Spartacus’u dizilerde on kişiyi kesip biçerken gördük, Crixus daha hayvani olmakla birlikte kafası Spartacus kadar çalışmadığı için ayak uydurdu bazı, huysuzluk yapıp işleri zora soktuğu da olmuştur ama genel olarak arıza çıkarmadı, Gannicus ululardan bir ulu olarak bütün hikâyeyi alıp götürse kimse ses etmezdi herhalde, öyle bir karakterdi, Keltlerin en has adamıydı falan, dizide herkes ölüm makinesi olarak dolanıyordu, dolayısıyla romanda bu insanların kölelikten kurtulma ve Roma’nın ekonomisinin cortlama aşamasına odaklanıldığını görünce şaşırmamalıyız çünkü Koestler başka bir açıdan yaklaşıyor meseleye. Kılıçlar elbette çekiliyor, Romalılar karşısında bizimkiler kaplan kesiliyorlar ama öyle çatçut adamlar olarak dolanmıyorlar sürekli, sonuçta bunlar köle ve arkalarından sağlam ordular geliyor, geliştirdikleri taktiklerle şehirler ve köleler kan dökmekten daha iyi bir koruma sağlayabiliyor, yani iş daha diplomatik ve sınıfsal. Roma’daki senatörlerin, komutanların servet edinmekle zaman yitirip isyancıları daha erken hacamat etmemeleri, ordu besleyenin komutan kesildiği yerde savaşmayı bilmeyen kodamanların koca orduları yok yere kaybetmeleri, efendilerinden yılıp kaçaklara katılanların taze enerjisi derken uzunca bir süre dokunamıyorlar bunlara, ayrıca politik vaziyet lehlerineyken gördükleri yardımın da haddi hesabı yok, her şey ters gidip tepetaklak olana kadar iyi idare ediyorlar. Bölünmeseler daha da uzun süre direnirlerdi, ne ki yönetimi ele alan -ya da zorla lider seçilen- Spartacus’un çoğunluğun iyiliğini sağlamasındansa çoğunluğun arzularını dinlemesi, yağmalara engel olamaması, liderliğinin katı uygulamalarla pekişmemesi bir süre sonra kalabalığın dağılmasına yol açıyor, kölelerin bir kısmı Crixus’la birlikte arazi olup baskın üzerine baskın yaptıktan sonra tedbiri elden bırakıyor, Crixus ele geçirdiği Roma kampının bol şaraplı çadırlarından birinde hiç tatmadığı konforu tadıp uykuya dalıyor, vücudunu delip geçen mızrağı hissetmiyor bile. Yaşamının sonlanmasını istediği noktaya varmıştı muhtemelen, arada sırada Spartacus’la konuşurken kaçıp gitmeyi teklif ettiği İskenderiye masalını kafasına takmışsa da o çadır yeterli, Galyalı yoldaşlarıyla oradan oraya uzun zaman sürüklendiği için teslim. Spartacus’un biraz daha yolu var da mübarek Gannicus nerede, Koestler bu tanrı kılıklıyı almamış romanına, oysa aşırı güçlü, gevşek, neşeli bir adama ihtiyaç varmış, o olmadan son derece kasvetli bir anlatıda dolanıp durmak zorundayız. Bu sırada gladyatörlerin her zaman terminatör gibi dolanmadıklarını aklımızdan çıkarmamalıyız zira askerlik geçmişi olanları elbet vardır, savaşmayı bilenler çoğunluktadır ama psikopat gibi dolanmazlar, önlerine çıkanı kesip biçmezler yani, en azından Spartacus ve şürekası, Trakyalılar her türlü aşırı şiddete engel olmaya çalışırlar. Diplomasi burada giriyor devreye, Spartacus’un ortalığı kan gölüne çevirdiğini hemen hiç görmeyiz, Crixus bile çoğu zaman uysaldır, karşılarına Romalılar çıkmadıkları sürece kan döküldüğünü görmeyiz de üç şehri yok ettiklerini öğreniriz kısaca, bu yüzden çiftçiler, işçiler, esnaf bile tayfaya katılmaya teşneyken katliam haberleri yüzünden köleler kuşatılan bir şehirden kaçmayı düşünmezler hatta Spartacus’un yolladığı casusları katlederler, düzenin değişmesinin canlarını tehlikeye sokacağını sanırlar, yanıldıklarını söylemek zor. Spartacus’un isyanını er geç sonlanacak bir macera olarak görür herkes, 100 bin kişiye ulaşan topluluk Roma’nın öğütücü makinelerinin karşısında eriyip gidecektir, zincirleri kırmak yerine şakırdatmak makuldür. Koestler’ın araya sıkıştırdığı cümleler, fikirler mücadelenin binlerce yıldır sürdüğünü imleyen hoş göndermelerle dolu, örneğin zincirlerden başka kaybedecek bir şeyin olmaması tamam, şunun çok benzerine de Graeber’ın Borç‘unda rastladığımı hatırlıyorum, bakmaya üşendim şimdi: “‘Aslına bakarsanız, Roma’nın yüz yıllık iç siyaseti sadece bir tek cümleyle özetlenebilir: orta sınıf köylü halkın büyük mülk sahiplerine karşı mücadelesi. Gerisi fıkra yazarlarının ağızlarında çiğnedikleri bir sakızdan ibaret…’” (s. 109) Sınıf mücadelesinin tarih boyunca toprak paylaşımından ibaret olduğuna dair bir cümleydi bu, neyse, Roma’nın er geç yıkılacağına dair teoriler de kapitalizmin silkelendiği eleştirilerden hallice, hani Roma A.