Düşünce deneyleriyle özgür iradeyi sorgulamak, sorgulamayı da sorgulamak zira kendi deneylerini kuran düşünürleri meydana çağırıyor Dennett, alt ettiği var, savunmaya çekilip kendi argümanını öne sürdüğü var, felsefenin bilimle sınanmadığı noktalarda ya karşıt görüştekilerin ya kendi görüşünü destekleyenlerin önünde sonunda haklı çıkacağını söylüyor. Yapay zekâyla ilgili iddialarını Darwin’in teorisiyle desteklediği bölümlerde kafam yandı, özellikle bir yazarkasa üzerinden aşırı karmaşık algoritmalar geliştirdiği bölümde. 1 ve 0, ikili sistem üzerinden yazılımlar üretilebilir, yazarkasa bunun için üretilmemiştir ama işlevselliğinin nerelere varabileceğini görebiliyoruz. Tersine mühendislik yoluyla yapıları oluşturan yapıları oluşturan yapıları oluşturan… yapılara kadar gidebilir, insan(sı) yapay zekâya varabiliriz. Bu noktada zekâ önemli hale geliyor artık, insana ait olup olmaması önemli değil ki John Searle’ün Çinceyle ilgili sezgi pompasını eleştirdiği bölümde de dile getiriyor Dennett: en küçük yapının Çince bilip bilmemesinin ötesinde çeviri işinin tamamlanmasını bekleyen tarafın emeline ulaşması, yani yapının tamamı önemlidir, bu durumda çeviri görevinin sözlük vasıtasıyla yerine getirilmesi, kısacası yapay zekânın anlamın farkında olup olmaması problem olmaktan çıkar. Dennett bu konuda “insanın öz niteliğine hiçbir şekilde yaklaşamayacak yapma zekâlar”ı aşağı görenleri kibarca eleştirir, insanın henüz tam olarak çözümlenememiş bilişsel yapısının öyle pek özgün, biricik niteliği tartışmalıdır ki tartışır Dennett, benliğin ne olduğunu ele aldığı düşünce deneyinde aktarılabilirliği gösterir: Mars’taki uzay istasyonunda güzel güzel yaşıyoruz diyelim, bulunduğumuz yere koca bir göktaşının düşeceğini öğrenince üzülürüz ama dertlenmeyiz zira teleklon vasıtasıyla Dünya’da bir eşimizi anlık yaratabiliriz. Kabine girdik, çıkınca Dünya’dayız, her şeyimiz aynı. Ama öldük bir yandan, buna dertlenebiliriz. Çocuklar büyümüş, kaç yıldır yukarıdaysak her şeyi kaçırmışız. Daha doğrusu yukarıdaki kaçırmış, o biz değiliz artık. Teknik olarak o çocuğun annesi değiliz, o ev bize ait değil. Ait mi? Tabii Dennett kopyalama sürecini detaylandırmaz -gerçi önceden anlattığı onlarca düşünce deneyinden çıkarımlar yapabiliriz ki asıl deneyleri anlayabilmek için başlarda basit pompalar verir, sezgi kazandırır, sorunlara cevap düşünebiliyorsak amacına ulaşmış demektir- ve iki benliğin birden var olup olamayacağına değinmez, ama, neden olmasın, bedenin en büyük yapılarını olduğu gibi kopyalamak yeterlidir belki de, atomaltı parçacıklarına kadar -bedenimizden geçen sayısız kuarkla birlikte- kopyalamaya lüzum yoktur. Var mıdır? Bilimsel buluş yok bu metinlerde, sadece düşünüyoruz. “İnsanların ışınlanmasını kabul etmeye yönelik gönülsüzlüğümüz, belgeler üzerindeki elektronik olarak taranan yasal imzalara yönelik, dünyanın birçok noktasında yakın zamanda üstesinden gelinen çağ dışı direnişle benzer midir?” (s. 309) Valla daha geçen hafta karekodlu belgeyi kabul etmedi bir devlet kurumu, ıslak imzalı olarak istediler. Işınlansa dahi ışınlandığını kabul etmez insan, ilginç bir şekilde benlik için de aynısı geçerli. Zaten sabit olmayan bir şeyden bahsediyoruz, sürekli inşa halinde olan bir şeyden: “Beyinlerimizin masalları kullanarak bizi örmesinin yanında bizim beyinlerimizi kullanarak masallar örmemiz hiçbir şeydir. Kuşkusuz ki inkâr edilemez, gerçek biyografinin bir çekirdeği vardır, ama yıllar içerisinde bunun çok büyük bir kısmı ortadan kaybolur desek yeridir; etkisizdir ve şu anda olduğunuz kişiyle bir ilgisi yoktur. Bunlardan bir kısmını öz bakım ve öz gelişim sürecinde aktif bir şekilde inkâr edersiniz, tahliye edersiniz, ‘unutursunuz’.” (s. 316) Yetmiş yedi deneyin ikisi bu, benliğin kopyalanabilirliği, zekânın üretilebilirliği, iki eylem arasındaki ilişki. Üretilemez mi, biricik mi, bir kırmızının herkeste farklı biçimde algılandığı tamamdır ama belli bir şemanın içindedir bütün algılama biçimleri, donanımın izin verdiğinin ötesinde algılama yapılamayacağına göre biraz daha geriden bakınca kırmızılar da üretilebilir.
