2 Mart 1908, Chicago, Emniyet Müdürü George Shippy’nin evine gelen genç adam müdürle konuşmak istediğini söylese de vakit erken, hizmetçi kız beyefendinin henüz uyanmadığını söylese de ilerleyen vakitlerde de adamı eve almamak için elinden geleni yapacak, ipsiz sapsız birine benziyor, efendiden azar işitmeye gerek yok. Adam kapıyı tekrar çalana kadar dolanıyor biraz, arkadaşı Isador’un evdeki zenginliğe bakıp söyleyeceklerini düşünüyor. Ağaçlar, eşyalar, zenginlik alt sınıfın kanıyla sulanmış, gettodaki sefaleti ortadan kaldırmak için gereken miktarın kaç katı kodamanların cebine giriyor belli değil, Emma Goldman’ın anarşistliği yüzünden halkın ayaklanmasından korkan zenginler kaygılansalar da emniyet göz açtırmıyor, serserileri ortadan kaldırmak kolay. Geçmişini de düşünüyor geri çevrilen adam, Kişinev’deki akşam yürüyüşlerini hatırlıyor, pogromdan ucu ucuna kurtulması çıkmıyor aklından. Oyun daha üçüncü sayfada başlıyor üstelik: “Yuva, orada olmadığınızı birilerinin fark ettiği yerdir.” (s. 3) Bu cümleyle sık sık karşılaşacağız, karakterlerin düşüncelerinden geçecek, ağızlarından çıkacak, anlatıcının izleği haline gelecek adeta. Meta kurgu, aslında bu ilk bölüm Vladimir Brik’in geçmişi eşeleyerek ulaştığı bilgilerle Lazarus’un yaşamını kurmacaya çevirmeye çalıştığı ilk bölüm. Geleceğiz, Lazarus’tan devam. Kapıyı yine çaldığında Müdür Shippy adamı salona alıyor ve üstünü arattırıyor. Sonrası kaos, Lazarus ansızın anarşist ilan ediliyor ve vuruluyor ama Müdür Shippy o kadar beceriksiz ve korkak ki evdeki hizmetçileri de vuruyor, Lazarus gibi ölmüyorlar tabii. İlk bölüm sona eriyor, ikinci bölüme geçerken siyah beyaz bir fotoğrafla karşılaşıyoruz, Chicago Kıyıları‘nın kapağından ve içeriğinden çıkarabildiğimiz kadarıyla Chicago’nun yüksek binaları, sis, karanlık. Yüz yıl sonraya gidiyoruz, Brik’in Chicago’suna. Amatör gazeteci ve yazarın tutunmaya çalıştığı Amerika pek bir şey sunmamış, adam beyin cerrahı eşi Mary’nin desteğiyle yaşamını sürdürüyor, önemsiz bir gazeteye yazdığı yazılarla para kazanıyor ama eşi olmasa İngilizce öğretmenliğinden kazandığı da yetersiz. Mary büyük bir yazar olacağını düşündüğü Brik’in her anlamda yanındadır, eşinin o büyük eserini yazmasını bekler, arada sırada ettikleri büyük kavgalarda adama doğru düzgün bir işe girmesini haykırsa da normalde hemen hiç sıkmaz. Babası George sıkar biraz, Avrupa’nın unutulmuş bir ülkesinden gelmiş damadının işe yaramazlığını her fırsatta hatırlatır, adamın Lazarus Projesi’ne başlamasına yol açar. Brik kendi ülkesiyle Amerika’yı kıyaslayarak huzursuzluğunun kaynaklarını irdeler, Bosna’daki savaştan kaçarak geldiği Chicago’daki yaşamının farklı bir yöne sapmasını gönülden isteyince yazacağı kitap için sponsor bulmaya çalışır. Bir oyun daha: Brik’in bulduğu sponsor 1908’deki karakterlerden birinin torunlarındadır. Ardışık tek sayılı bölümlerde gördüğümüz 1908’in insanları çift sayılı bölümlerdekilerin atalarıdır, yüz yıl önce zulmün uşaklığını yapanlar yüz yıl sonra da benzer görevler üstlenirler, hikâyelerini ayrı ayrı görürüz. Neyse, bir etkinlik sırasında Brik yaşlı çifti etkilemeyi başarır, bir süre sonra kitabın araştırma safhası için gereken paranın verileceğini öğrenir. Amacı Lazarus’un atalarının doğduğu topraklara gitmek, 1900’lerin başında Rusya’daki pogromdan kaçmayı başaranların izini sürmek ve Saraybosna’ya uğrayarak geri dönmektir, metnini yazmak için dünyanın öbür ucuna gitmekten erinmez. Yaşlı çiftle konuştuğu etkinlikte karşılaştığı çocukluk arkadaşı Rora’ya birlikte gitmelerini teklif eder, Saraybosna’da tanıdığı insanlardan biridir Rora, birlikte çok zaman geçirmiş olsalar da yıllar geçmiş, aralarındaki mesafe aşılamayacak kadar büyümüştür, Rora yine de alacağı parayı ve seyahat edeceği yerleri düşünerek fotoğraf makinesini hazırlar, yola çıkarlar. İki anlatı çizgisi ortaya çıkar böylece, Brik’in anlatıcılığında Rora’yla yolculuk ve Lazarus’un ölümünden sonra adamın kardeşi Olga’nın yaşadığı süreç. İki hikâye birbirine karışmadan bir süre kurulsa da anlatının sonlarına doğru Brik’in bölümlerine sızacaktır 1908’in dünyası, Brik öyle olaylar yaşar ve öyle bilgilerle karşılaşır ki kendi serüvenine Lazarus’un sızmasına engel olamaz, bu da iyi bir tekniktir. Ayrıca her iki çizgide de sayısız yan hikâyecik ortaya çıkar, örneğin Rora savaştan sonra Bosna’da kaldığından memleketinde türeyen tiranların kanunsuzluklarını yakından görmüştür, çetesine katıldığı Rambo’nun eylemlerini yol boyunca birer birer anlatır. 