Kırmızı kapaklı bir kitap, Sınıf. Tek partili dönemde “risk budur” demenin en iyi yolu. Devrim Yayınları’nın kurucusu İhsan Devrim’i Süper Baba‘daki dede rolüyle biliyoruz, yayıncılık yönünü pek bilmiyoruz. Soyadını yayınevinin adı yapmış, üzerine kırmızı kapaklı bir kitap basmış ve kitabın adı Sınıf, haliyle kitap yirmi beş gün sonra toplatılmış. O günlerde üç öğrencisiyle karşılaşmış Rıfat Ilgaz, birinin elinde kitabı. İmzalamış, eve dönüş yolunda üst komşu Perihan Abla cama çıkıp eliyle “git” demiş, Ilgaz kapının önündeki iki polisi fark ederek uzaklaşmış. O günler Karartma Geceleri‘nde. 10 Ağustos 1944’te verilen mahkeme kararının ayrıntılı gerekçesinde “kitabın yazarının hasta ruhlu olduğu ve kitabın edebî açıdan hiçbir değeri olmadığı” yazılmış, bilirkişi kim veya kimlerdi acaba? Cemiyetimize dil uzatmış, sınıf mücadelesini övmüş devleti tü kakalamış işte, hemen Tophane Cezaevi’ne. Aydın Ilgaz o sıralar dört yaşında, babasını sık sık ziyaret ettiğini hatırlıyor. Rıfat Ilgaz’ın yanına İstanbul Erkek Lisesi son sınıfından Sami diye bir genci vermişler, suçu Nâzım Hikmet’in bir şiirini “tape etmek”. O sıralar cezaevinde ünlü biri daha var, mahpusluğu kıyak, Alparslan Türkeş “Turancılık” suçuyla yatıyor ama Ilgaz’ın gördüğü eziyetin onda birini görmüyor belki. Ilgaz artık mimli, eşi de öğretmen olduğu için meslek yaşamı zora girmesin diye ayrılıyorlar. Aydın Ilgaz sadece efsaneyi anlatmakla yetinmiyor, babasının Markopaşa dönemlerine, Orhan Veli ve diğer arkadaşlarıyla ilişkilerine de odaklanıyor ara ara, meraklıları mutlaka göz atmalı. Dergiler, soruşturmalar, bir dünya tantana, ardından İlhan Selçuk yönetimindeki Dolmuş‘a intikal. Fikir Ilgaz’dan çıkıyor, İlhan Selçuk’un onay vermesiyle hikâyeler birer birer geliyor. İsmi de Ilgaz belirliyor, “Haytalar Sınıfı”ndan sonra “Hababam Sınıfı” deyince İlhan Selçuk onaylamış, Turhan Selçuk çizmeye başlamış ve efsane şiirden sonra öyküye de kavuşmuş. Hikâyelerin yazarı “Stepne”, Ilgaz başına bir iş gelmesin diye takma isim kullanıyor ve gelen hayran mektuplarına, telefonlara cevap vermiyor. Kabataş Erkek Lisesi’nde okuyan Aydın Ilgaz babasının kim olduğunu söylemiyor o sıra, Hababam Sınıfı‘nın delice okunduğu o dönem dikkatleri üzerine çekmemeye çalışıyor. Olduğu gibi alayım: “Behçet Necatigil, lisede benim öğretmenimdi; çok sevdiğim ve saydığım birisiydi. Hem şair olarak, hem de iyi bir öğretmen olarak, okuldaki bütün öğrencilerin sevgisini kazanmış olması beni de sevindiriyordu; çünkü babamın yakın bir arkadaşıydı. Buna karşın, o bile, benimle çekinerek konuşurdu. O dönemin ‘baskı’lı ortamından zannediyorum; koridorlarda karşılaştığımızda, ‘Nasılsın, iyi misin Aydın? Bir sıkıntın var mı?’ diye sorar, fazla uzatmazdı. O günlerde, Rıfat Ilgaz’ın oğluyla konuşmak bile, babamın siyasi konumu nedeniyle herkesi ürkütürdü.” (s. 35)
Hikâyeler dilden dile dolaşmaya başlayınca İlhan Selçuk hemen kitaplaştırıyor öyküleri, 5 bin kitap anında bitiyor. Müthiş bir olay. Mizah kitaplarından aldığı ilk telif 250 liraymış Ilgaz’ın. Dergi kapandıktan sonra ikinci kitap Tan Basımevi’nden çıkmış ama beğenilmemiş, Stepne’nin Sovyet casusu olduğuna dair haberler de çıkınca Rıfat Ilgaz bırakmış yazmayı, çok yorulmuş zaten. 78 hafta boyunca aralıksız yazmış, oğlunun okuldan atılma tehlikesinin belirmesi son nokta olmuş artık. Öykülerin sonuncusunda bu atılmanın, Anadolu’daki liselere dağıtılmanın izleri varmış, Mahmut Hoca çocukları teker teker trene bindiriyormuş son öyküde. Tabii bitmiyor hikâye, Aydın Ilgaz’ın Darüşşafaka’dan kovulma vakası var. Rıfat Ilgaz sağlık sorunlarından ötürü hastaneye yatıp eşi de ABD’ye gidince evde tek başına kalamamış Aydın Ilgaz, annesinin vasıtasıyla Darüşşafaka’da kalmaya ve çocuklara etüt hocalığı yapmaya başlamış. Öğrencilerin elinde Hababam Sınıfı var, elden ele dolanıyor, okuyor herkes. Yönetim hemen işkilleniyor, Aydın Ilgaz’ı kenara çekip kitapları onun getirip getirmediğini soruyorlar. Sormuyorlar aslında, karar çoktan verilmiş ama prosedür neyse o. Aydın Ilgaz kitaplarla ilgisinin olmadığını söylese de inanmıyorlar ve kovuyorlar onu okuldan. Yıllar sonra Darüşşafaka’nın spor kompleksinin inşa edilmesini sağlayan da bu kitaplar üstelik, Rıfat Ilgaz telif gelirleriyle yaptırmış. Kapkara mizah bu.
