Umut Zamanı çok daha iyiydi, gerilemenin nedeni? Günel’in Bilgi’den çıkan tek romanı bu, 1976’dan 1999’a kadarki yirmi üç yılda Ankara merkezli yayınevlerinden çıkarmış kitaplarını Günel, arada birkaç kitap var İstanbullu, 1999’da Can macerası başlıyor ve Ankara’da bitiyor hikâye. İnişlerin ve çıkışların nedenine dair bir şey öğrenmek zor, Günel anılarını yazmamış, kızı Hayrünnisa Günel de yazmamış, bilemeyeceğiz. Yayınevi kalitesiyle yayınevinden çıkan metnin kalitesi arasındaki bağıntı zayıf, ayrıca kalite meselesi çok su götürür de yazarın yazarlığını etkileyen olayları merak ettim, konu dağıldı. Tekil örnek üzerinden değerlendireyim mevzuyu, Yağmurla Giden olay örgüsünün kurulumu ve anlatım tekniklerinin zenginliği açısından iyi bir roman olsa da karakterlerinin duygusal güdüklüğü yüzünden başarısını gölgeliyor. Nedir, mesela esas kadın Emine’nin eşi Mehmet Efendi’den başkasına düşmüş müdür gönlü, vapurda sıkı sıkı tutarken indikleri yerde salıvermiştir, başlarda istemediği adama sonradan parmaklarını öptürmüştür, akar gönüllü değilken aslında öyledir de bu ne karakter derinliğinde gizlenen bir özdür ne de Emine’nin değişen yaşamıyla ortaya çıkan bir farklılıktır, dürtüsel bir devinimin sonucu değildir, şartlara uyum sağlamanın getirisi veya götürüsü değildir, yoksulluktan yılmanın bir sonucu değildir çünkü bu bahis ne zaman açılmışsa, aklına gelmişse üstünde pek durmaz Emine, derdi yoksulluk değildir, Mehmet Efendi’nin gelişini beklerken özlemle doludur da eşini karşısında bulunca bıkkınlıktır hissettiği, dönüşüme dair hiçbir şey yoktur romanda. Aslında Emine yoktur çünkü karakterliğin hiçbir niteliğini taşımaz, tipliğin de taşımaz, hasılı hiçbir şey taşımaz Emine, yazarın emrinde bir roman kişisidir. Kişidir bari. Başka, Hüsam var, Emine’nin en büyük oğluysa da çocuk, bir çocuktan çıkmayacak sözleri söyleyebilir ve çocukların suskunluğunu, kaçarlığını gösterebilir, o da kurgunun emrinde bir yazar kuludur. Diğer çocuklar bildiğimiz çocuklardır, yetişkinlerin bazıları bildiğimiz yetişkinlerdir, esas karakterlerin haricindekiler esas karakterlerden daha karakterdir. Evet. Günel yoksul bir ailenin dramını anlatırken insanlarının yollarını okurda oluşan öngörüsel yolların dışına çıkarır. Malum, karakterler kendilerinden bekleneni veya beklenmeyeni yaparlar, bildiğimizden veya bilmediğimizden çıkarırız bunu da bilmediğimiz bildiğimizin uzantısı halinde ortaya çıkar, okur sezgisidir, görgüsüdür, yapıyı oluşturur, metnin, karakterin mantıklı veya absürt davranışları metnin havasıyla birlikte anlamlanır. Bu metinde o yok işte, Emine’nin iç monologları aşırı yüzeysel, açmıyor karakteri, Mehmet Efendi’nin yaşlılığını “Efendi”den anlamamışsak tamam, öbür türlü ıstırap çekeceğiz, Günel’in bir iki “bilgi bombası” haricinde malumat edinemediğimiz karakterlerin ilişkilerindeki dinamik tam anlaşılmayacak, müthiş yavan bir anlatıya dönüşecek hikâye. Bu faciaya ara sıra kurban ettiğimiz metin yine de kıymetlidir, Antalya ve Antakya arasında sürüklenen bir ailenin yaşamına odaklandığı için de kıymetlidir, Günel alt sınıftan insanların yaşamlarını dank gerçekçilikle anlatırken doğanın şiirini unutmaz, etrafı karakterlerin kalbine kurar adeta. İnsanın şiirini de unutmaz diyeceğim, karakterler daha sağlam olsa imgeler de pekleşirdi. Olduğu kadar.
