Mandala evreni temsil eden, Budizm ve Hinduizm kaynaklı bir çember. Birkaç tanesi iç içe geçiyor, farklı bilinç düzlemlerini bir araya getiriyor, insan böyle şahane aydınlanıyor, bilgeye dönüşüyor. Tabucchi’nin ölümünden sonra yayımlanan bu metni bir arayış, yolda olma hali güzellemesi. Isabel kayıp, anlatıcı Polonyalı şair Slowacki Wacklaw, namı diğer Tadeus dokuz çemberli bir mandala oluşturarak yıllar önce Salazar diktatörlüğü yüzünden izini kaybettiği aşkı Isabel’i bulmaya çalışıyor. Çemberlerin kesişme noktalarında Isabel’i tanıyan insanlarla görüşüyor, anlamın temerküz ettiği noktaya yaklaştıkça gerçeklik giderek çarpılmaya başlıyor, bir noktada Tadeus’un Çin civarına giderek kutsal bir mağarada uzamı bükerek bütün zamanları birleştirmesi anlatıya mistik bir boyut katıyor ansızın, merkeze yaklaşmanın bedeli olarak deneyimlenen dünyanın kimlik değiştirdiğini düşünebiliriz. Tabucchi şöyle özetliyor mevzuyu: “Bu kitabın başlıca devinim noktaları; özel saplantılar, tıpkı bir nehrin içindeki çakılları aşındırarak yuvarlaklaştırması gibi, zamanın kemirdiği ama dönüştürmediği kişisel pişmanlıklar, gerçeğe uymayan, tutarsız düşlemlerdir.” (s. 15) Hikâyeyi Tadeus’un ağzından dinleriz, ilk çemberde Isabel’in çocukluk arkadaşı Mónica’yla görüşür, Lizbon’da. Tadeus hayatında Lizbon’un en pahalı lokantası olan Tavares’e hiç gitmediğini söyler, yola çıkmadan önce takıldığı mekanda bilardo oynayan adamları izlerken Paris yemeğini anımsatan bir şey sipariş eder. Gerçi bilardo oynayan adamlar kukaları nasıl birer birer deviriyor anlamadım, çeviride bir şey oldu sanırım. Neyse, Tadeus oradaki tiplerden biriyle muhabbet eder, Salazar yıllar öncesinde kalmış olsa da insanların hâlâ korktuğunu görürüz, yılların etkisi. Tavares’e yolculuk, Mónica’yla buluşma. Anlatmaya başlar kadın, gençliklerinde faşistlerin okuduğu okullarda barınamadıkları için alternatif bir okula giderler, muhalif seslerin belli bir ölçüde yükselebildiği ortamda Isabel siyasi olaylara karışmaya başlar, annesiyle babası bir trafik kazasında öldüğü için görece özgürdür Isabel. Mónica’yla çocukluk arkadaşıdır, birlikte kurbağa avına çıkarlar, gezip tozarlar, ailedeki ölümlerle yolları azıcık ayrılır, Isabel büyür çünkü. Üniversitede iyice ayrı düşerler, Isabel modern diller bölümünde, devrimci insanlarla birlikte okur, siyasi hareketlere katılır. Sonrasını pek bilmez Mónica, bir tek Isabel’i darmadağın eden bir aşk hikâyesinden bahseder, üniversitede tanıştığı yabancı bir çocuk Isabel’in yıkımına sebep olur. Şüphelerimizin en sonda doğru çıktığını görürüz, Isabel bir çocuktan bahseder ama tadı kaçmasın, anlatmayayım. Isabel’i tanıyan bir kız Mónica’ya haber getirir, Isabel Angola’ya gidip savaşmış, bunalımdaymış, böyle şeyler. Mónica hemen Isabel’in dadısını arar, dadının da pek bir şeyden haberi yoktur. Isabel herkes için kayıptır artık, söylencelerden ibarettir, nerede ve ne yaptığına dair pek kimsenin bilgisi yoktur. Her bir çember bir insanı temsil eder, Tadeus arayışı sırasında bir şeyler bilen insanlara rastlar ve yeni halkalar zincire eklenir. Her karakter bir diğer karaktere yönlendirir, Mónica’nın yönlendirdiği kişi Isabel’in cenazesinde dua okuyan papazdır. Ölüme dair gazete haberinden başka bir bilgi yoktur, daha fazlası için Bi’ye gider Tadeus, dadıya. Isabel’in psikosomatik astımını anlatır Bi, psikoloğa gitmesi söylenen Isabel’e kendisi psikologluk yapar, belli ki pek başarılı olamaz. Isabel’in annesiyle babasını da anlatır, anne muhalif hareketlerin içindedir, ölümlerinin sıradan bir trafik kazasından kaynaklanmadığına dair bir şeyler var, yaratıcı okurluk işi. Bi devam eder, bir gün Isabel’in polisten kaçmak için evine geldiğini, bir süre gizlendiğini söyler. Polis baskını sırasında Isabel evde değildir, gizlediği broşürler ve kitaplar şans eseri bulunamaz. Isabel eve geldiğinde Bi’nin onu son görüşüdür bu, ortaya çıkmaz bir daha.
