Tartışmayla açılır metin, adamın ve kadının dokuzuncu evlilik yıldönümlerinde içtikleri şarabın etkisi hemen fark edilir zira o kadar derin bir konuşmayı daha önce hiç yapmamışlardır. Uykuya dalmadan önce başlayan hesaplaşma sabaha dek sürecek, evliliğin aslında ne mene bir kurum olduğunu lirik lirik faş edecektir. Dokuz yıl boyunca çok şey konuşulmuş, çocuklar yapılmış, yemekler yenmiş, yataklar toplanmış, bulaşıklar yıkanmış, seksler eylenmiştir ama ne adam ne kadın birbirlerini tanımışlardır, tanımaya çalışırlar. Tanımak da değil, didik didik ederler kişiliklerini, düşüncelerini, sadakat masaya yatırılır, sevgi masadan kaldırılır, aynı yatağı paylaşmalarını sağlayan sebebin doğası irdelenir. Cezve mühim, bir cezve ayrılığın kanıtı sayılabilir zira aynı cezveden kahve içmemeleri arızadır. İlk kez o gece içerler, şekerli. Oysa sade kahve içen yine sade kahve içebilir, kahve bazen sadece kahvedir, zorlama birlikteliklerin ömrü ne olacaksa. Otururlar, bardakları tokuştururlar, aşklarının şerefine içerler. Gibi, kadın adama âşık olup olmadığını sorduğunda adam öyle bir soruyu ilk kez duyuyormuşçasına kalakalır, cevap vermez, elmadan bir ısırık alır. İyidir, ısırıklarla, koklamalarla dolar hikâye, tarafların davranışlarından çıkarılabilecek anlamları diyalogların gösterdiğinden başka yere koyabilir, sözün eylemle ne ölçüde örtüştüğünü izleyebiliriz. İzleyemeyiz, lirizm saflığı bozar, sözcükler anlamları perdeler, Yıldız saf gerçeklikten sapar. Üsluptur, kimine alametifarikadır ama edebi atağa dönüştüğü olur, tat kaçırır: “‘Filmlerde, dergilerde, sokaklarda görüp, beğendiğim öteki kadınları öpüyordum. Sen bir elektrik donanımısın salt. Dışarda dolan akümdür, donanımından tad geçiren. En çok sevdiğim dudaklar… Öperim ben seninle birlik. Gözlerimiz kapalıdır çünkü.’” (s. 62) Fennin ilerlediğinden, medeniyetin evlileri bir arada tutma aygıtı olduğundan bahseder kadın, adam uçakların taşıdığı insanlardan çok daha fazla sayıda bomba taşıdığından bahseder, konuyu bir anda tek dişi kalmış canavara getirir, sınıf mücadelesi pörtler bir yerden, kısacası kapitalizm eleştirisi bekaret belası tartışılırken orta yere düşer zamansız, diyaloğu bambaşka yerlere çeker, bütün tutmaz. Metnin sonunda kurumun kontrol mekanizması olduğunda karar kılarlar, sokaktan geçmeye başlayan insanların sesleri artarken birlikte olmalarının dinamiğini çözdüklerini düşünürler ve öylesi kuşatılmış bir dünyada nasıl bağımsız kalabileceklerini, kişiliklerini nasıl koruyabileceklerini çözemeden uykuya dalarlar, konu erkeğin kadını tüketim toplumunun kusursuz bir ferdi olduğu yönünde suçlamasından çıkışsızlığa dek uzar da uzar. Adamın safsataları incelenmeye değer, kadının sabrı da.
Başta adamın ailesine göz atıyoruz, kendinden önceki iki çocuk öldükten sonra o nihayet yaşamış da doğanın kirletmediği insanların arasında bir insan olarak büyümüş, cinsel açlığının temellerini köy ortamında bulacağız. Kadın az kardeşli, kasabada doğmuş, daha geniş bir topluluğun içinde büyümenin getirdiği güvene sahipse de kasabadır, baskı yüzünden az çekmemiş. İlk aşklarını soruyorlar birbirlerine, adam kırmızı yazmalı sevgilisinden bahsediyor. Su başında görmüş de izlemeye gitmiş sık sık, sonra ayağında çarık bir adam gelip tokadı basınca namusun ne olduğunu anlamış. Yüreği bir arkadaşı sayesinde soğumuş, bir de eşek sayesinde ama öncesinde karpuzlu hikâye var. Kızılırmak’ın kumlarından birer kafa yapmışlar, ortasını kestikleri karpuzu kafanın az altına koymuşlar, sonra kumdan kafayla öpüşürken gidip gelmeye başlamışlar, ılık ılık bir şeyler akınca kırmızı yazmalının acısı kalmamış. İlk aşk bu, kadının mendil verdiği çocuk sınıfta kalınca bir başkası gelmiş onun yerine, sevgi kalpte değişe değişe kalmış. İlk cinsel ilişki, adamın cinsel baskı yüzünden yaptığını söylediği “pis iş” ortaya çıkacak da adam durumu eşitlemek istiyor aklınca, apartman duvarlarının dili olsa kadının maceralarını anlatacağını ima ediyor. Çarpıtmaların ilki bu, sonrasında başka kadınlarla birlikte olduğunu üstü kapalı biçimde itiraf ederken eşinin