Garopaba’da sembolik bir cenaze töreni, adam bir kadını kurtarmaya çalışırken boğulmuş ama küçük yerin, kasabanın kendi gerçekliği vardır, dış dünyadan farklı akan bir zamanı da vardır, kasabada bir süre olsun yaşayanlar bilir. Adamın boğulmadığını söyleyenler de vardır yani, zaten adamın dedesinin ölmediğine inananlar da vardır ama nasıl olur, onlarca bıçak darbesi almış bir adamın bedeni nasıl bulunamaz? Bulunamaz, hikâyeleşir, dilden dile aktarıldıktan sonra unutulur. Kasabalar sözlü kültürün yaşadığı yerlerdir, sakinler gerçeği eğip bükmeyi severler, somut bir yaşantı nihayet olağanüstülüğe evrilir. Normaldir, belki de küçücük yerde delirmemek için hikâyeler uydururlar veya tarihi dilediklerince değiştirirler, kim bilir? Sonuçta adam ölmüştür işte, yeğeni cenaze töreninde annesinin bir anlığına ağladığını görmüştür, hikâyenin ardını merak edip kasabalılara sorunca bölük pörçük anıları dinlemiştir. Adam on yıl önce gelmiş oraya, küçük bir salon açıp jimnastik ve pilates dersleri vermiş, her yerde onu takip eden köpeği ölümsüzmüş, kendi de on kişiye saldırmış, vurmuş vurmuş saymamış ve kavgadan sağ çıkmış. Kana bulanmış sakalın nereden geldiğini daha en başta çıkarırız böylece, yüzlerce sayfalık hikâyenin özetini okuruz ve esas anlatıya geçeriz, en baştaki italik bölümde geçmişteki olaylar hakkında bilgi veren yeğenin sesini bir daha duymayacağız. Adamı takip edeceğiz ve adını öğrenemeyeceğiz, adam bir adam olarak varlığını sürdürecek, kahramanın sonsuz yolculuğunda Campbell’ın örüntüsünün yansımasını göreceğiz, bazı basamaklar atılmışsa bunun suçunu Garopaba’nın eve dönüşü engelleyen huzuruna atacağız. Adama bakalım şimdi, babasıyla konuşuyor ve silahın ne iş olduğunu soruyor. Baba hasta, tedaviyi kabul etmediği için kısa süre sonra ölecek, kafasına sıkacağı silahı gösteriyor ki oğlu şimdiden hazırlansın. Eylemin saçmalığından dem vuran oğul, gerçeğin katılığını tekrarlayan baba, babanın köpeği ve dedenin hikâyesi, bu dört öge anlatının temelini oluşturuyor. Köpeğin meselesi kısa, baba öldükten sonra adam köpeği uyutacak, böylece zavallı hayvanın sahibini kaybettikten sonra acı çekmesini önleyecek. Dedenin meselesiyse adamın hayatını değiştirecek adeta. Hikâyeye göre dede Garopaba’ya gitmiş ve herkese yardım elini uzatmış, kasabada barınabilmesinin sebebi bu. Cinayete kadar tabii, kasabalı kadınlardan biri öldürülünce bütün oklar çabuk sinirlenen, sıklıkla kavga çıkaran ve bıçak çeken dedeyi göstermeye başlamış. Bir gece kasabadaki eğlence mekânının elektrikleri gidince dede delik deşik edilmiş, bedeni denize atılmış ama ölmemiş adam, hâlâ yaşadığını söyleyenler varmış. Adamın hikâyesine benziyor, zaten adam da dedesine benziyor, garip bir yanı yok anlatılanların. Esas gariplikler adamın o kasabaya gitmesiyle başlayacak. Yaşadığı yerden kaçması da lazım, anlatının sonunda detaylarını öğreneceğimiz birtakım kavgalar edilmiş, adam abisiyle selamı sabahı kesmiş, eski sevgilisiyle de kötü bir şekilde ayrılmış, yine ipuçlarını bırakarak resmi okurun zihninde tamamlıyor Galera. Sonuçta çözülmesi gereken bir gizem var, baba da gerçekten kafasına sıktığı için adamın harekete geçmesinin önünde hiçbir engel yok.