Tiyatro uyarlaması var filmlerden önce. Zeki Alasya, Metin Akpınar, Suzan Ustan, Ercan Yazgan gibi oyuncularla parlayan oyun hep kapalı gişe oynanmış, üstelik bir günde üç oyun birden. O sıralarda eğitimini sürdürmek için ABD’ye giden Aydın Ilgaz dönmek isteyince parasının uçağa yetmeyeceğini anlamış ve babasına durumu haber vermiş. Umutsuzmuş ama Rıfat Ilgaz şak diye yollamış parayı, oyundan kazandıkları olmasa Aydın Ilgaz bir süre daha dönemeyecekmiş memlekete. Buna benzer bir sürü hikâye var, en ilginçlerini aktarayım. Oyun Ankara’da öyle ses getirmiş ki Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay torununu da alıp gitmiş, ertesi günkü gazetelerde dedeyle torunun kahkahayla gülerken çekilen fotoğrafları yer almış. Hemen ardından Genelkurmay Başkanı Tural Paşa da eşiyle birlikte oyunu izlemiş ve öğretmen olan eş oyunu hiç beğenmediğini söylemiş, öğretmenler aşağılanıyormuş oyunda. O günün eleştirmenleri iki görüşten birini desteklemek zorunda kalmışlar, taraf seçmişler adeta, tartışmalar başlamış. Bundan iyi bir Mustafa Çevikdoğan öyküsü çıkar aslında. Sayın yazar, elinizden öper. Kitaplarda durum o kadar iyi değil, kimse Rıfat Ilgaz’ın kitaplarını basmak istemiyor çünkü devletle karşı karşıya gelme ihtimali çok yüksek. Nedir, Ak Kitabevi basmayı kabul ediyor ama yirmi yıl boyunca yazarı sömürüyor resmen. Kayıt kuyut yok, baskı üzerine baskı ama yazara gelince beş kuruş yok. Aydın Ilgaz davalar açıyor, matbaaları basıyor ama hantal hukuk sistemi yüzünden kazanamıyorlar davayı. Çınar’ı kurduktan sonra bütün kitapları toplamayı başarıyorlar ancak, onca maddi kayıptan sonra. Uzun uzun anlatıyor bu olayları da Aydın Ilgaz.
Filmlere geldiğimizde Orhan Günşiray ve Atıf Yılmaz’ın girişimini görüyoruz, 1966’da öykülerin çekim haklarını alan ikili senaryoyu sansür kurulundan bir türlü geçiremedikleri için filmi çekemiyorlar bir türlü. Kuruldaki bir öğretmen hiçbir hocaya “kel” dedirtmeyeceğini söyleyerek reddetmiş senaryoyu, süper. Sonra Ertem Eğilmez el atmış mevzuya, “kel”i çıkarıp senaryoyu geçirmiş kuruldan. Sonrası birkaç film. Karakterlerin çoğunun değiştirildiğini biliyoruz, bazıları ekleniyor, bazıları da çıkarılıyor, öykülerden ve oyundan devşirme senaryolar yazılıyor ve çekiliyor. İlk filmler güzel de Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor gibi garabet bir filmin çekimine Ilgaz’ın nasıl izin verdiğini hep merak etmişimdir, cevap tatmin etmedi ama merakım dindi. Ilgaz çekilen filmlerle sinema kariyerine başlayan ya da kariyerini ilerleten oyuncuları düşünmüş, bu yüzden desteklemediği son filmin çekilmesine de razı olmuş. Filmdeki çocuk olayını Müjde Ar söylemiş Ertem Eğilmez’e, İspanyolların yaptığı bir filmde gördüğü hikâyeyi Hababam Sınıfı‘na kaktırıvermiş ama olmamış tabii, saçma sapan bir şey.
Aydın Ilgaz’ın Mehmet Ali Erbil’in oynadığı 2004 yapımı filme neden onay verdiğini anlamadım, babasının mirasına çok düşkün olmasına rağmen filmin kötülüğüne karşı hiçbir şey söylememiş olması, geri plana çekilmesi anlaşılır gibi değil. Bunun yanında babasının öykülerinden (ç)alıntı dizilere verip veriştiriyor, biraz dedikodu buralar. Esas 1980 Darbesi döneminde Kastamonu’da yaşananları anlattığı bölümler fena, Rıfat Ilgaz’ın o yaşta gördüğü muameleden gözlerim yaşardı. Devletin aydına ettiği işkencenin sınırı yok.
Daha kapsamlı bir incelemeyi bekliyorum hâlâ, bu daha çok birkaç anının derlenmiş hali gibi.
Cevap yaz