Ne kötü anlattım ya, berbat oldu. Daha neyi batırabilirim, Frank Jackson’ın sezgi pompasına eleştiri: Dennett’a göre iyi bir sezgi pompası değil, Jackson deneyin çıkarımlarından vazgeçtiğini de duyurmuş ama sayısız makalenin konusu olduğu için popülerliğini koruyan bir mesele. Mary siyah-beyaz bir odada siyah-beyaz televizyondan dünyayı incelemeye zorlanmış parlak bir bilim insanı, görme duyusunun nörofizyolojisinde uzmanlaşmasının yanında süper bir yeteneği var, renklerin adı söylendiğinde o renklerle ilgili tüm -tüm!- fiziksel bilgiyi ediniyor. Ama siyah-beyazın hükümranlığı altında. Renkli bir ekran verilse ne olacak, odada edindiği bilgi eksik miydi? Değildi, “dolayısıyla” düalizmin inkârı yanlış. Dennett’a göre öncülleri yanlış anlamaya yönlendiren bir sezgi pompası bu, “bumba desteği”. Düğmeleri azıcık çeviriverince deneyin asıl yüzü ortaya çıkıyor, insanın düzeneği basite indirgeyerek bu hatalı temelden yola çıkarak bildiklerinden bambaşka. Öncelikle “halk teorisi”nin genel geçer bilgileri -galat olabilir, olmayabilir- dışarıda bırakılmalı, ilk bölümlerden birinde yazar bu sezgi pompasını aktararak yargıların kesinliğini sorgulamıştı, bu bölümde işe yarıyor. Renklerin beyne gözler yoluyla girmesinin zorunlu olduğunu düşünmek mesela, kötü bir halk teorisi. Fosfen oluşur bir kere, Mary gözlerini ovalasa renklerle karşılaşır, ayrıca rüyalarında görebilir. Tüm fiziksel bilgi kısmında da sorun var zira tümlük dünyadaki tüm paraya sahip olmak gibi bir şeyse paranın ne olduğu da kesin olarak belirlenmelidir, hatta sahiplik de belirlenmelidir, deneye göre tanrılığa soyunmayan Mary için sınırlar bulanık. Jackson’ın niyeti doğa bilimlerinin tüm renk olgusunu açıklama kapasitesiyle ilgili bir varsayımı çürütmek olduğuna göre, eh, hedefine ulaşmayan bir sezgi pompası bu. Son bölümde felsefeyle uğraşan, akademik eğitim almak isteyen gençlere tavsiyelerde bulunuyor Dennett, aralara da serpiyor. Benlikle ilgili kısmın sonundaki özetten: “Çıkarılacak ders açıktır: Bilimin yakın geçmişte bilince dair keşfettiklerini görmeden bilinç olgusunu anladığınızı düşünmeyin. Bu dersi unutan felsefecilerin oturdukları yerden uydurdukları kuramlar en iyi ihtimalle göz ardı edilebilir, çoğunlukla da derinlemesine karışık ve kafa karıştırıcıdır.” (s. 328)
Evrim. Kavrayış olmadan yeterlilik. Doğal seçilimin ne yaptığını bilmesine ihtiyacı yoktur Dennett’a göre, sayısız döngüden sağ çıkan canlılar çoğalabilmiş canlıların çok az bir kısmı olduğuna göre işler yolunda da gitmiş sayılmaz ama işlerin yolunda gitmesi ne demek ki? Gözümüzden, insan merkezli bakışımızdan her yaşamın başarıya -başarı çoğalmak demekse- ulaşması mı? “Serbestçe salınan gerekçeler” diyor yazar, evrimin takip ettiği sebepler bunlar, Dennett’ın tuhaf fikirler uydurduğundan şüphelenen birkaç düşünürden daha fazlasının sinirlerini hoplatmış bir terim. Fotoğrafları var, bir termit kalesiyle Gaudi’nin şaheseri arasında biçimce yakınlık vardır ama termitlerden mimar çıkmaz, Gaudi de termit değildir. İstemsel perspektifi benimsersek yanlış sonuçlara ulaşırız, her şey belli bir amacın peşinde koşmaz. On yedi yıl çekirgeleri asal sayıları “anlar” mı mesela, on yedi yılda bir ortaya çıkan bu tür iki, dört, üç, beş, altı, sekiz yıllık döngülerle çoğalan çekirge düşmanı hayvanlardan kurtulmak için özellikle on yedi yılı “seçmiş” sanki. “Akılsız, kavrayışsız doğal seçilim süreci, bu önemli özelliği anlamadan da ondan faydalanabilir. Bir başka örnek: Bir baş peteğindeki hücrelerin ideal şeklinin altıgen olduğunu ilan eden geometriyi ne arılar ne de Doğa Ana anlamaya ihtiyaç duyar. Evrimin matematiksel kavrayışsız yeterliliğine dair daha birçok örnekten bahsedilebilir.” (s. 226) Bahsediyor Dennett, kafa yorduğu pek çok meseleyle ilgili sezgi pompaları kuruyor ve benim gibi sadece meraklı okurların canına okuyor ki okumalı. Evrenin düşünceyle sınanmasının sonuçlarını anlamak istiyorsak çok ciddi emek harcayarak eğilmeliyiz mevzuya, kafa patlatmalıyız. Kafayı patlatan bir metin, çoğu pompasını anlamamışımdır. Zamanımızın en büyük düşünürlerinden biriydi Dennett.
Cevap yaz