Ş.‘nin havasına sahip bazı bölümler. Yetkin değilim, kıyaslayamam ama devrimlerin ünlü şahıslarının Spartacus veya Crixus’ta canlandırılıp canlandırılmadığı da iyi bir araştırma konusu olurdu. Bu ikisinin romanda karşı karşıya geldikleri yok, arada sırada İskenderiye hayali kuruyorlar, Crixus ordusunu alıp gittiğinde tokadı yiyip geri dönüyor, o zaman yine herhangi bir tartışma yok, son ayrılıkta belki de Capua’daki dövüşe çıkmalarının daha iyi olabileceğini düşünüyorlar, Spartacus ikisinden birinin ölmesinin devrimi daha sağlıklı kılıp kılmayacağını sorduğunda Crixus cevaplıyor: “Hiçbir şey değişmezdi.” Roma’yla baş edecek güçleri yoksa da mücadeleleri haklı bir dava uğruna, Spartacus son saldırıdan önce barış görüşmeleri için yanına gittiği Crassus’un toprak ağası havasında konuşmalarına yapıştıramıyor cevabı belki ama zincirin kopmaması gerektiğini söyleyerek çağlar boyu sürecek direnişin ateşini canlı tutuyor. Evet, koşulsuz teslim olup hayatını sürdürebilirdi ama iktidara karşı ayaklananların omzunda yükseliyor, kendi omzunda yükseleceklere güç vermek için ölecekse ölmeli. Crassus anlamıyor bu fedayı, zenginliğine güveniyor, hiç beklemediği bir anda tayfanın yarma hareketiyle şaplağı yiyince düşmanı Pompeius’un yardımına başvurmak zorunda kalıyor, İspanya’daki ayaklanmayı bastıran Pompeius hemen destek atıp kahraman rolünü ele geçiriyor. Crassus belki Spartacus’u öldürüp ele geçirdiği esirleri Roma’ya kadar yol kenarında çarmıha gerdiriyor ama fatih olarak karşılanmıyor Roma’da, verdiği borçlarla yönetimi etkisi altına almış zengin bir dallama olarak görülüyor, Spartacus’la arasındaki zıtlığa buradan da bakmalı.
Koestler’ın kurduğu yapıya da bakmalı, hoş. Zabıt kâtibi Quintus Apronius’un merkezde yer aldığı ara bölümlerde Roma’nın durumuna içeriden bakma şansımız oluyor, bütün o entrikalar, alavereler, yenilgiler, kıtlık, eziyet, bu memurun irtibat kurduğu adamların eylemlerinin sonucu. İlk bölümde Apronius’un beleş bilet almak için yanına gittiği Batiatus’un tam gebeş bir patron gibi sızlanmasına illet oluyor Apronius, en heyecanlı dövüş Spartacus’la Crixus’unki olacağı için o dövüşe bir bilet? Yok, kölelere hayvan gibi para gidiyor zaten, hayvanlarla kölelerin dövüşü zaten çok kazandırmıyor, bu yüzden biletler aşırı pahalı ve tanıdıklara beleş değil. Ayrıca şu ne kadar da Looking for Eric cümlesi ya: “Roma’da çoktan beri oyunlar bedavadır, hırslı politikacılar egemen halkın gözüne girmek için bu yolu bulmuşlardır. Halbuki burada, bu geri eyalette, insanın en küçük bir zevkini bile parayla satın alması lazım.” (s. 7) Başka, Koestler hikâyeye bir Yahudi kâhin sokar, Spartacus’u döneminin Neo’su kılar. Kehanetler bellidir, geleceği kimin yönlendireceği bellidir, sadece o kılığa bürünmek kalmıştır geriye, Spartacus söylencelerdeki o kutlu karakter olarak ortaya çıkmasa da kendini bir ölçüde o role bürünmüş bulur. Kuşatılan şehirden kaçan bir avukat isyanın tarihini yazmaya çalışır, parşömen herhalde, Romalıların eline geçecektir nihayetinde. Filozof da katılır ekibe, hani tam kinik değil ama ona yakın, doğruyu söylemekten çekinmeyen bir adam, Spartacus isyan eden adamlarını çarmıha gerdirdiği zaman sesi en gür çıkan. Renkli tipler var yine, kimi yolda yitecek, kimi Crixus’la birlikte ayrılacak gruptan, kimi çarmıha gerilecek. Son savaştan önce İtalya’nın en güneyinde korsanlar tarafından kazıklanınca bütün umutlarını yitiren Spartacus dağ tepe gezerken denk geldiği bir mezar taşının üzerinde yazan yazıdan etkilenir, ölen bütün dostları için kafasından mezar taşı yazıları yazmaya başlar, hikâyenin en hüzünlü kısmıdır bu. İnsandır bu adam, kendisi gibi ölüm için savaştırılanlar başta olmak üzere bütün köleleri azat etmek için yola çıkmıştır, hedefine varamayacak olsa bile doğru bildiğinden vazgeçmez.
İyi roman bu, okunsa daha iyi.
Cevap yaz