Anlatı iki meselenin yaşamdaki pratiği üzerine kurulmuştur denebilir ama meselenin iki olduğundan emin değilim, belki üç, bu tür romanlarda aradan hep bir şeyler fırlar, ne olduğunu anlamadan bambaşka bir yere savrulursunuz hikâyeyle birlikte. Modiano ve Tabucchi çok yapar bunu, özellikle Modiano, arayışın biteceğini sezdirir de okurunu öylece bırakır metnin sonunda, belirgin bir sona veya çıkarımlara ulaştırmaz, seyri mühim kılar. Schlink benzer bir yol belliyor ama başlardan itibaren nirengi noktalarını sunuyor, bu noktaların Peter Debauer/Peter Graf özelinde basitten karmaşığa doğru ilerlemesi kurmacanın hoş bir niteliği, Peter çocukken dedesinin anlattığı hukuk hikâyelerinden basit dersler çıkarıyor ve ömrünün bölüm sonu canavarı olarak karşısına çıkacak Demir Kural’ın temellerini anlamaya başlıyor. Altın Kural bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkasına yapmamamız gerektiğini söylerken Demir Kural bize yapılmasına rıza göstereceğimiz eylemleri yaptığımızdır, örneğin cinayet işlemek ancak cinayete kurban gitmeyi kabullenmişsek meşrudur, kişisel olarak meşrudur, önemli olan o iradeyi gösterebilmektir, böylece genel geçer adalet anlayışının daha şahsi bir varyantla ele alınıp değiştirilmesi gerektiği işlenir. Gerçi bir karakterin, Peter’ın aradığı kişinin görüşüdür bu, babasının. Arent’i eleştirir baba, söz konusu sadece kötülüğün bayağılığı değil, öznelerin sırf emir uygulayıcıları olarak görülüp incelenmesidir ama ilkiyle yetinmiştir Arent. Bu mevzu baştan sona farklı biçimlerde önümüze geliyor, özet niteliğinde bir alıntıyla geçeceğim: “Tarihte hedef yoktur, gelişme yoktur, bir yenilginin ardından yükselme vaadi yoktur, güçlü olanlar için zaferin ya da zayıflar için adaletin garantisi yoktur. Biz bunları bir hedefi varmış gibi yorumlayabiliriz. Buna hiçbir şey karşı olamaz, çünkü biz sürekli böyle yapmak zorundayız, sanki gerçek metinden daha fazlasıymış gibi, sanki yazar metinde bize söylüyormuş gibi, sanki iyilik ve kötülük, hak ve haksızlık, gerçek ve yalan varmış gibi ve sanki adaletin kurumları çalışıyormuş gibi. Bu arada seçim bize kalmıştır, ya bize dayatılanı kabulleniriz ya da dünyayı nasıl algıladığımıza, dünyada kim olduğumuza ve ne yapmak istediğimize kendimiz karar veririz. Bize kararlarımızı aldıran kendi gerçeğimizin deneyimlerini varoluşçu, ekstrem, istisnai durumlarla yaparız.” (s. 278) İkinci Dünya Savaşı’nı tamamen kapsayan bir metin değil bu, yine de Schlink’in diğer metinlerinde de görülen bir nevi hesaplaşmayı, Alman tarihine farklı bir pencereden bakmayı sağlar. Bir şey daha, karşımıza çıkan bütün karakterler “ekstrem, istisnai durumlar”da şahsiyetlerini ortaya koyarlar, kişilik özelliklerinin bambaşkalığı bu uzun malumatı kurgusal anlamda da destekler. Normal durumlarda da farklılıklarını gösterirler aslında, hasılı Schlink karakterleri üzerinde uzun uzadıya çalışıyor bence. Çalışmıyorsa doğal bir yeteneği, insanlarla ilgili derin bir sezgisi var demektir. Bu bizi ilgilendirmiyor gerçi, kurgusunu ve karakterlerini şöyle iyice bir övüp geçtim, dönüş izleğine geldim. Peter çocukken dedesinin ve ninesinin temize çektikleri kâğıtların yanında eşyaları korumak için kullanılan kâğıtlarda da yer alan bir metne denk gelir şans eseri, hikâye cepheden dönen Alman askerlerinin bazı badireleri atlatmaları ve atlatamamalarıdır. Karl nam kahramanımız yol boyunca arkadaşlarını kaybeder, ölümden döner, nihayet Friedrich Meydanı, Kleinmeyer Caddesi, 38 numaradaki evine gelir, kapıyı çalar, eşine nihayet kavuştuğunu düşünürken dehşete düşmüş bir yüzle kapıyı açan eşine ve ardındaki adamla çocuğa bakakalır. Karl’ı öldü bilen kadın tekrar evlenmiş ve çocuğu olmuştur, bir hayalete bakakalır. Karl her şeyi anlar anlamaz dönüp gider, böylece eve dönüş yeni bir yolculuğa yol açar. Peter bu metni okur, sonunu merak eder ve araştırmaya başlar, çocukluğunda pek ilerleme gösteremeyecektir ama üniversite zamanlarından itibaren sokağı ve numarayı aklından çıkaramamaya başlar, okuduğu metnin Odysseia‘yla bağlantısını da kurunca taşlar gümleyip oturur, her gümlemede bilinmeyen biraz daha bilinir hale gelir. Karl bir yıla yakın bir süre bir kadının evinde kalmıştır