Üç çizgide ilerliyor zaman, Emine’nin çocuklarıyla boğuştuğu, yaşamdan bezdiği dönem ilk, ikinci çizgi gemi yolculuğunun öncesi ve sonrası, üçüncüsü de Hüsam’ın yetişkin haliyle metne dahil olduğu. “Zaman Dışı” adlı alt bölümlerde olayların arka yüzünü görmeye çalışırız, Hüsam yıllar sonra annesinden kopardığı bilgilerin bir kısmını anlatır, büyük bir kısım karanlıkta kalır. Dinlediği hikâyeleri anlatsa esas çizginin de anlatıcısı olduğunu söyleyebilirdik, öyle olmadığı çizgiler arasındaki hiçbir bağlantıyı dile getirmemesinden, hikâyenin akışından anlaşılabilir ama anlatımın hiç değişmemesinden tam tersi de anlaşılabilir, okura kalmış. Tamam bir dış ses, ağırlığı yok, lüzumu tartışılır. Gemi yolculuğunun curcunadan önce mi yoksa sonra mı gerçekleştiği bir süre anlaşılmıyor, sonlara doğru ortaya çıkıyor. Sahilde gemiye gidecek kayığı beklerlerken Mehmet Efendi tembihliyor Hüsam’ı, annesinin yanında bir adam görürse ileride anlatacak oğlan, hafiyelik yapacak biraz. Mehmet Efendi etrafı şöyle bir kolaçan edince zarar verebileceklerin yanında iyi huylu adamları fark ediyor, Yorgancı bunlardan biri. Kumluca’dan kalkan gemi İskenderun’a gidiyor herhalde, yol boyunca Yorgancı pek üstelemeden yaklaşmaya çalışsa da yüz vermiyor Emine başlarda, adamın kibarlığını elinin tersiyle itiyor ve güvertedeki sığırların zortlarına, piştlerine katlanmak zorunda kalıyor, Yorgancı ortaya çıkıp kendini siper edene kadar büyük zorluk kadın için. Başına bir iş gelecek muhtemelen, Yorgancı bir gün önce ineceği için Emine’yle çocukları yalnız kalacak. Kalmasınlar, gemiden birlikte inerler, gecenin bir köründe taşıt bulamazlar, tren sabah geleceği için beklemek zorundadırlar. Yorgancı evine davet eder ama Emine istemez, Yorgancı’nın eşinden ve çocuklarından ötürü rahatlasa da Mehmet Efendi’ye anlatamayacağını düşünür durumu, Hüsam da bir tuhaftır zaten, Emine inceden ayar ve temkinli davranmaya karar verir. Bekçinin tekiyle karşılaşırlar, sergi alanındaki karpuzcunun yanına yönlenirler, Yorgancı paparayı yiyince bekçiye ses çıkaramayıp evine gider, yürürken arkasına bakar dönüp dönüp. Sabahı ederler, trende adamların sıkıştırmalarından bunalır Emine, nihayet gidecekleri yere varırlar. Esas çizgiye geçeriz artık, romanın ilk bölümüne döneriz. Teyzesinin oğlunun evindedir Emine ve çocukları, konuklukları uzun sürmeyecektir ama Hüseyin’in beli de rahat durmayacaktır. Mazi var, Hüseyin askerden döner dönmez pembe bir yanağa tutulup evlenmek istemiştir de anası izin vermemiştir, Emine’ye kavuşamamanın acısını yıllar boyunca hisseder. Gösterilen ilk kadınla evlenmiştir, Emine de koca diye çıkarılan ilk adamla evlenmiştir, ortak mutsuzluklarından cesaret bulan Hüseyin bir gece Emine’nin odasına girer, yanaşır ama Emine istemez, bir iki gürültü, Hatice odayı basıp çıngar çıkarır. Emine’nin adını da çıkarır, o günden sonra Emine başka bir yer bulur da söylentiler çoktan yayılmıştır mahalleye, Antakyalı Nuriye düşman bellediği Emine’nin arkasından işler çevirmeye başlar. Hüsam çeşme başında kadınlardan dayak yer, Emine’nin kardeşi Suat sarhoş sarhoş konuşup Emine’nin Hüseyin’le evlenmesi gerektiğini, edilen lafın altında kaldıklarını söyler. Mehmet Efendi yoktur ortada, gelse de pısırıklığından ötürü hiçbir şey yapamayacağını düşünür ahali, dedikodular alır yürür. Yolladığı paralardan sonra Mehmet’in kendi gelir, verdiği hediye Emine’yi heyecanlandırır, çalkantıyı gördüğünde mahalleyi heyecanlandırır bu kez. Bir zamanlar patronu olmuş Hüseyin’le birlikte Emine’nin evini güçlendirmek için birlikte çalışmaya başlarlar, bir şeylerden işkillenmiştir Mehmet de çakmaz köfteyi. Nuriye geldiği zaman duyar her şeyi, hemen olay çıkarır, detaya girmeyeceğim de karakterlerin aptalca tepkileri okurun canını sıkar zannediyorum. Emine de sıkılmıştır, evden fırladığı gibi Nuriye’nin kapısına gider, kadını saçlarından yakalayıp yerlerde sürükler, sonra Hüsam’ın evden kaçmasına katlanamayıp bir şişe tentürdiyot içip hastanelik olur. Vallahi ben sıkıldım yazarken, Günel’in oyunları bu noktaya dek çoktan bitmiştir, dümdüz anlatılmış bir hikâyedir gerisi. Hüsam hastaneye gider, bekçiden yediği kötekten yılmayıp içeri girer, annesinin aşağı inmesini beklemeden arazi olur. Hüseyin hastaneye gelir bir süre sonra, o sırada yakınlaşırlar çünkü Emine başka erkekleri merak etmeye başlamıştır çoktan, Mehmet’ten ayrılmaya da niyetli olduğuna göre neden olmasın? Yine olmaz, yüreği Hüseyin’e akar da yine olurlamaz birleşmelerini. Hüsam’ı Mehmet’e kaptıracaktır en son, Fatma ve Hasan’la birlikte bir başına yaşamaya başlayacaktır. Kadının ailesine yeterliği iyi bir bağlantıdır, mahalle baskısının gerçekçiliği de pek başarılıdır, dediğim gibi Günel dünyayı iyi kurar da karakterlerini aynı başarıyla kuramamıştır bu metninde. Okunmaya değer tabii, beğeniyle.
Cevap yaz