Bu “underground” denen nanenin zaman içinde geçirdiği değişimi takip etmek çok eğlenceli. Zamanında türün kralı kabul edilen Beyaz Zenciler‘in Hakan Günday’ın bence ucundan esinlenme emareleri gösterdiği Piç‘iyle ana akıma düşmesi çok matrak, işsiz güçsüzlerin yedikleri herzeler o kadar somut bir gerçekliğe dönüştü ki sıradan bir hikâye haline geldi. Eh, o dönemde Amerikan Rüyası’nın muadilleri Avrupa’da da geziniyordu, alt sınıfın “sıra dışı” yaşamları underground etiketini yiyip gözden uzak tutuluyordu belki, araştırmak lazım, şimdinin vahşi kapitalizminde her şey sıradan. Örneğin bu metne de sıra dışı denmiş, bence bok, çük, am, sik, eşcinsellik, kişilik bölünmesi gibi nesneler, olgular, oluşlar ve dahi olmaklar, hasılı bu metinde yer alan her şey gündelik yaşamımızın sıradanlıklarından bazıları. Sennett’ın sahnesi, Horney’nin nevrotik insanı, Bauman’ın cemaatleri ve akışkanlığı, daha da neler nelerin izini sürebiliriz, metin çok malzeme verir ama asıl olayı bir zamanlar uçta kabul edilenin artık normal olduğunu okurun kafasına çakmasıdır zannediyorum. Steril edebiyatımız pek küfre gelmez malum, çöp toplayan adam bile en fazla argo konuşur, yüce gönüllü yazar birilerine kabul ettirebilir ve okur kaybetmeyi göze alırsa bir iki de küfür sallar, olduğu olacağı budur. Rasmussen gündeliğin tam ortasına yerleştiriveriyor olağanı: “On yediyi doldurduğumda çok geçti. On iki yaşımda bir çorabın içine sperm doldurmuştum. Hayalimdeki tek şey bir adamın göt deliğinden içeri bakmak, o özel havayı içime çekmekti, aşkı düşünüyordum, bir kuşun kanat çırpışlarını.” (s. 5) Necip okurlarımız metni son derece karışık bulmalarının yanında “aşırı” cinselliğin çok rahatsız edici olduğunu söylemişler, öznel bir mevzu ama aşırılık göremiyorum, arzunun dile getiriliş biçiminde toplumun normlarını gıcıklayan bir şey var sadece. Eh, toplumun biraz değişmesi gerekiyor artık, eşcinselliğin reddiyle dilin reddi arasında çok ince bir çizgi var. Parçalanmış kişiliğin anlatısını okunamaz bulmak da tembellikle ilgili zannediyorum, her ne kadar dağınık gibi görünse de anlatıcı Bjørn’ün gözlerinden görebildiğimiz ölçüde anlatı dünyasının içindeyiz, alımlayabiliyoruz, parçaları bir araya getirip seyri oluşturabiliyoruz, eğer bunları istiyorsak tabii. Anlatıcının çift cinsiyetliliği de makul, penisinden ve vajinasından bahsetmesi çift cinsiyetlilikten biseksüelliğe kadar pek çok yorumu ortaya çıkarabilir, metin bu açıdan da zengindir. Aslında her açıdan zengindir, kapitalizmin yerildiği bölümlerde boklar ve çişler anılır, anlatıcının binici öğretmeniyle ilişkiye girdiği bölümlerde cinselliğin doruklarına varılır, ne bileyim, her yöne genişleyen anlatıdan keyif almak çok kolay.
Bjørn’ün ailesinin at çiftliğinde başlayan mevzuda derinin, bedenin keşfiyle birlikte babasızlığın izlerini de buluruz, anne bir gün eşinin yanında yatmadığını fark eder, adam bir süre sonra Kopenhag’daki bir kadının yanına taşınarak yaşamını orada sürdürür. Annenin yası tamamlanmaz, yatağını Bjørn’le paylaşmaya başlar. Sonranın hikâyeleridir, ara ara karşımıza çıkar, en başta zamandan zamana atlayan anlatıcı farklı yaşlardayken neler yaptığından bahseder. On beş buçuk yaşındayken yatılı okuldadır, hafta sonlarında çiftliğe dönmeyi dört gözle bekler, âşığıyla buluşmak yaşamının amacıdır o sıra. Her zaman. İyi bir yazardır aynı zamanda, yaşamını kaleme almayı özellikle istediğini söyler ve bunun olanaksızlığından bahseder. Yaşam kâğıtlara sığmaz, bir hayat hikâyesine asla güvenilmez, bir sandalyeye oturan adamın sikini yalamaktan hoşlanmayan bir adama, bir sandalyeye oturan bir kadının götünü yalamaktan hoşlanmayan bir adama ve böyle eylemlerden uzak duran kimseye güvenilmez, bastırılmış cinsellikte gerçeklik vardır da hakikat yoktur. “Götünün deliğiyle yaz, bir arkadaşa tavsiyemdir.” (s. 10) Yazı yeteneğinin yanında yaşama yeteneği de vardır anlatıcının, kendisini çeken her şeye ilgi gösterir, biniciyle de bu şekilde yakınlaşır. Cin içer, gidip eyerlerin üzerine boşalır önce, atları muayeneye gelen veterinerin elini atın anüsüne sokup avuç avuç bok çıkarmasını izler, ardından hocasının penisi ve göt deliğiyle hemhal olur. Yer yer hissettiklerinin sözcüklere gelmediğini görürüz, duygularının yoğunluğunu harfler kaldıramaz. Daha karmaşık olanlarının yanında basit bir örnek: “Çünküsü çünküsü yüzünden olmasaydı. Annenin çünküsü, taşranın çünküsü, binicilik öğretmeninin. Ben yolculuk diyorum, çünkü otobüs, çünkü Fjaltring, deniz, o.” (s. 11) Tanrıdan, dualardan hiç hoşlanmaz Bjørn, hiç işi olmamıştır onlarla, atlara duyduğu sevginin nesnesi yer değiştirince kimliğini de bulmaya başlar, farklı bir dinin mürididir artık.
