Boyalı Kuş‘la kıyaslanabilir. Kosinski’nin romanı 1965’te yayımlanmış, Appelfeld’inki on yedi yıl sonra. Mekan aynı, çocukların hayatta kalmak için yaptıkları benzer, Almanlar bildiğimiz gibi. İki hikâyenin ayrışma noktalarını kolaylıkla bulabiliriz, Kosinski’nin çocuğu (K) ailesinden kopar, dağ bayır dolanarak hayatta kalmaya çalışırken ölümden bir adım uzaktaki insanların dehşet verici hal ve tavırlarına şahit olur. Bir gün daha yaşayamayacağını düşünen insanın uç noktalarını görürüz, K çeşitli biçimlerde sömürülür, canını kurtarmak için olmadık işlere girişir, kaçtıkça daha beter durumlara düşer. Savaşın nihil nihil erittiği insanın yapamayacağı şey yoktur, K için korkunç bir dünya. Küçük bir erkek çocuğu anlamsızlıkla yüz yüze. Diğer yanda Tsili var, K’den birkaç yaş daha büyük, Yahudi kız. K kadar şanssız değil, nice badire atlatsa da askerlere ve sapıklara pek denk gelmez en azından, daha çok açlık ve yalnızlıkla boğuşur. Rastlaştığı köylülerin çoğu can derdinde düşmüştür, eziyet etme konusunda yenilikçi fikirleri yoktur, bu açıdan Appelfeld’in dünyası daha gerçek sayılabilir ama K’nin yaşadıkları da olmaz değildir, savaşta her şey olur. Şöyle, Tsili’nin dolandığı bölgelerde Alman askerleri pek yoktur, gelip geçerler, Rusya’ya doğru ilerlemeye devam ettikleri için etkileri yavaş yavaş azalmıştır, insanlar bu yüzden rahattır belki. K ise her an kurşun yiyecekmiş gibi tedirgindir ki her an kurşun yiyebilir, K’nin etrafındaki insanlar da her an kurşun yiyebilirler, kurşun yemenin kuvvetli ihtimal haline geldiği bir ortamda neyin iyiliği, değiş tokuşu, ne bileyim, insanlığı. K’nin kötü insanlara sürekli denk gelmesini tersten düşünelim, Tsili bir iki istisna hariç hep iyi, iyi değilse de kayıtsız insanlara denk gelmiştir, köylüler kursaklarından girecek bir lokma yiyeceği kovaladıkları için çocukla pek uğraşmamışlardır. Bunlar bir yana, iki hikâye de hemen hemen aynı biçimde anlatılmıştır, çocukların yolculuklarında denk geldikleri insanlar için ayrı bölümler, seyir sırasında karşılaşılan doğa biçimlerinin tasvirleri dışında tasvir azlığı. Hayatta kalmaya çalışanların güvenli alan veya besin dışında dikkatlerini çeken pek bir şey yok, detaylara odaklanmayan bir anlatım mantıklı tercih. Paralel okuma çapraza döner, benzerliklere dair pek çok veri çıkarılabilir de Kosinski’nin metnini okuyalı yıllar oldu, benden bu kadar. Tsili’nin talih ve talihsizlikle dolu serüvenine bakalım. Hayatta kalmayı başarıyor K gibi, en son bunu söyleyeyim. K gibi uç durumlarla karşılaşmadığı, görece iyi insanları bulduğu için Tsili’nin hayatta kalma şansı daha yüksekti zaten, Appelfeld bir “survivor” anlatısı kurmamış da o kötü koşullarda kafayı kırmamış insanın hallerini incelemiş daha çok. En en son buydu.
Sıradan bir hayat. Tsili’nin babası hasta, annesinin küçücük dükkânı olmasa aç kalacaklar. Aile geniş ve yoksul, abilerle ablalar derslerden kafayı kaldırmıyorlar, Tsili avludaki kırık dökük eşyaların arasında büyüyor. Pek zeki değil, yedi yaşında okula verildiği zaman öğretmeninin tahtaya yazdıklarını takip edemiyor, harfler başını döndürüyor. Saatlerce oturup çalışsa da olmuyor, annesinin anlayamadığı bir şey, bu yüzden sürekli azar yiyor Tsili. Okul faslı hemen bitince haftada bir köyden yaşlı bir öğretmen gelmeye başlıyor, Kitabı Mukaddes üzerine çalışıyorlar. İnsan toprak ve tozdur, günü gelince kralların kralı olan kutsal varlığa hesap verir, vazifesi dua etmek ve Tevrat’ın yasalarına uymaktır, böyle şeyler. Sonra bir anda savaş çıkıyor, Tsili’nin ailesi dahil herkes kirişi kırıyor. Sersemliği sayesinde Tsili’nin başına bir iş gelmeyeceğini düşünüp gidiyorlar, sonra dönüp alacaklarını söyledikleri zaman Tsili inanıyor ama beklemiyor orada, gecenin sunduğu özgürlükten etkilenip evi terk ediyor ve macera başlıyor böylece. Karşılaştığı ilk adam kör, Tsili’nin o civarda ün yapmış Maria’nın kızlarından biri olup olmadığını soruyor, Tsili kekeleyerek