örneğin, atlattığı badirelerden birinde kendini çözülmeyecek şekilde bağlatır, doğrudan Odysseus’un macerası işte. Daha da bombası, oğlanın parçalarını bulup okuduğu bu metni hikâye boyunca arayacağı babasının yazdığını anlamasıdır. Aşama aşama gelişen bu yapının yanında Peter kendi yaşamını da anlatır, hatta öyle ki metinde yaşananları, Odysseus’un başına gelenlerin çok benzerini kendisi de yaşar, biyolojik ve bibliyografik kalıtım diyesim var. Barbara’yla tanışır bir zaman Peter, kadına âşık olur, birlikte yaşamaya başlarlar ve öğrenir ki Barbara’nın yıllardır beklediği bir adam vardır, döneceğini söylediği için Barbara’nın geleceğine el koymuştur adeta. Peter bunları öğrendikten sonra da Barbara’yla birlikte olmaya devam eder, ta ki adam gerçekten de gelene kadar. Romandaki adam gibi çekip gider, bunun yanında annesinin gönülsüzce anlattıklarından öğrendiğine göre kendi babası geri dönmemiştir. Paralel üç hikâye, çeşitlemeler. Adalet izleğinden daha da öndedir bu, Peter ve diğer karakterler bir şeyleri aramışlar, bulmuşlar veya bulamamışlar, buldukları zaman kendileri değişmiş bu kez, kısacası kendi anlamlarını yaratıp mitin modern versiyonlarını canlandırmışlar. Bununla ilgili de hoş bir bölüm var, alıyorum: “Her şey olabilirdi: Odisseia‘nın hedefi ve anlamı, gerçek ve yalan, sadakat ve ihanet. Geriye kalan tek şey Odisseia‘nın başkaldırı, macera ve eve dönüş mitlerinin zamandan ve mekândan uzak gelişmelerinin bir destana dönüştürülmesiydi, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde ve her an yaşanması mümkün bir hikâyeye. Soyut bir zaman ve mekân boyutu yaratmıştı ki, bu olmasa bizlerin hikâyesi ve hikâyeleri de olmazdı.” (s. 258) Bu iki izleğin birleştiği paragrafı da alıntılayıp daha bir şey alıntılamıyorum, yazı ne hale geldi: “Odisseia‘nın adaletinde de seyir normalmiş: hedefler, adaletin iniş çıkışları, adalette neyin iyi neyin kötü olduğu, neyin akılcı neyin akıldışı olduğu, neyin gerçek, neyin yalan olduğu. Odisseia‘nın adaletinden geriye kalan tek şey adalet ile adaletsizliğin soyut boyutuydu ve bunun için sürekli bir karar alma durumunda kalınmasıydı.” (s. 259) Peter’ın babasının görüşleridir bunlar, ortadan kayboluşunun ve diğer eylemlerinin dayanağı. Babanın hikâyesi çok ilginç, arayış süreci de bir o kadar ilginç, tam Modiano’nun kalemi deyip daha fazla eşelemeyeceğim ve bir iki şeye değinip bitireceğim ama ikinci paragrafa geçeyim artık, şu külçe gözümü acıttı.
Romanda fazlalık olarak görülebilecek şey Peter’ın eski sevgililerinden birinin çocuğuyla geçirdiği vakit, daha doğrusu Max’ın hikâyede geçirdiği vaktin fazlalığı. Peter kendi çocuğuna nasıl davranacağını gösteriyor Max vasıtasıyla, babasının kendisine göstermediği şefkati, hatta kendisine göstermediği varlığı Max’a sunarak seçimler ve sorumluluklarla ilgili yaklaşımlarını göstermiş oluyor da lüzumsuzca uzun bu mesele, arayışın orta yerinde ansızın beliren Max hikâyeyi yavaşlatıyor, o kadar da önemli olmayan varlığıyla rol çalıyor adeta. İkinci mevzu Peter’ın babasının şu meşhur deneyi tekrarlaması, işte, elektrik verip vermemek kişinin elindedir, hoparlörlerden çığlıklar gelir de görevliler bir şey olmayacağını, voltajı artırmasını söylerler kişiye, kişi çığlıklara değil de görevlilere inanarak voltajı artırır. Emirlere uymakla ilgili bu deney sonlara doğru karşımıza çıkar, Peter babasının Columbia’da hocalık yaptığını öğrenir nihayet, Barbara’yı ardında bırakarak uçağa atladığı gibi soluğu ABD’de alır. Babasını kim olduğunu söylemez, seminerlere katılır ve babasıyla yakınlaşır. Küçük bir grupla birlikte yola çıkarak babasının davet ettiği yere varınca kuş uçmayan bir yerde hapsolur, dört kaba adamın ortaya çıkmasıyla okumuş etmiş insanlar fiziksel ve psikolojik işkenceye uğrarlar. Gidiyor böyle, hikâyenin gidişatından ayrılarak gidiyor, Schlink’in böyle bir şey yapması şaşırtıcı, kötü, iyi, ilginç, artık her neyse. Kamuya duyurulan bu mevzunun yankılarını öğrenmek isteyen okur kitabı hemen edinmeli, Peter’la babasının yüzleşip yüzleşmediğini görmeli. Bu başarılı romandan öğrenilecek bir şeyler var, şahsen adaletin doğası ve dönüşün anlamları üzerine düşündüm, iyi oldu. Evet.
Cevap yaz