyu gitarıyla en önde görüyoruz. Nasıl yani. E bu o. Acayip bir şey, albüme bayıldık, In Your Honor çıktığında biz çoktan başka türlere dağılmıştık da şu şarkı hayatımın marşı olunca Dave Grohl hakkında bulabildiğim her şeyi okudum. Chuck Schuldiner’ın sağlık giderlerini karşılamaya çalıştığını görünce sevdim adamı, Foo Fighters’ın ilk yıllarında davulcusunu ekarte edişine sinirlendim. Öyleydi böyleydi derken yıllar geçti, birkaç gün önce Yeşim bana Grohl’un anılarını hediye edince kalbim güp etti, oturup yedim kitabı. Çok parlak anılar bunlar, Grohl’un diplerde gezindiği zamanlardan çok zirveye çıktığı anlar var, arşta bir öznelliği haliyle bekliyordum ama böylesi bir seçiciliği de beklemiyordum açıkçası. Gerçi otobiyografi değil bu, otobiyografilerin yazarları tamamen dürüst de olmayabilirler ama, yani, William Goldsmith’in kaydettiği davul partisyonlarını tekrar kaydettiğini söyleyip geçiyor Grohl, maddi kaygılarla yediği haltı enine boyuna anlatmıyor. Zamanında epey gürültü koparan mevzunun aslı şurada, bunun dışında asıl merak ettiklerim de yok. Röportajlardan az biraz öğrenebiliyoruz ama bilmediğini okumak da istiyor insan, mesela Cobain’in konser sırasında güvenlik görevlisinin kafasını gitarıyla kırdığını, grubun mekandan zar zor kaçtığını biliyoruz da şarkı yazım sürecini pek bilmiyoruz, Grohl ucundan ucundan anlatarak Cobain’in kafasında her şeyin hazır olduğunu, stüdyoya girdiklerinde direktiflere uyarak çaldıklarını söylüyor bir. Kendi yazdığı şarkılar var, Cobain’inkinden farklı fikirleri de vardır Nirvana’nın şarkılarıyla ilgili, gerilim yaşanıp yaşanmadığı yok. Bir bunu eleştirebilirim, muazzam kariyerin basamaklarını görmek iyidir, kahramanlarla karşılaşmak da iyidir ama en iyisi sevdiğimiz birinin hatalarını samimiyetle anlatmasıdır herhalde, Grohl seçtiği hikâyelerle coşkudan coşkuya koşmaktan fazlasını yapmıyor. Ailesiyle ilgili bölümlerse tam ders çıkarmalık: Grohl’un babası bildiğimiz baba, okumak istemeyen oğlundan bir halt olmayacağını düşünüp yola taş koyuyor da anneyle baba ayrılmışlar neyse ki, çok bir zararı yok. Ölümünden kısa süre önce oğluyla görüşüp onu sevdiğini söyleyebiliyor, yeterli. Anne ayrı hikâye, öğretmenlik yaparak bir başına iki çocuğu büyütmeye çalışırken Dave’i caz kulüplerine götürüyor, müzik zevki aşılıyor oğlana. Dave o kulüpte tanıştığı ünlü bir müzisyenden bir kez ders alıyor, onda da sağ sol el alıştırmaları ve en önemlisi bageti düzgün tutmayı öğreniyor, yeterli. Anlaşıldığı kadarıyla canavar gibi bir kulağı var Grohl’un, dinlediği şarkıları aklına kazıyor ve kazandığı her kuruşu plaklara harcayarak müzik zevkini genişletiyor. Pizzacıda çalışıp çim biçmek, okulu asmak, davul seti, plaklar derken annesini düşünüyor nihayet, onu hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyor ama kadının güveni sonsuz, Grohl’un okulu bırakıp Scream’le turlamasını destekliyor ve “işin hakkını vermesini” istiyor oğlundan, gönül verdiği davulculuğu en iyi biçimde kotarmalı.

