Güney Dal – İş Sürgünleri

İlk romanında temkinli, ayarlı, haliyle sıkıcı Dal, karşılaşıldığında dönüp kaçmayı gerektiren biçimiyle klişeler klişesi olan bu roman kupkuru anlatımıyla birlikte iyice, eh, buradan çıkacak bir şey yoksa mevzuya bakayım, Almanya’daki gurbetçilerin halinden başka ilginç bir şey içermiyor roman kısaca. Doldurma tasvirleri, diyalogları, olayları çıkarınca manzara şu: Şevket ailesiyle birlikte Adana’dan dönüyor, magandalık yaparak tartıştığı Alman şoför “yabancı bile olamamış bir yaratık” etiketini yapıştırıveriyor ki doğrudur, adam Şevket’in ruhsal durumuna dair bir el hareketi yapınca Şevket iyice delirir, Alman’la karısına küfreder, bıçak çekti diye günahına girecekleri sinkaflar bir güzel, şıkır şıkır bir barzodur bizim Şevket. Evlerinin kapısına yanaştıklarında eşyaları çıkarmak için yardım ister Şevket’in eşi, Şevket hakareti basar, çocuklarına eşyaları hemen çıkarmaları için yüklenir, “gavurun dölleri” falan, gürültü yaptıkları için uyarılacaklarını, Alman moruğun tekinin camdan çıkıp bağıracağını düşününce bir tane de ona sallar. Amçolisiyle komşudur, adam kafayı uzatınca konuşmaya başlarlar, neden üç gün geç geldiklerini anlatır Şevket, hani üç gün için de işten atmayacaklarını düşünür. Sendikayla patronlar arasında tartışma konusu bu, yol çok uzun olduğu için dört haftalık iznin altı haftaya çıkarılması konuşulacaktır, artık ne olduysa. Eve gelen Almanca mektuba bakıp bir halt anlamayan Şevket hemen Ramazan Gayeli’nin ofisine gider, Anadolu’nun bağrından kopup gelen bu kardeşimizse hemen Almanca öğrenmiş, Türkleri öpmeye başlayarak yolunu bulmuştur, gavurun memleketine gelir gelmez gördüğü açık saçıklık, şu bu göstermiştir ki Müslüman adam orada kendi dinini yaymalı, o gavurluğun ortadan kalkması için elinden geleni yapmalıdır. Bu yüzden din tüccarlığına da girişen Ramo müşterilerinden beşer papel kırparak bir kutuya atmakta, İslamiyet’in şanlı bayrağını dalgalandırmak için herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini altın yüzüklerine bakarak söylemektedir. Arkasındaki duvarda Celal Bayar ve Adnan Menderes, ihtişamlı. Ofise gelenler Allah esirgeye komünik, solik çıkarsa diye tetikte duruyor Ramazan, bunlar okumuş kesimden çıktığı için çok okumanın zararlarından bahsediyor yakaladığına, Dal iyice cılkını çıkartarak adamı borazana çeviriyor: “Bu gün Almanya’lara gelmişsek, çoluk çocuğumuzun nafakalarını bu gavurlardan çıkarabiliyorsak bunu da Cenabı Allah’a borçluyuz. Onlar, Almanlar, Müslüman olmadıkları için Allah tarafından cezalandırılmakta, kendi öz paralarını yani markları kendi elleriyle Müslüman kullara vermektedirler. Bizler de onun bu hikmetiyle, mekteplilerin gadrine uğramış olan memleketimizdeki çoluk çocuğumuza markları göndererek nafakalarını temin etmekteyiz.” (s. 15) Tipik ya, gavur karıları bizim saf çocukları hemen Hıristiyan yapmakta, alkolle uyuşturmaktadır filan, kıyaslayınca tebliğciler bu kalastan daha eğlenceli, kafaları çalışıyor en azından. Bu hıyar grev patlak verdiği zaman kırıcı olarak tutulacak, Türkiye’nin Almanya’daki kurumlarıyla işbirliği yaparak grevcileri yıldırmaya çalışacak, şaplağı yediği gibi yerleri öpecektir. Grev’in Kuran’da yerinin olmadığını, Yahudiler dışında grev yapan olmadığını falan söyleyince işçiler yaka paça çıkarıyorlar bunu fabrikadan, polislere teslim ediyorlar, polisler de arka sokakta salıveriyorlar çünkü yerel yönetiminden temsilciliklere ne kadar kurum varsa grevin sonlandırılması için elinden geleni yapıyor, bu Ramazan kardeş de gebeşliğe devam etsin diye, öyle yani. Beş Deccal’in İnönü yönetimi devraldı diye Türkiye’ye çağrılıp ülkeyi berbat etmesi ilginç hikâye ama, bu tipin patolojisini estetize içerikle de görebiliyoruz böylelikle. Alevi de sayılmıyor bu arada, din kardeşi değil Ramo’ya göre, sırf beş papeli vermediği için. Tiplerden biri bu, diğeri Almanların anketlerini çözüp para kazanan adam, ofise gelip parasını aldığından bu Ramo’nun Almanlarla işbirliği yapıp Türkleri pis emellere alet ettiği bariz. Bir şey yokmuş sorularda, Türk gönül rahatlığıyla çözüp ileride