1990’ların Bosna’sında yaşananlar korkunç, Rora o zamanlar da fotoğraf çekerek gerçeği kayıt altına almaya çalışır, örneğin iyi pozlar ortaya çıksın diye Sırp kurşunlarından kaçan çocukların ceplerine para sıkıştıran Batılı gazeteci çocuklardan tekrar koşmalarını ister, kurşun yağmuru altında çekilen fotoğraflar daha etkileyicidir. Rambo’nun yaşamı merkezdedir tabii, Çetniklerle de iş yapan Rambo iki taraflı çalışmaktadır, iki tarafa da ölülerinin bedenlerini satar, kaçakçılık yapar, işine engel olmak isteyen insanları gözünü kırpmadan öldürür, en sonunda kendi de vurulunca Çetniklerce kurtarılır ve savaş bittikten sonra devletin üst kademelerinde görev alır, geçmişinin üzeri özenle kapatılır. Üçüncü bir çizgi değilse de Rora’nın hikâyeleri Bosna’daki durumu içeriden gösteren en önemli anlatılar haline gelir, yozlaşmışlığın derecesi rahatsız edicidir. Hikâye ne hakkında olursa olsun Hemon’un kendine özgü mizahı olayları trajikomik hale getirir, okur okuduğundan keyif alırken utanır.
Rora ve Brik’in yolculukları sırasında hem Brik’in yaşamına hem de Rusya’nın ve Balkan ülkelerinin panoramasına da göz atarız, yoksul insanların ülkelerinde artık katliam yapılmasa da insanların yaşama azimleri ortadan kalkmıştır adeta, Bosna’ya yolculuk sırasında Moldova’da arabasına bindikleri serserinin yolda aldığı kadını sermaye yapacağını anladıklarında o ülkenin uyanıklarının Amerikan pasaportlarından nasıl faydalandıklarını da anlarlar, sınırlardan geçerken görevlilerin hiçbir şey sormamalarını sağlar Amerikalılar. Ülkelerinin başına gelenler yüzünden daima sinirli olan Rora ve Brik varacakları yere geldiklerinde adamın haşatını çıkarırlar, kadını özgür bırakırlar. Absürtlüklerden sadece biridir bu, geçmişlerini yitiren karakterler yarınlar yokmuş gibi yaşadıkları için tam bir anlatı kaosuna yol açarlar, nerede ne yapacakları pek belli değildir, Hemon’u okumak bu yüzden keyiflidir biraz da. Öngörüleriniz boşa çıkar, yaşamın önemsiz olduğu topraklarda büyümüş insanlar ölümle yüzleşmekten çekinmezler, yaşamlarını da sakınmazlar pek. Rora özellikle, bir mesele yüzünden Rambo’nun kendisini öldüreceğini düşünse de her şeyin geride kaldığını umarak ülkesine döner. Sonu hüzünlüdür ama tam kendine biçtiği gibidir, başka türlüsünü istemezdi. Hemon her bölümde Amerika’yla, eşiyle, tanıdığı insanlarla yaşadıklarını düşünerek yıllardır her an diken üzerinde yaşadığını anlar, geri dönmek istemez, Mary’ye durumu anlatır ve Bosna’da kalmaya karar verir.
Hemon’un baskısı biten bir kitabı hariç diğer bütün kitaplarını aldım çünkü Bolaño ve Gospodinov tadı bariz, kurgusal oyunlar iyi, üstelik Hemon’un anlatıları dikkatle izlenmeyi talep ediyor ki detaylar, yakalanınca haz veren bağlantılar gözden kaçmasın. Örneğin “pronek” geçiyor metinde, sanırım iki yerde, Hiçbir Yerdeki Adam‘ın anlatıcısı Pronek’le bağlantı kuruluyor hemen, anlatı iki kitaplık genişliyor. Olga’nın maruz kaldığı vahşilikler Yahudilerin ABD’de yaşadıkları zorlukları çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor, polisinden siviline hemen herkes Yahudi düşmanlığı sergileyerek yaşamın ne kadar zorlaşabileceğini gösteriyor. Lazarus’un organlarının çalınması, bedenin parçalarının ortadan kaybolması ruhunun cehenneme gitmesine yol açacağı için Olga’ya karşı silah olarak kullanılıyor, genç kadın aklını kaçıracak noktaya kadar geliyor ve yapılanları sineye çekmek zorunda kalıyor. Brik’in yüz yıl sonra öğrendiği bilgiye göre birkaç yıl daha ABD’de yaşayıp Viyana’ya göçüyor Olga, cehennemi yaşayacağı başka bir yere. Tek bir cümleyle, üstelik hiç beklenmeyen bir anda verilen bilgiyle anlatının yarısında yer alan karakterin sonunu görüyoruz, bu da ilginç bir anlatı taklası. Kısacası Hemon ölçüp biçerek yazıyor, anlatıya yerleştirdiği bulmacalar ve gizemler nitelikli okurun ellerinden öper.
Şahane bir metin, dümdüzlükten sıkılanlara ilaç gibi gelir. Seda Çıngay Mellor şahane çevirmiş üstelik.
Cevap yaz