Bir sonraki zincir Tecs, ABD’li, saksafon çalıyor. Isabel’le üniversiteden arkadaşlar, saksafon konusunda Isabel yüreklendirmiş Tecs’i, öğrenci derneklerinde ve kantinde çalmaya başlamış, sonrasında kayıtlar ve performanslar. Tadeus’a en elle tutulur bilgileri veriyor üstüne, Isabel bir gün ortadan kayboluyor, duyuluyor ki tutuklanmış ve Caxias Cezaevi’ne götürülmüş, bunu haber veren hapishaneden bir gardiyan, siyasi tutuklulara yardım eden biri. Onun çemberinde göreceğiz, bunu muhaliflikten çok ailesini doğru düzgün besleyebilmek için yapıyormuş, örgütler iyi para veriyormuş adama. Sonradan Isabel’in öldüğü haberi çıkmış, kimi intihar ettiğini söylemiş, işte gazete haberi, papazın duası, bir sürü kanıt var elde ama Tadeus arıyor da arıyor. Tecs’in yönlendirmesiyle Almeida’ya, gardiyana ulaşıyor. Dördüncü çember. Almeida kendi kızı gibi görmüş Isabel’i, bebek bekleyen kıza yakınlık duymuş. Bu yüzden şartlara göre bir katakulli düşünmüş hemen, hapishanede bir kızın intihar ettiği haberi yayılınca Almeida akıl vermiş, Isabel müntehirin kardeşi olduğunu söylemiş, böylece kirişi kırmış, kaçmış hapisten. Hikâye böyle böyle açılıyor, gerçek diye bilinen yalanlar farklı kişilerle ortaya çıkıyor. Sonraki adım Tiago, örgütün önemli bir ismi, uluslararası çapta ünlü bir fotoğraf sanatçısı ve ressam, Isabel’in kaçışından sorumlu olan adam. Isabel’in Hong Kong’a giden bir uçağa bindiğini, katolik bir rahibin yanına gittiğini söylüyor, ardından sergisi için Tadeus’un bir fotoğrafını çekiyor, bakıyor ki şipşak baskıda Tadeus görünmüyor, fotoğrafta yok. Tam da beşinci çemberin başı, bu noktadan itibaren gerçeklik eğilip bükülmeye başlıyor. Fotoğrafla birlikte, zira Tadeus çok sağlıklı görünen bir hayalet muhtemelen, okura kalmış bu da. Sonraki halkada bir Çinlinin yol göstericiliğiyle girdiği mağarada zamanla konuşuyor Tadeus, Magda’nın sesini buluyor ve elde etmek istediği bilgiyi alıyor, dünyanın öbür ucuna yolculuğu sürüyor, Yürüyen Hayalet’e ulaşıyor, şaire ve şamana. “Yürüyen Hayalet çubuğundan derin bir nefes çekti. Isabel, dedi, belki şiirimde bir Isabel vardır ya da düşüncelerimde, zaten ikisi aynı şeydir; ama şiirimde ya da düşüncelerimdeyse, edebiyata ait demektir. Neden edebiyata ait olan bir gölgeyi aramak istiyorsunuz? Titrek bir sesle, Belki onu gerçeğe dönüştürmek ve hem onun yaşamına hem kendi dinlenmeme bir anlam vermek için, diye yanıtladım.” (s. 100) İşin içine kurmaca-gerçeklik ilişkisi girdi, gerçekten de Isabel’in bir dizeden ibaret olma ihtimali var ki bu büyük yanılsama Isabel’i tanıyan insanların da gözünü bağlamış olabilir, olamaz mı? Neyse, Yürüyen Hayalet bilmece gibi konuşarak Tadeus’u İsviçre Alpler’ine yönlendiriyor, Lise’e. Sekizinci çember, anlam giderek belirginleşiyor, Isabel’in neredeliği yavaş yavaş ortaya çıkıyor ama öncesinde Lise’in hikâyesi dinlenmeli, hikâyeye karşı hikâye. Clara diye bir film var, vasatın az üstü bir film, oradaki muhabbetin aynı ama burada Hindu inanışı var filmdeki bilimselliğin yerine. Kısacası şu, uzaydaki belli bir noktaya matematiğe dökülmüş bir mesaj gönderiyorsunuz, diyelim ki kardeşiniz ölmeden önce sadece ikinizin bildiği bir şey. Mesajın hedefi Andromeda’nın bir noktası olsun mesela, aradaki muazzam mesafeyi de bir şekilde azaltalım ki mesaj gidip gelene kadar ölmeyelim. Gelsin yani, cevabı gelsin ki kardeşimizin oradaki bir yaşam formuna sahip olduğunu anlayalım. Aşağı yukarı böyle bir şey. İş zaten iyice çığırından çıktığı için son çembere hiç girmeyeyim, Isabel’le Tadeus’un birbirlerine uzaktan el salladıklarını söyleyeyim, bitireyim. Konuşuyorlarsa da gerçekliğe güvenmek zor artık, hayal aleminde her şey mümkün.
Çok ilginç, çok dengeli, hoş bir metin. Okunmasını tavsiye ederim. Evet.
Cevap yaz