memleketine dönüp dönmeyeceğine dair bilgi veriyor Almanlara aslında, ona göre muamele görecek. Kadir Derya da Almanların namussuzluklarından yeterince çeken bir karakter olarak karşımıza çıkıyor, romanın en gelişkin karakteri diyebiliriz. Memelerinin büyümesinden mustarip, aynada kendine bakınca kadına dönüştüğünü görüp ürküyor, doktora da gidemiyor utancından. Doğu’dan gelmiş oraya, kan davası yüzünden amcası uyarıyor, askerlik bitince oraya tekrar dönmemeli, gittiği yerde kalmalı. Çanakkale’nin bir köycüğünde kalıyor Kadir de, Asiye’yle evleniyor, küçücük bir yaşam. Sığışamayıp Almanya’ya gidiyorlar, işçilik. Dal’ın bu karakteri özenle kurmasında yaşamın kurmacayı zorlaması var sanıyorum, yazarla karakterinin memleketleri aynı, bir ölçüde yaşamları da aynıdır, aldıkları eğitim hariç. Bu karakterler Ford grevinin çatısı altında birleşecek ama öncesinde ve sonrasında kendi seyirlerini görüyoruz, Kadir en sonunda kendini banyoya kilitleyip bıçağı aldığı gibi göğüslerini kesecek, küvette yıkadığı oğlunun hayaliyle birlikte yapışacak yere, başına gelenleri öğrenen amirleri hormon haplarından bahsedecekler. Ülserini dindirsin diye çok sevdiği amirinin yardımlarını kabul eden Kadir adamların verdikleri hapları lüpletince olmuş öyle, şeytan Almanların işi. Genelleyici bakış, belli ki şeytanlık kurmacada her şeyin önüne geçmeli. Şevket’in şeytanlığı ne oluyor, şu grev mrev olaylarını öğrenince bizimki hemen dahil oluyor, işçilerin haklarını savunmaya başlıyor ki haber vermeden üç gün geç gelip kovulduğu için uğradığı haksızlık giderilsin. De, dallamalıklarının temize çekilmesi olmadı, yepyeni bir adam olarak karşımıza çıkan Şevket en baştaki davranışlarından tekini bile göstermiyor o noktadan sonra, ince bir insan o artık. İşçi sınıfının direnişine katılarak aydınlanma mı yaşıyor, hayır, aydınlanma yaşayabilecek bir karakter mi, pek değil, o zaman Şevket metni boydan boya kateden bir arıza. Ali de öyle aslında, durum için genel bir çerçeve çizen formül karakter olarak Ali işin teorik yanını açıklıyor. Sosyoloji öğrencisi ve aktif eylemci Ali’nin sevgilisi Helga’yla muhabbetleri tam bir karşı asimilasyon örneği, Ali hocalık yaparak Helga’yı işlemeye başlıyor, Antik Yunan’ın kökenlerini Anadolu’da bulurmuş Helga, Türkler aslında o kadar da camış değilmiş, dersler dersler. Sermayenin tahakkümüyle ilgili söyledikleri doğru ama, Amerika’dan Almanya’ya bir para akışı, sonra ters yönlü bir akış, işçilerin ezilmesi için devletle işbirliği, tamam.

Grev süreciyle bitireyim. İyi başlıyorlar, “kanunsuz grev” gibi garabetlerden etkilenmiyorlar hiç, bütün caydırmalara karşı koyuyorlar. 1970’lerdeki Ford grevinden sonraki en büyük grev bu, Türkler başı çekiyor, İtalyanlarla Yugoslavlar destekliyorlar çünkü işçi sınıfının birliği en önemli nokta, kırılmalar başlayana kadar. Türkler süreçte yalnız bırakılıyorlar, güç kaybediyorlar, sonra polisler usta işçi kılığıyla aralarına sızıp sopalarla dövüyorlar işçileri, son. Değil, Ali sürece baştan sona içeriden şahit olduğu için olup biteni yazıyor işçilere moral vermek için, aslında kaybedilen hiçbir şey yok, sadece zincirin bir halkasıydı o yaşananlar, her şeye rağmen alınan haklardan daha fazlası alınacak bu direnişlerle. Almanlar memleketlerine postalamaya çalışabilirler Türkleri, Batı’dan nasibini almamış davar olarak görülenlere şiddet gösterilebilir, ırkçı damar kabartılıp saldırılar artırılabilir, bu insanlar devlet eliyle pataklanabilir ama saflar sık tutulursa, belki, şuna rağmen: “‘Bana kalırsa, yalnızca vücutça sağlıksız bir işçi topluluğu dönecek ülkeye. Kafasına da burada yaşadığı, kendisine özgü olmayan bir toplum düzeninin kirleri, zaman zaman özliyeceği kırpıntıları olacak. En önemlisi, cebinde nasıl acıyla kazanıldığı ortada olan marklar ya da ev, tarla, dükkân tapuları olacak. Ve onlar adına sınıfına ihanet etmiyeceği ne mâlum? Ülkedeyse onların marklarını talan eden birtakım yöneticiler… Milyonu geçen bu kadar adamın dönüşünü düşünmeden nasıl günlerini gün ederler anlamıyorum.’” (s. 131)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!