Scream’li yıllar pek bilinmeyen bir grubun hayatla imtihanı resmen, ileride müzisyenlerle ilgili bir şeyler yazarsam kesinlikle çalıp çırparım buradan bir şeyler. Grohl yirmi yaşında olduğunu söylüyor gruba girerken ama yaşı aslında on yedi, sorun yok çünkü canavar gibi çalıyor. “Grup minibüsü”yle ABD’yi turluyorlar, sonra Avrupa’da dolanıyorlar biraz, her bir konser ayrı serüven. Punk komünitesi sayesinde gittikleri her yerde kalacak bir evleri var, gerçi Grohl ne olursa olsun minibüste uyumayı tercih ediyor, hem hırsızlara karşı önlem hem de o tantanadan en uzak yer minibüs. Amsterdam’da eroin satıcılarının bıçaklarından koşarak kaçıyorlar, ABD’de türlü türlü iş, aşırı eğlenceli ve bazen korkunç anılar. Grohl çok kötü şartlarda yaşamışsa da istediği hayatı yaşamış, bu yüzden hiç pişman değil. Nirvana’ya girdiği ilk dönem de zor, günü bir dolara aldığı üç sosisle geçirip leş gibi bir yerde yaşıyor Cobain’le birlikte, nasıl yükseldiklerini kendi de anlamıyor. Kuliste karşılaştığı yiyecekleri görünce anlıyor biraz, güzel şeyler yiyebiliyorlar artık. Şunu ekleyeyim, aşırı dramatize edilmiş bölümler var, hayranlar bayılmıştır. Üç sosisle geçirilen günler çok uzun sürmüyor ki onca tanıdığın arasında yiyeceğe erişmek sorun olmamalı. Grohl’un kızlarının dans gecesi var mesela, adam geleceğine söz vermiş ama o gün Avustralya’da konseri var. Eh, ününün zirvesindesin, ne yapacağın belli. Birkaç bölümü sıkıla sıkıla okudum açıkçası, Avustralya’da alkollüyken kullandığı scooter yüzünden nezarete atılması, konserde ayağını kırması gibi olayların bir kısmı bayattı, diğer kısmı da çok büyük dertler içeriyordu gerçekten. Yine en iyi bölümler Scream’lilerdi herhalde. Amsterdam’da dazlaklara karşı punk kardeşliğinin mücadelesi efsane: “Bir gece Amsterdam’da en sevdiğimiz punk rock barı De Muur’un önündeki kaldırımda içki içerken Hollanda’nın en kötü namlı işgal evlerinden biri olan Vrankrijk’ın karşısında kalan sokakta ani bir patırtı koptu. Bir ordu dolusu dazlak ve sağcı faşist binaya saldırı düzenlemişti ve onlar küçük caddeden yürüyerek yaklaşırken Vrankrijk sakinleri savaşa hazırlanıyorlardı. Balkonlardan kör edici projektörler açıldı, ellerinde derme çatma silahlar ve kalkanlarla punklar işgal evinden dışarı akarken pencerelere kümes telleri dikildi. Gerçek bir isyan patlak verdi ve çok geçmeden hepimiz katıldık, bira bardaklarımızı mancınık gibi savurup öfkeli faşist güruhun üstüne ılık maltlı el bombaları ve patlayan şişelerin cam şarapnellerini yağdırdık. Saldırganlar dakikalar içinde pes edip kaçtılar ve gecemize savaştan eve dönen Vikingler gibi bu isyanı kutlayarak devam ettik.” (s. 119)

Nirvana uçarken Cobain’in mutsuzluk anlarına şahit oluyor Grohl, ne yapacağını bilemediğinden turnelere ve kayıtlara devam ediyorlar, sonra Cobain ölüyor. Büyük yıkım falan filan, derinlikten yoksun bir anlatım ve en önemlisi Courtney Love’ın bahsi geçmiyor. Grohl’un niyeti malum, daha fazla eleştirmeyeceğim. Bir iki anıyla bitireyim, Cobain’in ölümünden bir süre sonra Tom Petty’yle birlikte SNL’e çıkması teklif ediliyor, Grohl kahramanlarından biriyle çalmak istediği için kabul ediyor. Tuşesi hayvan gibi Grohl’un, çocukken yastıklar üzerinde çalıştığı için ayarlarını en yükseğe getirdiğinden bahsediyor bir yerde, bu ayar kaçıklığını şurada görüyoruz. Performanstan sonra birlikte çalmaya devam etmelerini teklif ediyor Petty ama o sıra kendi projesi üzerinde çalışan Grohl üzülerek reddediyor, zaten birkaç prova sonra birbirlerine girmeleri şaşırtmazdı. Paul McCartney’yle tanışmaları ve birlikte çalmaları, Lemmy’yle tanışmaları, Joan Jett’in Grohl’un kızını ninni söyleyerek uyutması, bir dünya güzellik var. Kahve bağımlılığı yüzünden kalp zortlaması geçirmek de var bir yerde, hem Foo Fighters hem Them Crooked Vultures için kayıt zamanı da başka işlerle birlikte Grohl’un yaşamaya vakti yok. İki saatlik uyku, beş altı pot kahve derken onu da kaybediyormuşuz. Konser için buralara gelmeden olmaz, bir de esas okumak istediklerimizi yazmadan.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!