Geçişler pek hızlıdır, paragraflar farklı kişilerin anlatımına geçişi sağlar. Her karakterin Bjørn’ün bir parçası olduğunu düşünebiliriz, on yedi yaşındaki oğlunun fotoğrafından bahseden annenin de aslında Bjørn olduğunu düşünebiliriz, sayısız ihtimal. Dilin niteliği hemen hiç değişmez, birtakım nesnelerin listeler halinde sunulmasının, arka arkaya sıralanmış eylemlerin hızlandırdığı olay örgüsünün anlatım tekniğini sıklıkla değiştirmede araç olduğunu biliriz, bunun yanında onca değişimde dilin çakılı kalmasını da anlarız, Bjørn zihinsel ve bilişsel oyunlar oynar, yaşadığı travmayı en iyi biçimde aktarır. Bunun bir benzerini Kız Natamam Bir Şeydir‘de görürüz, o metin de paramparça, yapbozu andıran yapısıyla bozulan bir metindir ama anlatının takibi çok daha kolaydır, ensest ilişkinin verdiği heyecandan kurtulamayan genç kızın hezeyana varan halleriyle Bjørn’ünkü arasında benzerlikler varsa da kız sonuçta natamamdır, olayı bellidir, daha açıklayıcı bir kurgunun yardımıyla mevzuyu kolayca çözeriz. Bjørn bize pek bir şey vermez, vermeye niyeti yoktur, kendi hikâyesini bazen usul usul, bazen çatır çutur anlatır. Kendince. “Belki Hiç Mutlu Olamayacağım” diye bir bölüm var örneğin, geçmişin izini sürmekten ibaret. Şımartıldığını, teşvik edildiğini söyler, etrafındakileri parmağında oynatmasını öğrenmiştir, Noel gecesi kendini derin derin kestiğini, aynada kendine bakıp kendisini çok sevdiğini söyler, her şeyi sevdiği kadar. “Ben açık bir kılıfım, ne verilirse içinde barındırabilecek bir kılıf. Ben yoldaki çukurlarım, arabanın benzin deposunun kapak deliğiyim, ben devamlı dolduruluyorum, bu önemli bir dönemeç oluşturan bir keşif oluyor benim için.” (s. 19) Bütün roman keşiflerden ibarettir, Bjørn seyahat ettiği yerlerdeki mekânı, insanları, çiftlikteki yaşamı, penisleri ve anüsleri keşfeder, bu bağlamda yaşama sevinciyle doludur, kendine sınır biçmez, teninin sadece organları bir arada tutmakla mesul olduğunu defalarca söyler. Organların bir arada durması önemlidir, gerisi özgürlük. Hocayı tehdit etmek serbest, adam aralarındaki sözleşmeyi bozup savaşa gideceğini söylediğinde Bjørn âşığını tehdit eder, her şeyi annesine anlatacağını söyler. Sübyancı, sapık, adama ne derlerse artık, sonunda yaşamı mahvolacak olan hocadır, şantaja uğramasa da kolay kolay kopmayacaktır zaten Bjørn’den.
Pek çok şarkıdan pek çok söz arada derede karşımıza çıkar, sıkı bir playlist oluşturulur onlardan. Bu iyi bir teknik aslında, metin şarkılarla genişletilebilir, tabii okur üşenmeyip şarkıları bulursa. Bjørn metropole gidip fahişe olarak çalışmaya başladığı zaman anlatı biraz olsun durgunlaşır, aşkın etkisi silinmeye yüz tuttuğu için bir nevi normalleşmenin etkileri hem Bjørn’de hem de metinde görülür ama bir süre sonra yaşananlar anlatıyı tekrar karıştırır. Dizeler, fotoğraflar, alışveriş listeleri ve fişler, son olarak şu: “Tenim benim en büyük organımdır, Tenim tüm organlarımı sarıp sarmalayan esnek bir kılıftır, anlamı: Sen.” (s. 89)
Arayışa açık metinlerden hoşlananlar için birebir, on numara roman. İlginç bir şey okumak isteyen buyursun.
Cevap yaz