tüketim alışkanlıklarını terazinin öbür kefesine koymaya çalışması ikinci. Sırayla gidelim, köyde eşeğe vardığını söylüyor adam, arkadaşının kirvesinin oğlu yol göstermiş de eşekle bağa giderlerken olmuş ne olduysa. Kadın lanet ediyor öyle dürüstlüğe, eşinden iğrenmeye o an başlıyor, adam dürüstlük sözünü bozabileceklerini söylüyor çünkü aralarına bir hayvan girdi artık, ilişkileri daha fazla zedelenmeden durabilirler. Duramazlar, bir kez başladıktan sonra dökülecekler: adam biraz büyüyünce batıya, deniz kenarına gidiyor, kaldığı evin beyi uzaklardayken çocukların beslemeyi sıkıştırdıklarını görüyor. Japon mağazası yerine Anadolu’nun yaylalarından alınan bir oyuncak o kız, ev işlerini yapmasının yanında oğlanların açlığını gideriyor. Bir başka manzara, kız aynı yaşlarda, Avrupa’nın batısında bir yerlerde güpegündüz yerlerde yuvarlanıyor, parkların kuytu köşelerinde erkeklerle neler neler yapıyor. Yıldız’ın şu Avrupa nefreti beni benden alıyor bazen, adamların emek sömürüsü elbet eleştirilmeli de parkta oturup para üzerine konuşan ebeveynlerin çocuklarını pazarladıkları iması, gençlerin olur olmaz yerlerde bödöf bödöf seviştikleri iddiası, hani hayvandan daha hayvan olduklarını düşünmemizi istiyorsa Yıldız’ın suyuna gidip dindirelim artık şu öfkesini, ahlaksız olduklarını afişlere yazıp sokaklara falan asalım, ne bileyim. Kadına geliyoruz, gençliğinden hatıralarında maşa var, annesinin elinde kaba etlerine inen maşa. Bazı şeyleri saklamasını söylüyor anne, sermayeyi kediye yüklememeli, kıçını memesini gizlemeli kız. Odasına kaçıyor, duvarın ardından komşunun oğlunun inleme sesleri geliyor, kız da başlıyor mastürbasyona, inlemeye. Cesur sahneler, hoş. “Kadın da gözlerini açmıştı. Yatakta dört kişilermiş gibi geldi ona. Bugünkü kendileri ve yıllar önceki çocuklukları. Sivilce yüzlü, kısa saçlı, henüz dolmaya uğraşan, ürperen, sırasında kaplumbağa gibi toparlanan, sırasında tavus kuşu gibi kabaran kız…” (s. 25) Kardeş gibi görüyorlar birbirlerini, sonra biri diğerinin çocuğu oluyor, kimlikler karışınca evlilik çatırdamaya başlıyor. Yan odada uyuyan çocukların üstlerini örtmeleri, ilk gecenin ateşini hatırlamaları yeterli değil.
Kadın geçmişte cinsel özgürlüğünü yaşamak istediğini anlatınca adam “ambalajın açılmamış olmasını” yeterli bulmuyor zira başkalarıyla birlikte olmak isteyen kadın amacına ulaşamadıysa da kirlidir artık, adam ilk gecelerinin masumiyetini mahveden kadına çıkışmaya başlıyor o sıra. Erillik mide bulandırıyor o noktadan sonra, adam ne kadar açık olmaya meyilliyse o kadar saldırgan, sanki bitik evliliğini sonlandırmak istediği için tuzağa düşürmüş eşini de konuşturuyor. Babasının söylediği aklında, erkekler akrep gibi olmalı da sessizce yaklaşıp sokmalı, sonra arazi olmalı. Eh, amacına ulaşmış adamın biri, kadını evlilik vaadiyle kandırıp “kirletmiş”, kadın paketi sağlam tutamadığı halde evlendiği adama hiçbir şey söylemediği için suçlu. Tertemiz diye nasıl da sevinmiş adam oysa, bilseymiş başka türlü olurmuş herhalde, kendisinin genelevlere gitmesinin hiçbir önemi yok tabii. “‘Aldatılmışlığın kinini taşımak varken, işi arsızlığa vurmak niye? Diyelim kasabadan büyük bir kente geldin, şaşırmış, ezik… Düşünüp birçok nedeni kurcalayacağına, kendi kendini kurcalatmanın gereği neydi yani? Hem de hiç bir tat almadan.’” (s. 41) Kadın “mührünü kaptırmadığını” söylüyor arada, sevişmiş de son raddeye gelmemişler çünkü korku ele geçirmiş kadını, müsaade etmemiş. Adama yetmiyor bu, zorunluluktan namuslu olan kadının namussuzlar kadar değersiz olduğunu düşünüyor. Daha da pek çok şey düşünüp paramparça ediyor ilişkilerini, sabah olduğu zaman bitikler. Hemen hemen hiçbir şey konuşmamışlar o zamana kadar, yaşamlarına dair çok az şey biliyorlar, döküldükleri zaman aslında çoktan bitmiş bir yakınlığı sürdürmenin anlamsızlığına boğuluyorlar. Şirket evlilik, ortağa güvenemeyince dağılır ama güven hiçbir zaman oluşmamış zaten. Bilmemek güvenmek değil.
Mesele güncel kalmaya devam edecek bir süre daha, dil ve biçim eski, bunaltıcı. Denk gelinirse okunsun işte.
Cevap yaz