Garopaba’nın atmosferi nasıl anlatılır? Deniz kenarında küçük bir beldedir işte, insanlar balıkçılıkla geçinirler ama sermaye oraya da el atarak endüstriyel üretimini boca eder, balıklar büyük şirketlerin iştahını kabartınca yerel balıkçılar için başka sektörlere kaymaktan başka yapacak bir şey kalmaz. Turizm bölgesine dönmeye başlayan Garopaba dünyanın geri kalanına ayak uydurarak insanını tüketim toplumunun yılmaz ferdine dönüştürür yavaş yavaş, ekonomik faaliyetlerin sekteye uğraması uyuşturucu tüketimini artırır, haydutlar türer, dışarıdan gelenler yerlileri sömürerek beldenin ruhunu yaralarlar. Adam mekâna gelir gelmez anlatının ekseni değişir, gizemin çözülmesinin yanında adamın doğayla ve insanlarla ilişkisine odaklanırız, anlatı bir anda iki kat genişler. Adamla ilgili iki bilgi önemli, nörolojik bir rahatsızlıktan ötürü yüzleri “tanıyamaz” adam, kısa süre önce karşılaştığı insanları anımsayamaz, bedenlerindeki özelliklerini aklına kazıyarak iletişim kurduklarını daha sonraki karşılaşmalarında çıkarmaya çalışır ama başarılı olduğunu söyleyemeyiz. İkinci mesele adamın dedesine tıpatıp benzemesidir, öyle bir benzerlik ki kasabada karşılaştığı insanların bazıları adamı görür görmez aşırı tepki verirler. Okur olarak görevimiz bu tepkileri aklımıza kazımak, insanların adama karşı takındıkları tavrı ilerleyen bölümlerde hatırlamaktır, böylece dede ve torunu hakkında düşünülenleri yaşanacak onca olayla denkleyebiliriz. Örneğin adam kasabaya gelince orada bir süre yaşamaya karar vermiştir çoktan, evini kiralayacağı kadın işi onca yokuşa sürse de adam bir yıllık kirayı peşin ödeyince kadını ikna eder ama esas mesele kadının dedeyi hatırlamasıdır, torun da dedeye benzeyince yine bin bir belayla karşılaşacağını düşünmüştür kadın. Ne zaman ki adamın herkese iyilik yaptığını, sevilmeye başlandığını anlar, o zaman dedeyle ilgili kilit bir ipucunu sunarak adamı araştırmasını ilerletmesini sağlar. Adam çevre yapmaya başlamıştır gerçekten, spor eğitmeni olduğu için koşu grupları oluşturur ve ücret almadan çalıştırmaya başlar insanları, bir yüzme salonunda çalışmaya başladıktan sonra öğrencileri tarafından da sevilir. Her ne kadar yakın ilişkiler kursa da orada olma sebebini bir iki kişi haricinde kimseye söylemez, böylece yabanlığını üzerinden atamaz bir türlü. Üstelik gelir gelmez kadının biri öldürülür yine, herkese dedeyi hatırlatan bu olay adamı diken üstünde tutsa da dağlarda yaşadığı söylenen yaşlı adama dair hikâyeleri duyunca nereye bakması gerektiğini öğrenir, araştırmalarını yoğunlaştırır. Önce cinayeti araştıran dedektifi bularak onunla konuşur, sonra ev sahibesinin yönlendirmesiyle araştırmasını genişletir, en sonunda gizem çözülür. Anlatı sadece bu gizemle alakalı olmadığı için o noktada bitmez, adamın bölüm sonu canavarını da alt ederek kasabaya “layık” olduğunu göstermesi gerekir. On beş kişiye saldırması olayı, köpeği için. John Wick’e dönüşmesine gerek kalmaz, kötü adamdan ve arkadaşlarından temiz bir sopa yese de yere her düştüğünde ayağa kalkar, en sonunda adamı devirerek boğmaya başlar ama bir dönem sevgili olduğu kadının müdahalesiyle cinayet işlemekten ucu ucuna yırtar. Oralıdır artık, ne öldürülüp denize atılır ne de gerçek olmayan hikâyelere dönüşür. Yeğeninin anlattığı son ânına kadar mutlulukla yaşar orada. Herhalde mutlulukla yaşar, annesinin ve eski sevgilisinin ısrarlarına kulak tıkayarak geri dönmez sonuçta, denizin çağrısını hiçbir zaman geri çevirmez.
Galera polisiyeye sardıracak bir hikâye anlattığını düşündürürken karakterini bir anda doğanın kalbine bırakmıştır, bitmek bilmeyen doğa tasvirleriyle karşılaşmak sıradanlaşır. Baymaz ama, kasabanın atmosferini ve adamın tabiat aşkını öyle zengin bir şekilde anlatır ki dedenin akıbeti ikinci plana düşer, hikâyenin nereye evrileceğini merak ederiz. Sayfalarca süren doğa tasvirlerinden sonra adamın birkaç kişiden dayak yemesine çok hızlı geçeriz örneğin, okurunu hipnotize ettikten sonra sersemletir Galera, ardından adamın orada tanıştığı arkadaşlarının dünyasını gösterir, genç bir adamın yaşamındaki bütün tesadüfler, buluşlar, ilişkiler ve acılar yaşamın doğal akışıyla bir araya gelerek iyi bir anlatı çıkarır ortaya. Günceli de yakalarız bir yandan, yerel seçimler yüzünden çıkan hengâme, tartışmalar adamı korkutsa da halkın bütün ilgisi seçimlere kaydığı için tekinsiz atmosfer kaybolur bir süreliğine, popülizm peşindeki sağ adayın zaferini görürüz. Barlarda The Smiths çalar, 3G telefonlar çekmez, iPhone alan eski sevgili böbürlenir, yakın tarihin nüveleri kasabanın atmosferini tamamen büyülü olmaktan çıkarır. Sıradan bir yaşamın zengin anlatımı merkeze alınır böylece, Galera’nın alametifarikası budur.
İyi metin, okunsa ne güzel.
Cevap yaz