yanlış cevap veriyor. Maria ve kızları fahişelikleriyle ünlü, bu yüzden erkeklerin belli belirsiz şefkati ve kadınların nefreti Tsili’nin peşini bırakmayacak o andan sonra. Mazileri de var, Tsili’nin abilerinden biri Maria’nın kızlarından birini hamile bırakınca Maria bizzat dükkâna geliyor ve olay çıkarıyor, istediği parayı ödemek zorunda kalıyor Tsili’nin annesi. Aile biraz daha sosyal olsa, Tsili civardaki insanları tanısa her şey biraz daha kolay olabilirdi, yediği damgayla birlikte tek başına hareket etmek zorunda Tsili. Kör adamın tecavüze yeltenmesiyle bazı şeylerden sakınması gerektiğini öğreniyor ve kolaylıkla kurtuluyor adamın elinden, yakınlarda saklanıp adamın kızıyla konuşmalarını dinliyor. Yahudiler öldürülmüş, çoğunu göndermişler, köylüler boş evleri yağmalıyormuş. Kötü bir şeylerin olduğunu anlıyor Tsili ama aklı karışık, ilk kez o sıra regl olduğu için daha da karışık. Suya giriyor, kekre kokuyu üstünden attıktan sonra ahududu, çilek, kök, ek, ne bulursa yiyerek hayatta kalıyor. Appelfeld de savaş sırasında üç yıl boyunca ormanda saklandığı için biliyor nasıl hayatta kalınacağını, Tsili de biliyor haliyle de elmayla armudu ayıramaması işleri zorlaştırıyor biraz. Gerçekten şapşal bir de, karşılaştığı köylü kimlerden olduğunu sorunca Maria’nın kızı olduğunu söylüyor, köylü iğreniyor ve başka hiçbir şey demeden yoluna devam ediyor. Haber yayılıyor, köylüler Maria’nın kızı bildikleri Tsili’yi sopalarla kovalayacaklar neredeyse. Orman kenarında bir kulübe, Tsili kapıyı çalıyor ve bir süre yanında yaşayacağı Katharina’yla tanışıyor. Maria’yla yakın arkadaşmış Katharina, gençken şehirde çok zaman geçirmişler, sanatında hâlâ başarılı olan Katharina pek çok erkeği ağırlıyormuş. Savaş sırasında işler değişiyor bir süre sonra, Katharina hastalanıyor ve müşterilerini bir bir kaybediyor. Tsili’yi pazarlamaya niyetleniyor ama müşteri küçücük bir kızla birlikte olmak istemiyor, Katharina iyice sinirlenip bıçağını fırlatıyor ve bıçak saplandığı kapıdan kaçıp giden Tsili’yi ıskalıyor.
Bir iki hadise daha, sonra Mark. Şehirde eşi ve iki çocuğu var Mark’ın, onları bırakıp kaçmış ve ormanda saklanmaya başlamış. Uzunca bir süre Mark’ın elbiselerini yiyecek ve içecekle takas ederek yaşıyorlar, Mark askerlere rastlamamak için alışverişi Tsili’ye bıraksa da bir süre sonra bağımlısı olduğu votkanın ve can sıkıntısının etkisiyle köye gitmek istediğini söylüyor. Çoktan sevişmişler, Mark eşini aldattığı için çektiği vicdan azabını votkayla dindirmiş, artık her şeye hazır. Kısa süre sonra döneceğini söyleyip gidiyor, Tsili beklerken sığınaklarını toparlıyor, iş görüyor, zaman geçiriyor ama Mark bir türlü gelmiyor. Saatler, günler geçiyor, Tsili bir ayak sesi duyduğunu düşününce daha fazla beklemiyor ve kaçıyor oradan, Mark’ını da yanında götürüyor. Adam bazı bazı musallat oluyor Tsili’ye, sesini olur olmaz zamanlarda duyuruyor, hamile kıza keçileri kaçırtıyor azıcık. Sonrası biraz kül biraz duman: Tsili yola devam eder, Mark’la karşılaşacağını düşünürken mülteci kafileleriyle karşılaşır ve Yahudilerle birlikte göç etmeye karar verir. Mark’ın elbiselerini tütsülenmiş et ve ekmekle takas ederek beslenir, çocuğu için iyi beslenmek zorundadır artık. Yolda iyi ve kötü insanlarla karşılaşır, kötü olanlar her türlü kötülüğü yapmaya yeltenirler de Tsili nihayet aklını kullanarak kaçar veya bir iki iyi insanın yardımıyla sıkıntılı durumlardan kurtulur. Doğum yapacağı sırada kendisini hastaneye ulaştıran adamdan kopar ne yazık ki, yolculuk sırasında denk geldiği iyi kadınla tekrar karşılaşınca şansının sonuna geldiğini düşünür herhalde, kadının söylediği Macarca ninniyle uykuya dalar.
Yarı kaçış hikâyesi, yarı dönemin olayları ve insanlarıyla ilgili malumat. Yahudilik ve Hristiyanlık karşılaştırılmış arada derede, Yahudilerin çok korkak olduğuna dair hemen herkes hemfikir. Hasılı okunası bir roman bu, sıradan gibi görünse de okumaya değer.
Cevap yaz